12 Temmuz 2015 Pazar

CEVAHİR BEDEL'DEN ŞİİRLER

BOŞLUK İLE…

boşlukta yankılanandır:

neye benziyorum yoklayın ellerinizle
korkmayın korkmayın doğruca bakın
neden mi olur aniden bu garip boğuntu
bana sorarsanız akılla kurduğunuz köprü
birden dökülür, renk içinde akan sular…
oradayım işte yoklayın, az önceki içinizde
birden batar siyah bir kelime gibi genzinize
nefesinizde sakladığınız az öncenin mutluluğu…

aksisedamdır:

birden batar siyah bir kelime gibi genzinize
nefesinizde sakladığınız az öncenin mutluluğu…
zaten bilmezdim çayırlarda çiçek filan olmayı
bekleyip koyu bir sahanlıkta sabah akşam doğurmayı
bir dikeni,  hiç kanamadan, uçuk bir benizle…
hem bilsem üç sesle birden çağırmayı suları
önce nehirler gelirdi incecik, zarif boyunlarıyla
sonra kara göller, kekre ve kalın tortularıyla…

boşlukta yankılandır:

önce nehirler gelirdi incecik, zarif boyunlarıyla
sonra kara göller, kekre ve kalın tortularıyla…
üç sesiniz var evet, iç sesinizi yitirdiğinizden beri
maden gibi parıldar çok önce gömdüğünüz acılar
bana sorarsanız içinizi kabaca sıvadığınız adalet
birden sökülür, utanç içinde çıplak kalan duvarlar…
yanımdan geçerken gölgelenir güzel resminiz
avluyu doldurur ağıt söylemekten dönen konuklar…

aksisedamdır:

yanımdan geçerken gölgelenir güzel resminiz
avluyu doldurur ağıt söylemekten dönen konuklar…
zaten bilmezdim kitaplarda şiir filan olmayı
uğuldayıp derin bir sessizlikte vakitli vakitsiz harcamayı
bir “söz”ü, hiç acımadan, garip bir içtenlikle…
hem bilsem yerli yerinde tutmayı aşkı ve ötekileri
önce inanmazdınız, ellerimin maharetine şaşardınız
sonra alelade bir akış, günün sadece gün olması…

boşlukta yankılanandır:

önce inanmazdınız, ellerimin maharetine şaşardınız
sonra alelade bir akış, günün sadece gün olması…
aslını sorarsanız havada yankılanıp duran şeydir
boşunalık… gidecek yerin olmaması yırtık haritada
kan içinde kalan ellerinize baktım da, gülümseyin
kanayabiliyorsunuz,  çok eski çağların alışkanlığı
sırf bunun için kendimi unutup yeni huylar edindim
artık kapıları çalarak giriyorum yalnızlaşan evlere

aksisedamdır:

sırf bunun için kendimi unutup yeni huylar edindim
artık kapıları çalarak giriyorum yalnızlaşan evlere
sadece o mu? bir güzel cilalayıp kederli akşamları
kapalı çarşılarda, yollarda, yok pahasına satıyorum
bakmayın bana, aslında kendimi avutuyorum
zaten bilmezdim ölümlerde bıçak filan olmayı
incelip incelip bir seferde boşluğunuza dalmayı
hem bilsem, bilsem  ne olacaktı?

“Çayırı Sayıklamak” adlı kitabından
Cevahir Bedel

DÜNYAYA TÜNEMİŞ ATMACA

orada, sütleğenlerin ardında bir atmaca geceyi söylüyor
solgun gökyüzünün altında taşlara dönen gözleriyle
turuncu şimdi ölümün adı biteviye turuncu…

orada uzaklığı andıran ölü bir halka çünkü eşi
çünkü insan suretinde karanlık yeşil bir dirim arıyor
dünyaya tünemiş bir atmaca çığlık çığlığa geceleri

uyutmuyor kimseleri ve en kırmızı sesiyle
acısını görmeye çağırıyor, kanatlarına değmeden geçenleri
dağları kaldırmış da ova sanıyor yalnızlığını

geçmiş, oracıkta tepeleşmiş taş yığını
karanlıkta sezilmiyor elleri ayakları
bu tenha yol böyle, bu kaygılı yokuş

bir hınçla doldurup ciğerlerini son kez
uçuyor işte ve bırakıyor ağzından
hüzünlü şarkısını ağaçların

Cevahir Bedel

KAVAK İLE…

söylediğimdir:

senden sonra göğe sürmedim ellerimi
değmedim karanlık örtüsüne zamanın
dibindeyim suların ve mağaraların
acıdan boğuluyorum ah sevgilim!
ah aşkım!  sen bunu bilmiyorsun…
her yanı tutan suyu görmüyorsun.
elimi göğsüne koyuyorum ıslak değilsin
bense dibindeyim suların ve mağaraların…

kavak ağacının söylediğidir:

ardına bakmadan uzaklaştı sığırcık
dallarım boşluğa düşüyor işte
yer çekiyor, yer altı istiyor gövdemi
menendi yok bir kavak ağacıyım
gölgemi yok saysınlar yine de
güzün alnında vurduğum o damga…

söylediğimdir:

senden sonra kestim avludaki ağacı
dalları eğilmesin orada geçen günlere
çocuksu bir telaş benimki, ucu yırtılan yaşam…
bırakıyorum kendimi karmaşanın ortasına
tanıdık değil bu yangın, acıların çarpık yüzü
uzatılmış da bu avluya bırakılmış sanki
açıyorum peçesini, tuhaflık aynadaki ben!
ah! solgunluğun güzel kafiyesi…

kavak ağacının söylediğidir:

buradayım, içimden geçen bu gök de olmasa
bir gün vuracağım boylu boyunca kendimi,
fısıltılı sonbahar alıp götürmese yapraklarımı
akıtacağım kanımı yol üstlerine zul niyetine
yol da değişir yolcusunu sırtından atınca
atların sağrısında duruyor ağrıyan o ses

söylediğimdir:

vurdum sonunda kendim diye o ağacı
kökleri yürümesin mağara içlerine sinsice
sarhoş sanıyordu sonbaharı, sığırcıkları
menendi yok bir kavak ağacı serildi avluya
elimi koydum köklerine ıslak değildi
atlı gelmedi at yok, yol boyu bekleyiş
çimenlere basmanın tatlı heyecanı yok
çürüdü içimde her şey zamanın sesiyle…

kavak ağacının söylediğidir:

sonunda geldiğim yere döndüm
yapraklarımı ve kökümü dünyaya bırakıp
toprağa yasladım ak boynumu
incecik dallarım sürgün vermeyecek
salınmayacak rüzgarda tazecik gövdem
menendim yok,  ak bir kavak ağacıyım…

“Çayırı Sayıklamak” adlı kitabından
Cevahir Bedel

KENDİM İLE…

kendimden kaçtığımdır:

aslında ben sonbahardan önce ölmüştüm
çok önceleri daha kendimi ağaç sanırken
bir bozkırın ortasında, rüzgara açıkken alnım
dallarım göğe değil gövdeme dönerken büyümek için
ilk kez içe batan kendimle denemiştim ölmeyi

kendimin kaçtığıdır:

neden dolaşırım ki bu daracık sokakları
küçülen evlerin arasından geçerim neden
kar yağmış olur aniden kapı önlerine
bir çocuk annesinden aşırır güneşi
ben kuşların ardına düşerim bilmeden

kendimden kaçtığımdır:

ey yanı başımda yürüyenler söyleyin
ben kimim sahafları tavaf ederken
eski bir kokuyu içime çekip çekip
soluğumu sayfalara dağıtırken kim…
bana bir merdivenle inilir mi söyleyin

kendimin kaçtığıdır:

ya da durun durun söylemeyin
bu kente çok eskiden de geldiğimi
kayıklara binip denizi öpmeye gittiğimi
yer yer karardığımı yer yer silindiğimi,
söylemeyin hayatın kötü bir tekrar olduğunu

kendimden kaçtığımdır:

kendimi sınamaktan gelirim, sorguya çekmekten
dar ağacımı içimde gezdiririm inatla, elimde urgan
ah o çocuk, bir tülün ardından korkuyla sokağa bakan
o bakar  her akşam ellerime kaygılı gözlerle, içlenir
kısacık bir andır, soruları o söyler cevapları ben sorarım

kendimin kaçtığıdır:

tuhaftır bazı sızılar, yakıp gelmiş gibi bir ormanı
uzun bir gecede bilerek kilitlememiş gibi kapıları
bazı bakmalar cinayettir, saplar bir hışımla bıçağını
geçmişin elleriyle yakamızı bırakmayan fotoğrafa
bazı açmalar ateştir,  çiçeğini kül altında saklar…

kendimden kaçtığımdır:

o kadar yoksul ki kelimelerim giydirip gönderirim
urbalarını çıkarmadan alırsınız içeri, öyle değil mi!
uğuldar cümleleriniz, bir daha demem kendimi
demem ölümün en çıplak sözcük olduğunu
ve gizlendiğini yaşamın en renkli elbisesinde

kendimin kaçtığıdır:

ben içimde taşıdım sokakları, taşları ve ırmakları
ah en kötüsü kentleri o karanlık koca gövdeleriyle…
içimde taşıdım, kim gülümseyerek bakıp geçtiyse
acılarıma, solgun bir menekşeye bakar gibi
şimdi çokça eksiğim, aslını sorarsanız biraz fazla…

“Çayırı Sayıklamak” adlı kitabından
Cevahir Bedel

söğüt dalı için adâvet saati

I.
kaç bin yıllık sezgisini unutup
bir martının ağaca konmasını düşün
 (yeşil yosunlu deniz kokardı ağacın kökleri)

II.
alnının düzlüğünü unutup
ova aramasını düşün bir meczubun
(uyanırdı kan ter içinde, dili kilitli)

III.
yeniden kendine uyanan
durmaksızın unutkan beni düşün
(kuyulara eğilirdim giderek sarkıt kollarım)


çünkü ben söyledim karanlığı
hiç durmadan hiç durmadan
bir kez gitmiştim o sokağa
bir kez almıştım tüm dünyayı
çitleri ve çemberleriyle koynuma
yosun kokusu vardı ve cümle renkler
ve çok eski o sözcük ağzımda
ancak mırıldanabildim pas!

çünkü ellerim vardı ölümü andıran
iki beyaz kuşun göğü yarması
son kez olduğunu bilerek
öyle sıradan öyle sakin
gövdelerin boşluğa çarpması
bir kez görmüştüm yalnızlığı
soluğu kesen gözleri  vardı
hızla çarpan kalbi durdu
söğüt dalı boynumu öperken

şimdi soruyorum gece biterken
kaç eli var bu sabahın
kaç parmakla sayar beni
çünkü ben gizledim sayıları
evlerin avlularına, unutulsunlar!
sirenlerin şarkıları da bitti
beni denizlere çeken o tiz ses
şimdi kimin sesi…

Cevahir Bedel


ZERDEÇAL!

ey biliciler, şiir yapıcıları!
her yere en önce varanlar!
ağır dizeleriniz, görkemli sesinizle
yüzlerde kendinizi aramanızdan
tanıyorum, hançeriniz kağıttan
kıvrılıyor gerçeğe daha dokunmadan

gürültünüzden duyulmuyor
kalbimin atışları,
ey karaya meyl eden deniz kuşları!
sezilmiyor yönünüz kanat sesinden
çığlığınız derin hem de çok derin…

uzun yollara benziyorum
kaçtıkça kısacık bakışınızdan
döküyorum durmaksızın kabaran
dalgalarıyla sarhoş gölünüze,
ne varsa elimde avucumda.
balıklar yaşayamaz biliyorum
yosunlar çalılaşır, sazlık desen!

kalınlaşan sular düşünürüm boyuna
zayıflayan ruhunuza inat. ellerim
geçer gövdenizden, kum…
ne çok söz vardır kursağınızda
ne çok sevda… durup durup
yinelersiniz eski alışkanlıkları
kıvraklaşır kollarınız
diliniz peltekleştikçe

acılardan söz edersiniz şehvetle
bir kez bile koynuna girmeden
o kutsal gelinin, ağzınızda kayganlık…
ipeğimi sarıya boyarsınız, zerdeçal!
uzağınızdan geçerim korkuyla
siz öyle büyütürken gözlerinizi
ıslak diş izleriyle, kirli kahkahalara

ufka bakarken yeni bitmiş gecenizle
yüzünüzde sahte bir dağılmışlık
yavaş yavaş incelir içimde karanlık
uzar uzar uzar kuyulara ipim
yan yana yaslanmayan ağaçlar
gide gide unutulan eşikler mi dersiniz,
sandalyeler hatırlar, ahşap masalar
havada dönen İnsan delisi kuşlar
kendinizden hiç çıkmadığınızı!

izlerim usançla havada dönen
parmaklarınızı, kendinden emin!
dünyada olmaktan vazgeçerim
körlük büyütecini diker üstüme
kımıl kımıl, bir yere sabitlenmeyen
coşkunuz, siler önüne ne çıkarsa
aç aç aç nehirler gibi…
kırık bir sabahla
sesinizin dengeye gelmesini beklerim
usul usul soğurum bu meydanda
taş taş taş olurum…

Sincan İstasyonu, Mayıs-Haziran 2013
Cevahir Bedel

SÖZ TOPLAYICISI

uzaktan geldim, sabah uykularından
söz toplayıcısıyım, öyle derler
ellerimin kesiği ondan
yüzümdeki gizli karanlık…

tarlalardan geçtim, kasabalardan
doldurdum içimi tozlu kelimelerle
kuru otlarla, yavan sevgilerle
damarlarımdaki kanama ondan
yüzümdeki gizli karanlık…
 
hayat baktı içimdeki boşluğa bir süre
uğurlar ola dedi uğurlar ola
durup durup kendimi çağırmam ondan
yüzümdeki gizli karanlık…

cümle kapınıza geldim, geçip uykulardan
narin kırımlardan, balyoz ustalardan
söz toplayıcısıyım, öyle derler
sözü kınında koymam ondan
yüzümdeki gizli karanlık…

“Cevher Kapısı” adlı kitabından
Cevahir Bedel

AKLIN SEKMESİ

açınca kendiliğinden kanallar boyu kavisli suç
yaprakları damarlı ve bir o kadar nefti,
toplamak gerek ev içlerini, kapı önlerini

geldik gölgemizle fazlı darı’ndayız şimdi

bize gelince daraltır güzellik ilk hecesini
kuyusu derin ve bir o kadar siyah,
toplamak gerek ruh dağınıklığını, kötü günleri

geldik içimizle yusuf sureti’ndeyiz şimdi

açılınca kendiliğinden şehir önlerinde günah
ırmaklar boyu bir garip korku aklın sekmesi
o zaman dağıtmak gerek vahdeti, zavallı vahdeti

geldik gövdemizle mansur teni’ndeyiz şimdi

bizden çıkınca genişler ömrün kırlangıç diyeti
kurulmuş divanlarda sabırla ölçülür şiirin kafiyesi
toplasak da bitmez yanık döşleri, yanık döşleri

geldik ahımızla kerem sözü’ndeyiz şimdi

“Gece Yanığı” adlı kitabından


Cevahir Bedel


*Şiirler Cevahir Bedel’in izniyle yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: