(7 Aralık 1919,
İstanbul - 17 Mart
1978, Ankara)
Eğitimci Müfdale hanım ile eğitimci ve politikacı Nafi Atuf Kansu’nun
oğlu. Küçük yaşta annesini kaybetti. Annesinin ölümü üzerine, Ulusal Kurtuluş
Savaşı’na omuz vermek üzere Ankara’ya geçen babasının yanına gönderildi.
İlkokulu Ankara Necatibey İlkokulu’nda (1932), ortaöğrenimini Ankara Gazi
Lisesi’nde (1938) tamamladı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun
oldu. Ankara Numune Hastanesi’nde çocuk hastalıkları uzmanı oldu. Turhal Şeker
Fabrikası, Ankara Şeker Fabrikası ve Etimesgut Şeker Fabrikası’nda doktorluk
yaptı.
17 Mart 1978’de Ankara’da öldü.
Yayımlanmış ilk şiiri Gazi Lisesi’nin dergisi “Filiz”de 15 Ocak 1938’de
yayımlandı. Sonraki yıllarda şiirleri, öyküleri, yazıları ve masalları Ataç, Çocuk, Ilgaz, İnkılapçı Gençlik, İstanbul,
Millet, Papirüs, Seçilmiş Hikayeler, Türk Dili, Ulus, Ülkü, Vakit, Varlık, Yansıma,
Yön, Yücel gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. İlk şiirini hece ölçüsü ve
halk şiiri geleneği ile yazdı, sonradan serbest ölçüyü benimsedi. Halk
dilinden, halk söyleyişlerinden geniş biçimde yararlandı. Toplumsal sorunlara
ağırlık verdi, halkın özlemlerini, sevinçlerini, acılarını ve yaşama savaşımını
coşkulu bir söyleyişle dile getirdi. Şiirlerinin kaynağını hoşgörü, insanlık
sevgisi, ulusal bağımsızlık ve doğa oluşturdu. İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi’ni okurken ilk kitapları yayımlandı:
Bir Çocuk Bahçesinde (1941), Bağbozumu
Sofrası (1944). Bu iki kitabında, doğa, çocuk ve yurt sevgisine ağırlık verdi.
Bu arada, bir çok dergide de yazı ve şiirleri yayımlandı. 1960’lı yılların
ardından şiirleri ve yazılarını toplumsal sorunlar ve Mustafa Kemal Atatürk’ün
öğretisi üzerinde yoğunlaştırdı.
Ölümünden sonra Vecihi Timuroğlu, yayımlanmış şiir kitaplarını derledi.
Bu kitaplar, İş Bankası Yayınları arasından çıktı. Muzaffer Uyguner’in titiz
çalışmaları sonucunda Kansu’nun kitaplaşmamış şiir ve düzyazıları da derlendi.
Ilgaz Dergisi’nde daha önce yayımlanmış olan “Söylevi Okurken” adlı dizisi, diğer dergilerde yayımlanan Söylev’e
ilişkin yazılarla birlikte Bilgi Yayınevi’nce “Söylevi Okurken” adıyla
basıldı.
Ödülleri: “Köy Öğretmenine Mektuplar” adlı
kitabıyla 1965 Türk Dil Kurumu
Deneme Ödülü’nü, “Bağımsızlık Gülü” adlı
kitabıyla 1966 Yeditepe Şiir
Armağanı’nı, “Sakarya Meydan Savaşı” adlı
kitabıyla 1970 Behçet Kemal Çağlar
Ödülü’nü aldı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Bir Çocuk Bahçesinde (1941)
& Bağbozumu Sofrası (1944)
& Çocuklar Gemisi (1946)
& Yanık Hava (1951)
& Haziran Defteri (1955)
& Yurdumdan (1960)
& Bağımsızlık Gülü (1965)
& Sakarya Meydan Savaşı (1970)
& Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzü (1970)
& Tüm Şiirleri 2 Cilt (Yayına hazırlayan: Vecihi
Timuroğlu; 1978)
& Güneş Salkımı (1991, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 1, Ank.,
176 s.)
& Bir Kasabadan Resimler (1992, Bilgi
Yayınevi, Bütün Eserleri: 2, Ank., 160 s.)
& Halk Albümü (1994, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 3, Ank.,
200 s.)
& Bağımsızlık Gülü / Buğday Kadın Gül ve Gökyüzü (1998, Bilgi Yayınevi,
Bütün Eserleri: 9, Ank., 167 s.)
& Kardeş Sofrası (2004, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 11,
Ank., 152 s.)
Hikâye
Kitapları:
& Sevgi Elması (Tahir ile Zühre, 1972)
Düzyazı Kitapları:
& Devrimcinin Takvimi (1962)
& Ya Bağımsızlık Ya Ölüm (1964)
& Köy Öğretmenine Mektuplar (1964)
& Tonguç’un Kitapları (1965, Toplum Yayınevi)
& Atatürkçü Olmak (1966, 2007, Bilgi Yayınevi, Bütün
Eserleri: 5, Ank., 208 s.)
& Atatürk ve Kurtuluş Savaşı (Radyo konuşmaları;
1969, 2009, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 7, Ank., 160 s.)
& Balım Kız Dalım Oğul (1971, 2016, Bilgi Yayınevi, Ank.,
168 s.)
& Halk Önderi Atatürk (1972, 1997, Bilgi Yayınevi, Bütün
Eserleri: 6, Ank., 112 s.)
& Cumhuriyet Ağacı (1973)
& Cumhuriyet Ağacı / Ya Bağımsızlık Ya Ölüm (1997, Bilgi
Yayınevi, Bütün Eserleri: 8, Ank., 120 s.)
& Söylevi Okurken (1998, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 4, Ank.,
280 s.)
&
& Cumhuriyet Bayrağı Altında (1998, Bilgi
Yayınevi, Bütün Eserleri: 10, Ank., 235 s.)
Doktorlukla İlgili Kitaplar:
& Turhal Dolaylarında Çocuk Bakımı (1954)
& Anneler Soruyorlar (1959)
& Kazalarda ve Köylerde Çocuk Bakımı (1961)
Çocuk Kitapları:
& İyi İnsan Mehmet Ali (1964, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları)
& Üvey Ana (1964, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları)
&
& Kamuran Eronat, “Bozkırdaki Su” Ceyhun Atuf Kansu (2014, Grafiker
Yayınları, 256 s.)
Kaynaklar:
A Mehmet
Çetin, Tanzimattan Günümüze Türk Şiiri Antolojisi, 2. Cilt, 2002, Akçağ
Yayınları, Ank., s. 33-37
Şiirlerinden
Seçmeler:
ANAHTAR
Bak ben sana bir
caddeyim
Üzerimden geçtiğin
her sabah,
Bir ağacım ben sana
, bir akasya
Gölgemde otobüs
beklediğin.
Adin nedir adını
söyle,
Sokak başlarına
yazayım,
Yitirdim kendimi
senin kentinde,
Adındır benim
sokağım.
Evin nerde evini
söyle,
İkindileri mi
seversin akşamları mı?
Gelip kapını
çalayım
Aç bana, gizli
bahçeni göster bana,
Gözlerinin kilidini
ver bana.
Gözlerinin kilidini
ver bana,
Kapayayım dünyayı
üzerimize,
Bak, sana bir
anahtarım,
Aç kendini, aşktır
gelen, gizleme.
ARILAR
Emdiniz arılarım
elma çiçeklerini,
Doldurdunuz
bahçenin bütün peteklerini
Şimdi, tutun
baharın, tutun eteklerini,
Gökte vızıldayarak
uçun, uçun arılar.
Beyaz beyaz
dallara, çiçeklere kondunuz,
Tepeler çıktınız,
ovalara indiniz,
Bir çiçekten emip
bir bu ota döndünüz
Haydi tepemden
halka halka geçin arılar.
Böğürtlen içinde
altın bir eviniz var,
Odalarınız sarı
sarı balla doludur,
Beni de evinize
davet edin bu bahar,
Sofranızda bana da
bir yer açın arılar.
BAĞIMSIZLIK GÜLÜ
Yerden alıp o gülü
Hangi gülü?
Bir topçu neferinin
Sakaryalı yaz toprağında
Sıcak kan gülü.
Alıp koklamak o
gülü
Hangi baharda?
Türkçenin özgür
kırlarında
Türkülerde burcu
burcu,
Bilgeliğin ana
gülü!
Bir basmadan alıp o
gülü,
Hangi basmadan?
Nazilli
fabrikasından
Pamuğumuzdan,
emeğimizden,
Dokuduğumuz halk
gülü.
Hoyrat ellerinden
alıp o gülü
Hangi ellerden?
Uzak Teksaslı
çobanların
Bilmediği, uğruna
can vermediği
Türkiyeli o çileler
gülü.
Yerine koymak,
kutsamak o gülü,
Hangi yerine?
Mustafa Kemal’in
bahçesine
Bir ulusun suladığı
beslediği
Yediveren
bağımsızlık gülü!
BAHAR GELDİ DİYE
I
Gül dalına kondur
desem,
Seni buzlu çiğle
yusam,
Öpüp selamını
kosam,
Geldi, bahar geldi
diye.
Seni sevgimle
doldursam,
Çiğdemler gibi
güldürsem,
Dağlardan inip
bildirsem,
Geldi, bahar geldi
diye.
Beyaz beyaz
arzularım,
Şu otlayan kuzularım,
Seni bekler,
arzularım,
Geldi, bahar geldi
diye.
Düzlerim serinlik
dolu,
Yeşeren toprak
uykulu,
Gönlüm rüzgarlardan
deli,
Geldi, bahar geldi
diye.
II
Babanı tarlada
gördüm,
Coşkun selamını
verdim,
Ak anana seni
sordum,
Geldi, bahar geldi
diye.
Uyuduğunu söyledi,
Beni kapıda eğledi,
Irmak durmadı
çağladı,
Geldi, bahar geldi
diye.
Dedim, vurgunum
kızına,
Baharı serpsem
yüzüne,
Sabahlar dolsun
gözüne,
Geldi, bahar geldi
diye.
Uyandırdım gül
dalını,
Bağışla sen
vebalimi,
Yar kucakla bu
kulunu,
Geldi, bahar geldi
diye.
Gül sepetini
doldurduk,
El ele göğe
kaldırdık,
Arzuya salıncak
kurduk,
Geldi, bahar geldi
diye.
III
Ceyhun’um, içim bir
bahar,
Bir başka bahar
dışında,
Yaylada ördüğün
rüzgar,
Dağılır yarin
başında,
Geldi, bahar geldi
diye…
Ülkü, Sayı: 13, 1
Nisan 1942
“Kardeş Sofrası” adlı kitabından
BEKLEYEN KADININ GÜNÜ
Kadınım saçlarını
tarar aynada,
Benim parmaklarım
değmişçesine.
Bahçeye çıkıp şarkı
söyler içinden
Sesinden sesim
geçmişçesine.
Güneşin kızarttığı
kayısılar gibi
Aklından ben
geçerim güneşlenirken,
Kızarır al al olur
ben öpmüşçesine.
Eğilmiş dikiş
diker, gömleğimin düğmesi
Hayal eder beni,
birden ürperir
İnce bir sızı duyar
iğne batmışçasına.
Çocuğunu göğsüne
bastırdığında
Erkekliğim geçer ta
iliğinden
Benimle uzanıp
yatmışçasına.
Bir sabah ayrıldım
bir akşam kavuştum
-Ah, olgun dutlar
gibi ballanmış gözlerinde-
saatlerin
biriktirdiği o tatlı özlem
sanki uzak
denizlerden dönüyorum,
karşılar, beni
yıllarca beklemişçesine.
ÇAĞDAŞ KOÇERO
Yıldızsız gök
altında kör gecede
ilkel adaletin
düzeni
Zenginlerden alıp
fakirlere vermek
Alnından vurmak
kötüyü
Öyle olmaz koçero
gardaş
Toplumsal adaleti
kurmalı
Güpe gündüz iken
ortalık
Dağda değil
başkentin ortasında
ÇOCUKLUK AŞKI
Düşün, düşün ki
anne ben daha çok küçüğüm,
Ilık ellerimden
tut, beraber götür beni,
Oyuncakçıda büyük
mavi bir gemi gördüm,
İşlenmiş,
dalgaların köpüğüyle yelkeni.
Şu renk renk
toplara bak, anne, ne güzel renk renk
Dönüyor içimde bir
bayram yeri dönüyor,
Yuvarlanıyor gönlüm
şu uçan toplara denk,
Bir yokuştan
koşarak kalbim sana iniyor.
Kan değil, zafer
akar benim savaşlarımda,
Hürriyet için ölür
genç kurşun askerlerim,
İnsanlığın cenneti
saklı göz yaşlarımda,
Yeni bir bahar çağı
getirecek zaferim!
Korkma, korkma
kaçmam ben, tahta atımla dağa,
Senden daha güzel
bir dağ var mı rüyalarda?
Niçin uğraşsın
küçük kuş yurdundan kaçmağa,
Yaşarken annesinin
yeşerttiği kırlarda?
Kırılır, bütün iyi
oyuncaklar kırılır,
Çocuk kalblerinden
mi yaparlar hep onları,
Niçin oyun biterken
en sonra hatırlanır,
Hâtıralarımızın en
tatlı oyunları?
Satılır mı zengin
bir oyuncakçıda söyle,
Anne, dün okuduğun
masaldaki güzel kız?
Yeter, altın bir
kalbim olsun, Tanrıdan dile,
Bütün zenginliğimi
verir onu alırız.
DAĞ KÖYÜ
Ben bir gün bu dağ
köyünde,
Görülecek en güzel
şeyleri gördüm.
Vâdiden geçen
demiryolu,
Pırıl pırıl
parlıyordu,
Irmak kıyısında bir
istasyon,
Marşandizi
ağırlıyordu.
Ben bir gün bu dağ
köyünde
Duyulacak en güzel
sesi duydum,
Rüzgâr, yüzyıllık
ağaçların kalbinden,
Meşelerin,
köknarların, pınarların
Gizli sazlarından
haber verdi,
Yitmiş ormanların
acısını dinledim, derinden.
Ben bir gün bu dağ
köyünde
Bakılacak en güzel
şeye baktım.
Dağ havasında,
geniş yapraklı ümitlerin üzerine
Yattım, gökyüzünün
altına
Hiçbir çağda bu
kadar mavi olmamıştı.
Baktım da vuruldum
maviliğine.
Ben bir gün bu dağ
köyünde
Sevilecek en güzel
şeyi sevdim.
Ağaçtan, kerpiçten,
toprağınan taştan
Barınakları içinde
doğan, yaşayan, ölen,
Vatan dediğimiz
toprağı emeğine mülk eden,
Halk denen
milyonları sevdim yenibaştan.
Ben bir gün bu dağ
köyünde
Düşünülecek en
güzel şeyi düşündüm,
Köy okulları dedim,
dünyamızı dünya eden,
Bilgiler uğruna
vurulmuş turnalar misali
Çırpınır,
çaresizlikten ve sevgiden,
Düşmüş köy
çocuklarının önüne bir öğretmen.
Ben bir gün bu dağ
köyünde
Bulunacak en güzel
şeyi buldum.
Kayalardan sızan
sularda ne vardı, sular ne diyordu?
Dağların hikayesi
kahramanların hikayesine benzer,
Gizlemiyordu dağ
cevherini, yağmurdan kardan aldığını
Sebil gidiyor,
kuşlara, kurtlara, insanlara veriyordu.
Ben bir gün bu dağ
köyünde
Söylenecek en güzel
şeyi söyledim.
Üstüne ay ışığı
düşmüş bir tepede,
Bilge ve cesur
kalbiyle hürriyet
Bütün insanlığın
ateşini yakıyordu,
Yalazası dört yönde
yansımış gökkubbede.
Ben bir gün bu dağ
köyünde
Varılacak en yalın
gerçeğe vardım.
Elli hanesiyle
gömülü kalmış, unutulmuş
Yatmış tabiatın
kurduğu en güzel yatağa
Acı rüyaların
gecesine örtünüp köy,
Dağ güneşinden
habersiz uyumuş.?
DENİZ SEVGİSİ
Vatan denizleri!
Mavi, zengin kırlar,
Rüyamda büyük
kadırgalar yüzen,
Akdeniz! Bayraklar,
ünlü bahadırlar,
Bir çiçekli destan
havasında gezen.
Bağ bozumu kokan,
tatlı İzmir,
İlyada, Odisse!
Güller açan bir çağ,
Şiirden, destandan
örülmüş bir devir,
Hür bir
sonsuzluktan yaşamaya veda.
Kadifekale’den
hürriyete gülüş,
Hayatı bir salkım
gibi öpebilmek,
Sepetine sanki dal
dal ışık düşmüş,
En mutlu bir anda
yeniden dilemek.
Dalgalı bir sevinç
veriyorsun bana,
Ey mavi hatıra!
Bütün duygularım,
Denizlerle dolu;
beni de alsana!
Gönlüne dökülsün
hür, deli suların.
Bir masal gölü mü,
su mavi nakışlı,
Marmara! Gül,
kiraz, ıhlamur bahçesi,
O büyülü, o saf, o
temiz bakışlı,
O hür vatanların
coşkun hayat seli.
Yağmurlu bahçeler,
hüzün dolu şimal,
Yeşil bir mevsimde
gülümseyen Samsun,
Küçük fındıklarla
eylen altın dal,
Mavnalar, köpüklü yollar,
yeşil yosun…
Denizlerde, engin,
mavi denizlere,
Bir deniz sevgisi:
Rüzgarlar, türküler,
Gemiler ardından
açılan izlere,
Taze, hür aşkların
çiçekleri düşer,
DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ
“Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya
getirin!”
Köy öğretmeni Şefik Sınığ’ın son sözleri.
Dünyanın bütün
çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini
getirin buraya,
Öğrencilerimi
getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde
açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy
çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders
vereceğim onlara,
Son şarkımı
söyleyeceğim,
Getirin, getirin…ve
sonra öleceğim.
Dünyanın bütün
çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ
çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana
benzeyen,
Yalnızlıkta
açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur
kokuları…
Yurdumun sevgili ve
adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi
istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl
örterseniz öylece örtün beni.
Dünyanın bütün
çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan
haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı
fesleğenleri,
Köy çiçeklerinin
hepsini, hepsini,
Avluların pembe
entarili hatmisini,
Çoban yastığını,
peygamber çiçeğini de unutmayın,
Hepsini, hepsini
bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın
bütün çiçeklerini istiyorum.
Dünyanın bütün
çiçeklerini diyorum,
Ben köy
öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe
suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse
anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır
çilelerimden,
Kandır, hayattır,
emektir benim güllerim,
Korkmadım,
korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin
yalnız, çiçek getirin.
Dünyanın bütün
çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı
kırlarında açan,
Güz geldi mi
Kopdağına göçen,
Yörükler yaylasında
Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı
eteğinden,
Gücenmesin bütün
yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek
getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin
içine gömün beni.
Dünyanın bütün
çiçeklerini diyorum,
En güzellerini
saymadım çiçeklerin,
Çocukları,
öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli
hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında
açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama
kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek,
seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık
örtecek, yalnızlık örtecek.
Dünyanın bütün
çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız
yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum,
yaşamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe
yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın
istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse
çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımi
ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar
benim gizli arzularım.
Dünyanın bütün
çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü
altında kaldım,
Ama ben dünya
üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey
söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız
kaldım, ama yaşadım,
Yurdumun
çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu
bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün
beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün
çiçeklerini getirin buraya.
GÜL TÜRKÜSÜ
Gül diyorsam,
durmadan
Bilinçaltı bahçemde
bir
Ezik gül
kaldığından belki
Çocukluğumun Mayıs
dalından
Kimbilir?
Gül diyorsam bir
zaman
Nedim’in övdüğü bir
O çok uzaklarda
saraylı
Lale bahçelerinde
soyut
Osmanlı gül değildir.
Gül diyorsam, ne
zaman
Büyükannem bir
Avuç can eriğiyle
birlikte
Üç yaprak çiy
tanesi de
Getirir.
Gül diyorsam, hani
Haziran
Hani şimdi açan bir
Gerçek güldür
gündelik
Yapraklarını gül
bitleri
Yiyip bitirir
HAZİRAN AĞAÇLARI
Haziran ağaçlarının
oralarda
Çocukların derisi
yanmakta
Güneşli şapkalar
altında
Orada ceviz
ağaçları altında
Serin uykusunu
yaprakların
Biri toprak üstünde
uyumakta
Orada üvezler
altında şimdi
Fransız devrimini
okumakta
Gül koklayarak bir
liseli kız
Orada vişne
ağaçları altında
Gölgeler
nakışlarını işlemekte
Kadınsı vakitlerin
sepetine
Orada zerdali ağacı
altında
Küçük zerdaliler
düşmekte
Peygamber çiçekleri
arasına
İğde ağaçları
altında, dere boylarında
Kaplumbağalar
toslaşmakta sevinçle
Tırtıllar ince ince
yemekte yaprakları
Çocuklar erikleri
taşlamakta
Erik ağaçları
altında
Orada elma ağaçları
altında
Seviler büyümekte
gizli öpüşlerle
Ve ölüm yeşil
yapraklarla adım adım
Yol almakta, güz
mezarlığında
Soyunmuş kavaklar
altında
KAR TÜRKÜSÜ
Kâr ve kapital, kar
ve kapital, kâr ve kapital
Aldım eve
geliyorum, aldım eve geliyorum
aldım eve geliyorum
Saman pazarındaki
halktan ve çarşıdan
Saman pazarındaki
halktan ve çarşıdan
Saman pazarındaki
halktan ve çarşıdan
Donmak üzere,
donmak üzere donmak üzere
Devrim İlkokulu,
Devrim İlkokulu, Devrim İlkokulu
A ve Be Ce, A ve Be
Ce, A ve Be Ce
Cemal Süreya'nın
şiirleri ve Yunus Emre
Cemal Süreya'nın
şiirleri ve Yunus Emre
Cemal Süreya'nın
şiirleri ve Yunus Emre
Ne güzel yağıyorlar
Türkçeye
Ne güzel yağıyorlar
Türkçeye
Ne güzel yağıyorlar
Türkçeye
Gökyüzünün
diyalektik çatısından
Gökyüzünün
diyalektik çatısından
Gökyüzünün
diyalektik çatısından
Ve bir serçe hem
çaresiz, hemi cessur
Hem çaresiz, hemi
cessur
Hem çaresiz, hemi
cessur
Ve bir serçe küçük
serçe
Ve bir serçe küçük
serçe
Ve bir serçe küçük
serçe
Ve bir darı, tane
darı, küçük darı
Çimlenen geleceğe,
çimlenen geleceğe,
çimlenen
geleceğe
Kar altında, kar
altında, kar altında.
KIZAMUK AĞIDI
Ben, gamlı, donuk
kış güneşi,
Çıplak dallarda,
sessiz dinleniyordum.
Köyleri, yolları,
dağı taşı
Isıtıyor,
avutuyordum.
Bir köy gördüm tâ
uzaktan,
Dağlar ardında
kalmış, bilmezsiniz,
Kar örtmüş,
göremezsiniz karanlıktan,
Yalnızlıkta üşür
üşür de çaresiz,
Ben gördüm bu köyü,
damlarının altında,
Çocukları kızamuk
döküyor,
Gözleri, göğüsleri,
yüzleri, ah bırakılmış tarla,
Gelincikler
arasından öyle masum bakıyor.
Habersiz hepsi,
kızamuktan ve ölümden,
Kirli yüzlerinde
açan ölümden habersiz,
Ve, düşmüş bir gül
oluyorlar birden,
Bebekler ölüyor,
ölümden habersiz.
Ali’lerin kızı
Emine’yi gördüm,
Öldü… Yusufların
Kadir öldü, emmisinin Durdu öldü,
İkindiye doğru,
evlerine vardım,
Gördüm, Döne öldü,
Ali öldü, Dudu öldü.
Bir bir saydım,
yirmi üç çocuk,
Ah, güllü Gülizar
öldü,
Gördü kış güneşi,
gamlı ve donuk,
Daldı oğlanlar,
çiçekti kızlar, öldü.
Gamlı türkümle
tepeden aşağı bıraktım,
Bıraktım kendimi
düşesiye, ölesiye,
Bu acıdan sonra
nasıl doğacaktım,
Nasıl dönecektim
aynı köye?
İniyor ve
karaltında örtüyordum,
Bu çocukları, bu
habersiz çocukları,
Görmediniz,
anlatamam, ürperiyorum.
Bir şey demek için
açılmıştı dudakları.
Ah, ben bir gün
tepelerden, tepelerden
Varıp önünüze,
önünüze dikilip duracağım,
Aydınlardan,
hekimlerden, öğretmenlerden,
Bir gün soracağım,
bu çocukları soracağım.
O çaresiz, o
yalnız, o karanlık günde,
Siz neredeydiniz
diyeceğim, neredeydiniz?
Ben perişan,
utanmış…bu köyün üstünde,
Kahrolurken, siz
beyciğim neredeydiniz?
Ben, bir günde
yirmi üç küçük ölünün,
Gömüldüğünü gördüm
bu köyde kızamuktan,
Ya siz ne gördünüz,
söyleyin, söyleyin,
Bir şey söyleyin,
bir şey söyleyin uzaktan.
Ah, ben gamlı kış
güneşi, aydınlığın
Bütün suçlarını
kalbimde taşırım,
Görerek ah,
görerek, bilerek bir yığın
Karanlık gündüzün
üstünde yaşarım.
Her mevsim dolanıp
geldiğinde bu köye
Gücük ayda, kar
örtülü bu ovada,
Utancımdan,
hıncımdan yaş dökerek böyle,
Gamlı ve perişan
asılı duracağım havada.
İkindiye doğru
bırakıp kendimi
Bu küçük mezarların
üstüne.
Bilmeyeceksiniz,
perişan, çaresiz halimi,
Gül diyeceğim, gül
dereceğim gül üstüne.
Yol kıyısında yirmi
üç çocuğun mezarı,
Ah diyeceğim, ah
dökeceğim yol üstüne
LİRİK ŞARKI
Öt, güzel serçe, öt
yeşil çalıda,
Sabahın sesini
duyayım senden,
Şarkınla beraber
gir penceremden,
Oyununu oyna renkli
halıda.
Meşe dallarından
uçup bana gel,
Gel, güzel serçem
gel, böğürtlenlerden,
Saksılarım, baygın
fesleğenlerden,
Ve güllerim bütün
güllerden güzel.
Bir delice sevinç,
çocuk sevinci
Ötüyor dallarda,
gel güzel sevinç!
Ruhum bir şadırvan,
eğil eğil iç,
Çınar yaprağıyla
dokunmuş içi.
Sabahı taşıyan o en
güzel kuş,
Şarkısıyla göçmüş
uzak kırlara,
Veda et bu bahar o
şarkılara,
Senin pencereni
serçen unutmuş.
TUTUKLAMAYIN OZANLARI
Bir ozanı
tutuklamak
Tutuklamaktır ana
dilini
Gökyüzünü
yoksunlamak Türkçeden
Kırmaktır en taze
dalı su yürürken
Bir ozanı
tutuklamak
Tutuklamaktır ana
sözcüğünü
Dili büyüten
güneşli kapı önlerinde
Konuşurken gelen
geçenle
Bir ozanı
tutuklamak
Tutuklamaktır
yaşamın pınarını
Bir ulusun
yağmurlarını biriktiren
Ve akıtan zamanın
dağ eteğinden
Bir ozanı tutuklamak
Nisan başlangıcında
bir daldan
Üreyen bir gül
haberini
Dondurmaktır ve
sürdürmektir zemheriyi
Ozanı tutuklayan
toplum, tutuklar kendisini
Bir büyük
hapishanedir artık orası
Devlet adamı da
tutukludur orda bir bakıma
Muş ovasında ot
biçen bir köylüyü de..
UYUYAN GÜZEL ANNEYE
Anne, bahar geliyor
uyansana
Çık altın eşikte
bekle beni,
En güzel tılsımları
buldum sana
Koklayabilmek için
nefesini.
Yeni açmış şu erik
hatırlatır
Bana ağaçları çok
sevdiğimi,
Sevginle mi
ıslanmış şu sonsuz kır,
O kara bırakmışsın
gözlerini.
Gül güzel annem
benim, benim rüyam
İçimden çiçekli bir
yol var sana,
Senin yerine biraz
ben uyusam
Anne bahar geliyor
uyansana.
UZUN HAVA
dumanlı dağın
çobanı garip yıldız
yağmurlar yağmasına
yağıyor
rüzgârlar esmesine
esiyor
ben ölmüşüm sen
ölmüşsün kime ne
kimsecikler
derdimizi bilmiyor
kemah pazarında
sıra sıra testiler
jandarmalar
anacığım evimizi bastılar
al kanlarım bulaştı
kelepçenin demirine
üstelik on sekiz ay
ceza kestiler
ya ben neyleyim
neyleyim
dumanlı dağın
çobanı garip yıldız
şimdi ben burda
yalnızım sen orda yalnız
kuş değilim lodos
poyraz uçamam
demirlerin gölgesi
yüreğimi karartır
ecel şerbetini
yirmisinde içemem
ben ölmeylen kahpe
dünya yıkılır
feranenin kapısında
demir parmaklık
hey gidi bulutlar!
hey kemah yolları!
ayağımda zincir
kolumda zincir
bu meret mapusluk
bu ince hastalık
bilir miyim
nedendir nedendir nedendir
dumanlı dağın
çobanı garip yıldız
ciğerim parçalanır
dağlarda akşam oldu mu
garibim zincirlerim
boynuma ağır gelir
anacığım ağlamaya
durdu mu
kör talih bu kimi
gider kimi kalır
YANIK HAVA
Maviler içinde
gördüm bir gün menevşemi
Yayla tutmuş
başlamış aşkımın gül mevsimi.
Zühre olup yol
düşmüş çeker beni şavkından,
O ışıldar
sevdasından, ben yanarım aşkından,
Ben senin yüzünden
güzelim konup göçücü oldum,
Böyle dağdan dağa
yoldan yola geçici oldum.
Bir gün yine
beyazlar içinde gördüm,
Kastı nedir bilmem,
bir kere gönül verdim,
Turna derler
böylesine halk türküsünde,
Çifte hasrettir
uyuya kalmış göğsünde,
Aşkın dilini
öğrenmeye Karacaoğlana varsam,
Diller döksem,
güller döksem rüyasına uyandırsam.
Bir gün yine gördüm
ki pembeler giyinmiş,
Güllerin aynasına
bakıp ta övünmüş,
Sarı saçları düşmüş
tel tel olmuş.
Şu garip gönlümü
kul eden o ince bel olmuş,
Sorsam razı olur,
hoşnut olur darılmaz,
Neyleyim ki
inceciktir, dal kırılır, sarılmaz.
Bir gün de baktım
giyinmiş macar olmuş,
Göğsünde Budin’in
gülleri açar olmuş,
Karmendir güzel
çingenelerin hası,
Kanlı olur
Troubadour’ların rüyası,
Ah, şol meydanda
ölesim gelir,
Bir gün bakarsınız
İspanya’dan sesim gelir.
Ah, efendim ben ne
diyarlar gezdim,
Türküler içinde bir
de bu türküyü yazdım,
Aşktır rüzgârların
en hovardası,
Bozulur insanın
düzeni yıkılır obası,
Yeniden düzen tutmaya
kervan kalkar yol alır,
Beri yanda yanık
türkü kalır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder