9 Kasım 2017 Perşembe

İDRİS EKİNCİ



(1978, Sivas - )

Şair, yazar. Aşkar dergisi editörü.
Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Aşkar, Dergâh, Hece, Karagöz, Merhale gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları: Şiir: Uyku Kuşu, 2010, Ebabil, Ank; Son Üç Dakika, 2013, Ebabil, Ank.; Yürüyelim, 2019, Ebabil, Ank.

Deneme, İnceleme, Eleştiri: Poetik Fiiller, 2015, Ebabil, Ank.
Hakkında Yazılan Yazılardan Alıntılar:
/  "Diri bir şiir yazıyor İdris Ekinci. Canlı, konuşkan, içten dizelerle kuruyor şiirlerini. Sivas’tan, şairinin biyografisinden büyük kentlere ve başka dünyalara açılan, sonra tekrar kendine, kendine özgü coğrafyasına ve duyarlılık evrenine dönen bir şiir bu. Hem sözcük dağarı açısından böyle hem de temaları, içeriği açısından.
      Uyku Kuşu’ndaki şiirler, belli bir zaman diliminde peş peşe yazılmış gibi bir izlenim bırakıyor ilk bakışta insanda. Epey bir süre beklemiş, hazırlanmış, sözünü sesini toparlamış ondan sonra da çıkıp aralıksız konuşmuş  bir şair var sanki karşımızda. Uzun yıllara yayılmış şiirler değil yani bunlar. Yahut daha önce yazıp biriktirdiklerini sokmamış bu kitaba şair. Kıvamını bulmuş şiirler, birbirlerine benzeyen yönleri olsa da yakalanan sesin zamanında ve ekonomik kullanıldığı şiirler. Gardı pek düşmüyor. Müzik bütün kitaba yayılıyor. Ayıklamalar yapıldığı da belli. Belki kitap olarak biraz gecikmiş ama buna değmiş doğrusu."
Ali Emre


/  “GÖZÜNÜN YALIMI YAKMAYAN
       Bir şair, gençken ifade ettiği ile yüklemeye çalıştığı anlam arasındaki açığı kapatmaya çalışır durur. Bu açığı sadece sezgisiyle algıladığı  için malzemesine karşı hoyrat olabilir, otuz kere otuzuna gelir. Otuzun eşiğini aşındırmak ve her şeyin “eninde sonunda yanlış”  olduğuna varmak, modern şiirimizin ayırıcı özelliği. Burada modernliği tarihsel bir tema olarak değil, edebiyata dair teorik bir tema olarak alıyorum. Şiirimizin zoraki modernliği her şairi bir çeşit dikenli tel olarak da çerçeveliyor. İdris ise varlığını şiire koyan, cam gibi bir adam. Pürüzsüz, şeffaf, topraktan yapılmış, kırılmadıkça kanatmaz; kindar değil. Şiirleri de bu mizacı, bir çeşit Türk-Anadolu modernliği olarak mesela Büyük Saat okuyan, bikarar, gözünün yalımı kimseyi yakmamış olan ama –kesinlikle erkek olan- bir yiğit portresi çizerek yansıtıyor.
       Postmodernist tavırla temas halinde olmayan bir şiir İdris’in yazdığı. Bunun sonucu, kusura bakış açısında görünür. Kusursuz bir eskiz ve kusurlu bir şiir arasındaki fark postmodern tavrın bir kenara koyduğu bir farktı. Anlam uğrundaki savaş ve eskizden uzaklaşma çabası devam ediyor İdris’in şiirlerinde. Hem insan olmanın vicdanî anlamı hem de şiirsel anlam peşinde bir şairle karşı karşıyayız.
       Onun şiir içinde hem türsel beğeniler hem de şair beğenileri anlamında kendine sınır taşları, adeta bir delikanlılık ilkesi çerçevesinde bir alt kanon koyduğunu görüyorum. Bu taşlar başlangıç için bir hayranlık etiğini vurgular; ama daha sonraki zamanlarda şairin şiirle irtibatındaki yoğunluğa bağlı olarak şiirden kaybolmaları beklenir. Görece barışı  ortadan kaldırıp kavgayı başlatan asıl saik da budur; dilerim ki o zaman İdris’in kılıcı keskin olsun.”
Hayriye Ünal

/  “Uyku Kuşu, şiir damarı güçlü bir şairi, imkanlı bir şiiri müjdeliyor. İdris Ekinci’nin rahat, bol dökümlü ve insanda tek kişilik bir koro konuşuyormuş intibaı bırakan şiirleri, hem ikinci yeniden hem de doksanlardan sonra ortaya çıkan yönelimlerden beslenen bir şiir. Şair, rahat söyleyişin savrukluklarından paçasını kurtarıp, canlılığına kıymadan şiirini derinleştirdikçe, gücü de imkanı da daha görünür hale gelecek.
       “Karşı kıyıya geçmeyi bilmiyordum, sessizdim, gölgelerim hırçındı/Koltukların dibine bıraktığım yorgunluk kaç gündür aynı yerde duruyordu…”
Ali Ayçil

/  "İdris Ekinci, sesini İsmet Özel'le Sezai Karakoç arasında ama daha çok da İsmet Özel'e yakın bir yerden bulup çıkardığını düşündüğüm bir şair. Kırılganlıkla diriliği aynı tınıyla şiire yedirmesini ustalıkla bilmesi de sanırım bastığı zeminin sağlamlığıyla ilgili. Şiirde müslüman olmayı önemseyen bir duruşu var, asıl özgünlüğü de burada. Yolu bahtı açık olsun, güzel şiirler okuyacağız ondan."
Mustafa Köneçoğlu

Şiirlerinden Seçmeler:

CEVİZ MEVSİMİ

I

Her akşam eve dönerken bilmem kaç tanrı bıçaklıyorum
Yok şimdi eskiden sarıldığımız ablalar
Canlarım, yağmuru dindirme heyecanları
Her şeyden edinilmiş kinayenlenmiş kadınlar
Arkadaş kırıntıları gülüşme kitapçıkları
Çünkü kendimi tanımadan geçirdiğim zamanlar
Ben onları vurdum çözdüm altlarını çizdim
Ne çok şapkam vardı ne çok titrerdim
Cebimden çıkarırdım hiç gidilmemiş yolları
Dikildim o saksının karşısına bu çiçek açacak dedim
Durup ya eski bir kırmızı ya da bilmem ne seansları
Burada sıkılıp açtım bütün dolapları
Eskiden aklıma bile getirmezdim iyi bilirdim
Umutsuzluk küfrün odasına getirip kilitler insanı
Senle telaşsız ivmelerinle gösterişsiz ve derin
Çürüyüp dökülür giderdi can sıkıntıları

II.

Geriye dönsen de bi baksan aynı yerde miyim
Çoğalttığımız sokakları yoklasan eski gözlerinle
Harf harf adımızın üstüne gölgemizle yazılanları
Takvim bozma sanatı erkenci duruşlar
Eylüllerden ekimlerden kasımın gelmeyişinden
Biçilmiş bir demet çocuktuk baktın mı kuruyorlar
Bir demet çocuğun onulmaz biçimlerinden
Arkası gelsin iğde de olsun yeni açılmış bir park da
Biraz zaman kalsa aramaya bulamamaya
Eşiklerden geçince yeni bir isim
Daha yeni, bir tanrıyı kan içinde bırakmış
Kıyasıya kullanılmış derin bir bıçakla
Yeminimi olduğum yere de getirirdim
Telaşımı soğukluğumu bütün anlaşmalara
Eğimsiz soluğumu da derdim ıslık yok
Oysa tansiyon yorgunluk iştiyak ve pasta
Yüzünün nereli olduğu kestirilemeyen
Birçok sınanmışlıktan terleyen bir ustura
Yarası bir otel olmaktan odalanmış
Bir ceviz bir sandık kirlenmişlik ve soda
Yanlış tanındım eski bir griyim o kırmızıya hiç özenmedim
İstanbul’u uzaktan sevdim hem ısrarladım da
Kitabı bekledim ilhamı bekledim o kızı bekledim
Kitap geldi ilham geldi o kız biraz sonra
Sonbahar güneşinin önünde oturup
Karanlığımı acıtan kelimeleri düzelttim
Saklandım çırpıların giyindiğim güzüne
Bahçeleri saymayı severdim kimsenin yeltenmediği
Bir şehir biriktirmeyi ava gitmek gibi bilinen
Kurşunun hedefe yüz vermediği
Artık yapraklar da dallarına ağır geliyor
Bayraklanıyor gündönümü bir daha olmamaya
En güzeli durdurmamak şu akıp gideni
Demek ki katlanmışım hiç umulmayan ucumdan
Demek ki topuklarım alışmayacak o suya
Aceleci çekingen nemli ama soldurmayan
Biraz rüzgarlı biraz eldivensiz biraz duası ağzında kuruyan
Böylece silahımı gözümden de saklıyorum
Sebepsiz üşümeyi grilerle değişen gerilere düşen
Sonra bir su bir elma bir ekmek bir su
Sonra su sonra su su başta ve sonda
Aç karnına sigara boş yere sigara
Sonra “tütünler ıslak” ve tafra

III.

Sende kalsın kırılan anısı uykusuzluğun
Baş dönmesinin yazgılı seyrek uyuşmuşluğu
Taşırsan susmanın getirdiklerini de yanına al daral
Ben de gelirim onarılmış bütünlenmiş bir yalnızlık oluruz
O zaman ikindilerimizde hep yağmurlar olur nasılsın olur
Şiirsiz düşeriz yol üstü merhabalaşmaktan
İnanıyorum kuzgun çığlıklarının sayıkladıkları öyküye
İnanıyorum acısı dinecek kolları durulacak diye
Solmak için kırağı düşleyen kır çiçeklerine
Amenna açımızın şaşırttığına sararan albümlere
Gelmeyen bitmeyen mezuniyet törenlerine

IV.

O gün bütün pozisyonlara ağladım androjen diyecekler
Ahladım küllendim vakur paslanmalara
Ödüllendim yani nasıl yol aldım nasıl
Yollandım hep kaleciyle çarpıştım
Coğrafyadan çaktım tarihe takıldım
Yitimler içinde uzatmalar boyunca
Nurlar içinde yattım

V.

Bir taşa sır verip bir kitaptan kafayı kaldırıp
Baktım şöyle dünyaya kalabalık şarlak kalabalık
Taze yağmurluklara sarınıp da yürüdüm
Bir hatıra mahreci çopurlanan günlere satılık
Yani bana atfedileni boş çevirmemek için
Yalancıya çıkarmamak için yaşamanın adını
Bir durdum bir koştum bir sustum
Bir konuşmak gelmedi içimden bile
Tufan koparken yer bırakılmamıştı bana gemide
Kollarım ne ki Allahım yaslanacağım tepe kaç kulaç ötede
Sen bana kucağını açmasan da gelirdim
Rastlamamak mümkün mü nerde yoksun hangi yönde
Güldürsende ben sana ağlamayı bilirdim
Koşardım sana doğru kıvrımların zahmetinde

VI.

Bu güneş böyle güzel miydi
Bu dallarını birden yitiren ağaç
Bu duman böyle inceden ince
Ben otuz üç yaşımdan sağdım da ağulu sütü
Hem sızdırdım hem kana kana içtim de
Üşüdüm her eşiği atladığımda eve her dönüşümde
Dayandım da musallaya ferahladım iyi mi
Sevindim bütün yolların aynı yere gidişine.

YANGIN YERİ

“-Mutluyuz di mi Sadık?”
“-Mutluyuz abi.”
“Kirazın kilosu yedi lira olmuş; niye âşık olayım abi!”

Sana koynumun bir yangın yeri olduğunu
Kollarımla bu harı durmadan soluduğumu
Sana hep o haberi bekleyip durduğumu
Söylemeseler de sen bu yağmurdan anlarsın

Sana eskiden güzel akşamlar çizerdim
Topukların soğuk taşları güldürür derdim
Sana uzaktan da olsa bakmaları severdim
Bilmesen de sen bu rüzgârdan kanarsın

Sana şimdilerde kırka bölündüm desem
Her köşede bir uzvumla seni beklesem
Sana tehirden yorulmuş saçlarımla gelsem
Görmesen de sen bu kalbi duyarsın

Sana herhangi bir durmak fiilinden
Sonsuz titremelerin doğup büyüdüğünden
Sana gövdemin şu çürüyen demirinden
Pas döksem de sen bu ateşi tutarsın

Sana yangın yerlerinden bir tütün
Sarıp sarmalayıp da avuttuğum gün
Sana her defasında çarpıp döndüğün

Bent olsam da sen bu duvarı yıkarsın

Hiç yorum yok: