Necati Nesimi, Hakan Bengü ve Bilgican Bengisu imzalarını da kullandı. İşçi Asiye Hanım ile işçi Süleyman Baki’nin oğlu. 1963'te Tonya Merkez İlkokulu'nu, 1966'da Tonya Ortaokulu'nu ve 1969'da Vakfıkebir Lisesi'ni bitirdi. Bir süre İÜ Hukuk Fakültesi'nde okudu, 72'de öğretimini bıraktı. 1981'de AÜ DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nda memur (1976), Çevre Bakanlığı Çevre Müsteşarlığı’nda memur ve uzman olarak (1981-83) görev yaptı. 1983-2014 yılları arasında AÜ DTCF'nde görev yaptı. 2014’te emekli oldu.
Öncüler dergisinin (1975, 10 sayı) kurucusu ve yayın kurulunda bulundu. Yankı dergisinde düzeltmen, muhabir ve redaktörlük; Hayat Mecmuası'nda düzeltmenlik; Son Havadis'te muhabirlik ve Ortadoğu'da köşe yazarlığı yaptı. 1968-73 yılları arasında Trabzon ikinci küme takımlarından Tonyaspor’da futbol oynadı. Ankara'da yayımlanan Promete dergisine (Cem Savran'la birlikte, 1992, 24 sayı) ve Kavram Karmaşa dergisine (Alaattin Topçu, Muhsin Şener ve Halim Şafak'la birlikte, 1994, Ankara) katkıda bulundu. Töre-Devlet yayınevi müdürlüğü yaptı. Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Dil Derneği, Edebiyatçılar Derneği, Sinop Çevre Dostları Derneği, Sinop NKP aktivisti, Trabzon Vakfı, Trabzon Kültür ve Dayanışma Derneği üyesi. Sinop ve Trabzon'da yaşıyor; evli.
İlk yazısı 1969’da Vakfıkebir’de Yolcular (Sayı: 2, Mart 1968) dergisinde, ilk şiiri 1972’de çıktı. Şiir, yazı, çeviri ve söyleşileri Akatalpa, Ankara Sanat Rehberi, Aydınlık Kitap, Biçem, Bireylikler, Bozkurt, Değirmen, Deliler Teknesi, Devlet, Doğu-Batı, Edebiyat ve Eleştiri, Edebiyatta Üç Nokta, Eliz Edebiyat, Esinti, Eşik, Hayâl, İzlek, Kalandar, Kalanlar, Karşı, Kavgamız, Kavram Karmaşa, Kıyı, Körfez Edebiyat, Kum, Kurgan, Kurşun Kalem, Kuzgun, Kül, Kül Öykü, Lodos, Mor Taka, Oluşum, Öncüler, Ötüken, Papirüs, Promete, Sahaf, Sarmal Çevrim, Sesimiz, Sincan İstasyonu, Sinope, Son Yeni Biçem, Sözcükler (Ankara), Su, Şiir-lik, Şiir Odası, Şiir Saati, Şiir Ülkesi, Tan, Tonya Kalandar, Tonya Serenderi, Töre, Türk Dili, Türk Edebiyatı, Yasakmeyve, Yazılıkaya, Yeni Biçem gibi dergi, gazete ve eklerinde yayımlandı/yayımlanıyor. Şiirleri Fransızca, İngilizce ve Almancaya çevrildi.
Ödül: Patetik Senfoni kitabıyla 2022 Ceyhu Atuf Kansu Şiir Ödülü'nü aldı.
Hakkında Hazırlanan Özel Sayı ve Dosyalar: Kavram Karmaşa, Ocak-Şubat 1997,, Hayati Baki'nin Şairlik ve Yazarlık Serüveni; Edebiyat Nöbeti, S. 39, Mart-Nisan 2022, Hayati Baki / Şiirde 50 Yıl.
Yapıtları: Şiir: *Sonrasız Dönüş Yalnızlığı, Promete, Ank.: 1992 *Usulca ve Yeğnik, Ekin, Ank.: 1996 *Harfler Kitabı, Ekin, Ank.: 2004 *Patetik Senfoni, Artshop, İst.: 2020.
Deneme, İnceleme ve Araştırma: *Tanzimat Edebiyatında Roman ve İnsan, Promete, Ank.: 1994 *Şiirin Kesik Damarları 1. Kitap: İntihar Eden Şairler Kitabı, Promete, Ank.: 1994; gen. ve göz. geç. yb. Artshop, İst.: 2021 *Şiirin Kesik Damarları 2. Kitap: Öldürülen Şairler Kitabı, Promete, Ank.: 1994; gen. ve göz. geç. yb. Artshop, İst.: 2021 *Şair ve Otorite–Şiir ve Yanılsama, Suteni, Ank.: 1996 *Şair ve Hakikat, Yazılı Kağıt, Ank.: 2015.
Yayına Hazırladığı Kitaplar: *Bursa’da Zaman ve Edebiyat, Editör; Edebiyatçılar Derneği, Ank.: 1997
Kaynaklar: TBEA, c. I, 2001, 139-140/2010; ; Bilgi formu, 14 Şubat 2019; Tuğrul Asi Balkar, "Şiirin Yorulmayan Sarkacı ya da ‘Sonrasız Dönüş Yalnızlığı", Kıyı, Ağustos 1993; Cihan Oğuz, "Umutsuzluk Yorgunu: Hayati Baki", Promete, Ocak-Şubat 1994, Hayati Baki’nin Şairlik ve Yazarlık Serüveni, Kavram-Kargaşa, Ocak-Şubat 1997; Hilmi Haşal, "Hayati Baki’nin ‘Usulca ve Yeğnik’ Sözü", Milliyet Sanat, 15 Ocak 1997; İhsan Işık, Yazarlar Sözlüğü, 1990, 1998; İhsan Işık, Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, 2001, 2004; İhsan Işık, Encyclopedia of Turkish Authors, 2005; İhsan Işık, Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, 2006, gen. 2. bas. 2007; Mehmet Çetin, Tanzimattan Günümüze Türk Şiiri Antolojisi, c. 3, 2002; Engin Turgut, Hayati Baki Üzerine Küçük Bir Portre Sıcaklığı, Üvercinka, Aralık 2015.
Hakkında
Yazılan Yazılar:
1 Engin Turgut,
Hayati Baki Üzerine Küçük Bir Portre Sıcaklığı, Üvercinka, Aralık 2015
*16 Nisan 2022 tarihinde güncellendi.
1 Hayati Baki Üzerine Küçük Bir Portre Sıcaklığı
Hayati Baki üzerine hep yazı yazmak
istemişimdir. Çünkü her zaman edebiyat ve şiir üzerine lezzet ve hakikat dolu
yazılar yazmıştır. Trabzon’dan çıkarsa çok asil şair ve ressamlar çıkar,
onlardan birisi de ‘zariflerden’ Hayati Baki şair kardeşimdir. Edebiyatın her
alanında eserler üretmek kolay değildir, klasik müzik tutkunu olması bir yana,
keşfettiği yazar olan Thomas Bernard’ı sanırım Şule yayınlarından da olsa gerek
okumuştum. Hayatı bu denli çok seven bir şairin ve yazarın ‘kronik bir umutsuz’
oluşunu hayatı, insanlığı, dünyayı acıtanlara sormak lazımdır diye düşünmeden
edemedim. Bence bu güzel güz yaprağı yüzlü şairim “harfler kitabı”nın ırmağını
keder sözleriyle dünyayı kenara çekerek, tatlı bir Ahmet Oktay kardeşliğiyle
insan ruhunu ayağa kaldırması muhteşemdir. “Ey ötesi: ötesi hiç.” derken bile
kendi sesiyle konuşabiliyor. Hiçbir şiirde hakikati olmayan perdeleri kalbiyle
ısırıyor şair Hayati Baki! Şiirin akıl ikliminden çoktan kaçıp kurtulmuştur.
Şiirleri kasırgayı dindirir, göğün bulutlarına da banarak yazıyor mürekkep
kalemi. “ Senin kadar yorgunum, Beşir…”
Hayati Baki sinemanın, bazen bir
tablonun şiirini yazıyor. Onca umutsuz perisiyle birlikte dünyanın boğulma ve
genişleme haline uzaktan bakışlar fırlattığına bakmayınız siz, Beethoven bir
uyumsuzluğun harmonisiyse şair burada bir kaosun uyumudur da! Güneş bu! Işığını
duymayanların kulağına sarışın bir düş saplamıştır. Merak etmeyiniz, Hayati
Baki benzersiz ve derin bir şairdir. Ağaçları, kuşları, köpekleri, kedileri,
kısacası doğayı koklayarak şiir yazan sevgili şairim İsmail Biçer’in söylediği
gibi: “entelektüel birikimlerin çıtasını yükseltir, şiirin ezberini bozar!”
Dikkat ediniz, dikkat buyurunuz, şiir bozucu değil ama şiirden sihir yapan bir
hakikat kazıcısıdır. Doğanın damarlarına bıçak kesenlerin üzerine şiiriyle,
şair duruşuyla, dünyanın önemli yazar ve şairlerin karşısında nefes kesen bir
selam tadında kucaklamayı adeta kendisine bir görev bilmiş has
şairlerimizdendir. Biriktirdikleri birikimleriyle yüksek gönüllü bir derviş
durumundan bile isteye zaman zaman kendisini bilimin o çarpıcı uyumuna
fışkırtabiliyor. “Şair ve Hakikat” arasında uslanmayan, söz dinlemeyen bir
ilişki vardır ve onu sorgulamak şaire düşmese de Hayati Baki bu zarafet
makamının asla peşini bırakmayacaklardandır. Yazdığı o önemli yazıların dışında
başka bir yolculuğuna ipeksi bir dokunuş sunmak isterim. Benim için, bana göre
şiirleri daha lirik ve daha bahçe dili. Ama yazılarını okuduğumda kafamın ritmi
değişiyor. Tıpkı şairim gibi: şiirindeki dili bir külü alevlendirebilir. Sanki
bir Kafka’nın dağınıklığı var düşlerinde! Düşlerini “Baki” kılan da Borges
olmalı sanki!
Kuşatılamaz bilge bir şair, yalvaç nasıl
ele geçirilebilinir ki? Hayati Baki budur işte! Kuyruğunu dik tutanlardan ve
şiirini kaptırmayan mülkiyetin sinirleri alınmış yağmur evinde yaşayan bir
şair! İnanılmaz bir lezzete sahip kitaplar yazıyor. Bu adam bana göre bir anne
üşümesi. Köklerinden asla mezun istemeyen bir buğu ve serinlik terbiyecisi.
Kendisiyle her ne kadar uzun boylu sohbetim olmasa da inanılmaz severek,
hakkında iki kelam söz etmek istediğim can havli can şairlerimden birisidir ve
kıymetlimdir. Gelenekle çağdaş olanı gönüldeş kılabiliyor. Evet, tam tamına
budur ve o bir kestane ağacı çiçeğidir.
Hayati Baki için yazı yazıyorum.
Çocukluğun suluğundan nice şiirler çıkartır ve sisli bir korku kaçacak delik
arar yazdığı şiirlerden! Sadece şiir yazmıyor ki bu güzelim ıssızlığın kelebeği
şair! Denemeler yazıyor demli, doğaya ve hayata bakışındaki ayrıntılar
şiirlerinde, yazılarında özgür bir figüre dönüşüyor ve sevdiği yazarlar ve
şairler hakkında çarpıcı biçimde o tanrısal, hakikat dilini kullanırken, her
yazısındaki duyarlılık ve içtenlik hem naif hem de çağdaş şiir sanatının tadını
duyurabiliyor. Hayati Baki doğadan kopmamaya özen göstermiş sanki! Zaman ve
mekân ilişkisini sorgularken bile; şiirdeki müziğin o ritmik ve ritüel yanını
asla göz ardı etmemiş. Coşkusunu ustaca denetleyebiliyor. Bir Stefan Zweig
çalışkanlığı ve sessizliği var onda! Şiirden anlayanın erbabına yazıyor, kötülüğü,
ayrımcılığı, hırsı ve ego denilen züppeliği elinin tersiyle itiyor haklı
olarak! Hayati Baki şairimizin vakur bir duruşu vardır. “Şair ve Hakikat” adlı
kitabını lütfen okuyunuz, göreceksiniz, oradaki emeğin, bilginin, belki de bir
ağaçla muhabbet etmenin, isyan ve umut tadıyla nasıl da nakış nakış bir
gözlemle yazıldığına tanık olacaksınız.
Hayati Baki ateş diliyle konuşur bazen!
Orman ve kelebek özlemi içinde, fesleğen kokusu bir şairdir. Şiirlerini doğanın
sesiyle buluşturmak ister, şiirin köklerine kadar iner, kimi zaman da ateşin o
kavurucu diliyle konuşur, mitlere, mitolojiye selam çakar ve bir düş kazıcısı
olarak güldeki ve küldeki şarkının felsefesine koşmaya başlar! Hayati Baki
şiirini anladığınızda onun şiirlerinden dünya şairlerinin de tadını
çıkarabilirsiniz. Sadece şairler değil; ressamlar, felsefeciler, önemli
yazarlar da nefes alıp verirler. Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir husus
daha vardır: Bütün andığı, saygı duruşunda bulunduğu yazar, şair ve
sanatçıların çoğu yaralıdırlar. Kalbi kırılmış düşlerin, umutların, acıların
öğrencisi olmuştur, öylesine büyük bir kahrın ve acının şiirine ulaşmak ister
ki işte tam burada devrimin, devrim olmak isteyenin özlemini sonsuzluğun
yıldızlarına kavuşturur. Ve ben yineliyorum, hayatımda hayvan sevgisini bu
kadar çok ruhunda yaşatan çok az şair tanıdıydım, sadece köpekler ve kediler
mi, denizyıldızları, denizatları, denizanaları bile akrabası olur. Bazen aklın
uçurumundan atlayarak, sırf kedilerin gözleri için de şiir yazabilir. Şair
yaralıdır, yaralı kelimelerle sessiz bir çığlığın senfonisini yaralı bir
ıslıkla çalmaya başlar. Ağır ecza kokan çocukların yüzünde umutsu bir gülümseme
bırakmak ister, büyük bir ürpertinin izini sürerken yeniktir, yaralıdır,
yenilmiştir, kederlidir ama hep ve her zaman buğulu sürgün zamanların trajik
hiçliğine sapsarı bir güneşle yuvarlanır. Işığın bile kanadığını görebilecek
kadar keskin bakan şair gözleri vardır. Ve elbette bilinir bütün şiirlerini
defneyaprağına sararak bir sigara tellendirir gibi içtiği. Nietzche onun
gözünde başka bir anlam daha kazanır, yalnızlığın, umutsuzluğun, birbaşına
olmanın şiirini yazmaktan asla ve asla usanmaz! Hayati Baki adlı iyi bir
şairimden söz ediyorum. “Şiirin Kesik Damarları”nı şiirleriyle, yokluğun
kışkırttığı güneş merhemiyle iyileştirmeye çalışıyor ve bunu da usulca ve
ustaca yapıyor zaten! Derin bir nihilizmin, belki de oluşun, kayboluşun,
dönüşmenin o biricik çabasını esenlikli bir yazgının yolculuğunda çağdaş bir
köleliğe de karşı çıkarak barışla bahar sevincini ne güzel bütünleştirebiliyor.
Yazdığı denemelere, incelemelere iyice ve incelikle eğiliniz. Şair, Tanzimat
Edebiyatına da çiçeğin ve ipeğin çiy tanesini bırakıyor, o çiy tanesi ki
unuttuğumuz, öldürülen, ölen, intihar eden, yalnızlığından geberen bir türkünün
kanından düşmüştür. Cem Sultan şairin dizelerinde ve bakışlarında başka bir
anlam derinliği kazanıyor. Bütün o anlattığı şairlerin kıymetini Hayati
Baki’nin şiirlerinde ve denemelerinde kızaran o sonbahar yaprağına bakarak da
anlayabiliyorum. Niyazi Karabey şairimin inceliğini de taşır! Vefalı olmak ne
güzel bir duygudur. Bana göre bu şairimizin “Harfler Kitabını” ve yeni çıkan
“şair ve hakikat” adlı o enfes denemelerini - Yazılı Kâğıt yayınlarından
çıkmıştır - özellikle genç kuşak çok sevecek ve yararlanacaktır. Bilmediği,
duymadığı önemli isimlerin kitaplarını alıp okuduklarında ise Hayati Baki
şairimize teşekkür edeceklerdir bunu çok iyi hissediyor ve biliyorum.
Sözü fazla uzatmaya gerek yoktur. Ses ve
ışık, hakikatle gerçek arasında sonrasızlığa bir ebedi yolculuk mudur bu? Her
şiirinde bir şarkı bir yıldız gibi patlar göğün yeryüzü arasındaki dostluğunda!
İşte bu bağlamda ummana açılmak için hiçbir şey beklemeden hayattan ve dünyadan
inandığı yolda ilerleyebiliyor. Sırf bu yüzden o zaman belki vicdan denilen o
ayna kir ve pas tutmayabilir, yutmayacaktır da! Olağanüstü bir kitap bu!
“Harfler Kitabı” belki de yaralı bir serçenin şarkısıdır kim bilir? İyi şair,
kardeşim Hayati Baki’nin söz ettiği bütün yazar ve şairlerin hepsi özgürlüğe
kanat çırpmış sanatçılarımdır. Bu şairimizin karlı dağları erimeyecek kadar
kendi masamızda bile buz çiçeği, kar çiçeği açmış kardelenlerdir. Aslında renk
olmasa da kristal bir camdan bakınca size düşen ve okumanız gereken bir şairin
ağıtları ve ağrıları ve geleceğe bakışının uzak dili olmasaydı nasıl yan yana
getirebilirdim ki kalbimin de 'bir' olduğunu anlatmayı. Derdim şudur! Bakın bu
dünyanın görünen yüzünü gördünüz. Şu güya görünmeyen, güya ‘çağdaş bir
Auschwitz halini yaşamadığımızı kim söyleyebilir? Aklınız dumur olur, adı
‘Aylan’ olan bir bebek sahile vurmuşsa işte bu insanlığın cinnet halidir.
Madımak’ı ne çabuk unuttunuz? Biliyor musunuz, özellikle sabahları, bazen
ummadığınız zamanlarda çöp içinde yiyecek, giyecek arayan çocuklar vardır. İşte
onlar sabah güneşinin mutsuz evlatlarıdırlar.
İşte bu yüzden pan flütün deliklerine
çakıl taşı tıkamasınlar. Simurg kendisini görebildiği halde biz şairlere
hayatı, şiiri, insanlığı, kardeşliği, aşkı ve umudu bize, bizlere yeniden
hatırlattığı için şu yazımın üzerini binlerce kez açınız, bakın, bakın nasıl da
renkahengin kelebekler mutlu bir tayf çiziyor göğün cam gibi yazılmış kül
yüzümüzde! Sahi, ben bir dizesini paylaşmadım mı Hayati Baki şair kardeşimin?
Siz Aborjinler’i bilir misiniz, işte şair kardeşim Hayati Baki o ormanda hiç
solmayacak bir manolya çiçeğidir. Her harf bir kelebektir, üzerseniz elinizde
“harfler kitabı” oluşur! Kardeşim, şairim, Hayati Baki’ye sevgimle ve muhabbetle.
Her şair çağdaşım böyle şiir çalışkanı olsun isterim!
Engin
Turgut, Hayati Baki Üzerine Küçük Bir Portre Sıcaklığı, Üvercinka, Aralık 2015
AŞK
ÖLMÜŞTÜR
1.
ilkin gözlerin öldü: gözlerindeki bakışı
gördüm.
uzlaşmaz olanı, sürgün günü. acı günler
için
başlayan şarkıda, artık işmar eylemiyor
azazil;
ses vermiyor seyyah rüzigâr.
ilkin gözlerin öldü: yanılsamalar bitti,
gitti
göçmen kuşları kalbimin. ikirciklenen
hayat, kırıldı
ışığın suyla öpüşmesinde. imdi gözlerin
yok, sesin
yok. yok oldu tenin gövermesi, ağzının
buğusu.
ilkin gözlerin öldü: göçebe ölümün göğsüydü
yurdun:
orada tapınıldın, kargışlandın orada. ölümü
unuttun,
çatlayan toprağın rahminde; aşka ayrılık
düştü.
karardı yitik güneşin öpüşü, çiy tanesi,
serinlik.
ilkin gözlerin öldü: dirliklendi ölük
çığlıklarım.
gözlerime ayna tutan gözlerinde güzeldin,
silindi
gölgene sığınan masal, fısıltıyla, orada,
sönen
ateşlerin yalnızlığında, küllere sordum
seni, ölümlere.
kuşlara sordum seni, çöllere, denizlere.-
2.
beni göğsüne yerleşik kılan aşkı yaşadım.
hüzün
çığlıklarını gördüm gözlerinde, şaşkın,
ürperen.
tuttum ellerindeki alevi: ısındım nirân
dudaklarında.
seni özge bir ışıkta ve henüz vakit yokken
bengisuya
kazıdım.
bir masal gibi uzun ve titrekti
parmakların: titrek
ve ürkekti gözlerinde eriyen imler, düşler
ve zaman
ince uzun bir koşudaydı saçların, rüzigârdı
tay
ve kıvrak ateş. ağzın bir ezgiydi utangaç
bir sözcüğü
öperken.
göğüslerinin fecrinde öptüğüm aydı: gül ve
leylak
gibiydin ırmağa düşen gölgenle: serin,
derin. sonra
lotüs ve nilüferlerle inerdi gece,
efsukârî.
meryemî bir bakışla kaçardın.
beni göğsüne yerleşik kılan aşkı unuttun.--
YORGUN
SARKAÇ
1.
unutuşla öpüşün sarkacında
yüzüyle söndürüyor geceyi
gözlerini izliyor eski bir ins'in gölgesi
belleğinde yorgun sözcüklerin ağırlığı
göğü üşüyor ölülerle
ellerinde külrengi güzün korkusu
zamanın sesini düğümlüyor
çiçeksiz bir denizin köpüğünde
küsüyor küçük pencere
rüzgârsız ağaçtaki kuşkulu kuşa
2.
perçemli çocukluğumdur uzaktan bakarım
bir ıslık vaktidir pencerede. -ıssızlıktır
ateşten korkan yüzüm suda boğulan sesim
çok eski resimlerdeki gibi yorgun
güneşler boyardım zamanın rengiyle
ve çiçek tozlarıyla ve toprakla.-
hurufatını silerdim tarihin ve hüznün
gülüşün üşüyen göğünde
mesellerden korkardım: babamdan, ölü
evlerinden
3.
kendine sus seslen kendine
bir evde, içinde yıldızlar olan.-
çünkü gün olur gül solar
yüreğinde küçük sevinçlerle
gecesin sen: sessizlik ve yalnızlıksın
orada, zamanın sisinde. bir kuş
senden uçar gider konar gölgene
kafes olur aynadaki ışığa
bir hışırtı bir ürperti bir tını
sessiz sessiz teyellenmiş ölümle. bir
uyku.-
kıyısında çağırışı tükenir denizlerin
ve yokturlar ve vardırlar uçurumlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder