(1978, Sivas - )
Şair,
yazar. Aşkar dergisi editörü.
Şiirleri,
yazıları ve söyleşileri Aşkar, Dergâh, Hece, Karagöz, Merhale
gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları: Şiir: Uyku Kuşu, 2010, Ebabil, Ank; Son Üç Dakika, 2013,
Ebabil, Ank.; Yürüyelim, 2019, Ebabil, Ank.
Deneme, İnceleme, Eleştiri: Poetik Fiiller, 2015,
Ebabil, Ank.
Hakkında
Yazılan Yazılardan Alıntılar:
/ "Diri bir şiir
yazıyor İdris Ekinci. Canlı, konuşkan, içten dizelerle kuruyor şiirlerini.
Sivas’tan, şairinin biyografisinden büyük kentlere ve başka dünyalara açılan,
sonra tekrar kendine, kendine özgü coğrafyasına ve duyarlılık evrenine dönen
bir şiir bu. Hem sözcük dağarı açısından böyle hem de temaları, içeriği
açısından.
Uyku Kuşu’ndaki şiirler, belli bir zaman
diliminde peş peşe yazılmış gibi bir izlenim bırakıyor ilk bakışta insanda.
Epey bir süre beklemiş, hazırlanmış, sözünü sesini toparlamış ondan sonra da
çıkıp aralıksız konuşmuş bir şair var
sanki karşımızda. Uzun yıllara yayılmış şiirler değil yani bunlar. Yahut daha
önce yazıp biriktirdiklerini sokmamış bu kitaba şair. Kıvamını bulmuş şiirler,
birbirlerine benzeyen yönleri olsa da yakalanan sesin zamanında ve ekonomik
kullanıldığı şiirler. Gardı pek düşmüyor. Müzik bütün kitaba yayılıyor.
Ayıklamalar yapıldığı da belli. Belki kitap olarak biraz gecikmiş ama buna
değmiş doğrusu."
Ali Emre
/ “GÖZÜNÜN YALIMI
YAKMAYAN
Bir şair, gençken ifade ettiği ile
yüklemeye çalıştığı anlam arasındaki açığı kapatmaya çalışır durur. Bu açığı sadece
sezgisiyle algıladığı için malzemesine
karşı hoyrat olabilir, otuz kere otuzuna gelir. Otuzun eşiğini aşındırmak ve
her şeyin “eninde sonunda yanlış”
olduğuna varmak, modern şiirimizin ayırıcı özelliği. Burada modernliği
tarihsel bir tema olarak değil, edebiyata dair teorik bir tema olarak alıyorum.
Şiirimizin zoraki modernliği her şairi bir çeşit dikenli tel olarak da
çerçeveliyor. İdris ise varlığını şiire koyan, cam gibi bir adam. Pürüzsüz,
şeffaf, topraktan yapılmış, kırılmadıkça kanatmaz; kindar değil. Şiirleri de bu
mizacı, bir çeşit Türk-Anadolu modernliği olarak mesela Büyük Saat okuyan,
bikarar, gözünün yalımı kimseyi yakmamış olan ama –kesinlikle erkek olan- bir
yiğit portresi çizerek yansıtıyor.
Postmodernist tavırla temas halinde
olmayan bir şiir İdris’in yazdığı. Bunun sonucu, kusura bakış açısında görünür.
Kusursuz bir eskiz ve kusurlu bir şiir arasındaki fark postmodern tavrın bir
kenara koyduğu bir farktı. Anlam uğrundaki savaş ve eskizden uzaklaşma çabası
devam ediyor İdris’in şiirlerinde. Hem insan olmanın vicdanî anlamı hem de
şiirsel anlam peşinde bir şairle karşı karşıyayız.
Onun şiir içinde hem türsel beğeniler
hem de şair beğenileri anlamında kendine sınır taşları, adeta bir delikanlılık
ilkesi çerçevesinde bir alt kanon koyduğunu görüyorum. Bu taşlar başlangıç için
bir hayranlık etiğini vurgular; ama daha sonraki zamanlarda şairin şiirle
irtibatındaki yoğunluğa bağlı olarak şiirden kaybolmaları beklenir. Görece
barışı ortadan kaldırıp kavgayı başlatan
asıl saik da budur; dilerim ki o zaman İdris’in kılıcı keskin olsun.”
Hayriye Ünal
/ “Uyku Kuşu, şiir
damarı güçlü bir şairi, imkanlı bir şiiri müjdeliyor. İdris Ekinci’nin rahat,
bol dökümlü ve insanda tek kişilik bir koro konuşuyormuş intibaı bırakan
şiirleri, hem ikinci yeniden hem de doksanlardan sonra ortaya çıkan
yönelimlerden beslenen bir şiir. Şair, rahat söyleyişin savrukluklarından
paçasını kurtarıp, canlılığına kıymadan şiirini derinleştirdikçe, gücü de
imkanı da daha görünür hale gelecek.
“Karşı kıyıya geçmeyi bilmiyordum, sessizdim,
gölgelerim hırçındı/Koltukların dibine bıraktığım yorgunluk kaç gündür aynı
yerde duruyordu…”
Ali Ayçil
/ "İdris Ekinci,
sesini İsmet Özel'le Sezai Karakoç arasında ama daha çok da İsmet Özel'e yakın
bir yerden bulup çıkardığını düşündüğüm bir şair. Kırılganlıkla diriliği aynı
tınıyla şiire yedirmesini ustalıkla bilmesi de sanırım bastığı zeminin
sağlamlığıyla ilgili. Şiirde müslüman olmayı önemseyen bir duruşu var, asıl
özgünlüğü de burada. Yolu bahtı açık olsun, güzel şiirler okuyacağız
ondan."
Mustafa Köneçoğlu
Şiirlerinden
Seçmeler:
CEVİZ
MEVSİMİ
I
Her akşam eve dönerken bilmem kaç tanrı
bıçaklıyorum
Yok şimdi eskiden sarıldığımız ablalar
Canlarım, yağmuru dindirme heyecanları
Her şeyden edinilmiş kinayenlenmiş kadınlar
Arkadaş kırıntıları gülüşme kitapçıkları
Çünkü kendimi tanımadan geçirdiğim zamanlar
Ben onları vurdum çözdüm altlarını çizdim
Ne çok şapkam vardı ne çok titrerdim
Cebimden çıkarırdım hiç gidilmemiş yolları
Dikildim o saksının karşısına bu çiçek
açacak dedim
Durup ya eski bir kırmızı ya da bilmem ne
seansları
Burada sıkılıp açtım bütün dolapları
Eskiden aklıma bile getirmezdim iyi
bilirdim
Umutsuzluk küfrün odasına getirip kilitler
insanı
Senle telaşsız ivmelerinle gösterişsiz ve
derin
Çürüyüp dökülür giderdi can sıkıntıları
II.
Geriye dönsen de bi baksan aynı yerde miyim
Çoğalttığımız sokakları yoklasan eski
gözlerinle
Harf harf adımızın üstüne gölgemizle
yazılanları
Takvim bozma sanatı erkenci duruşlar
Eylüllerden ekimlerden kasımın
gelmeyişinden
Biçilmiş bir demet çocuktuk baktın mı
kuruyorlar
Bir demet çocuğun onulmaz biçimlerinden
Arkası gelsin iğde de olsun yeni açılmış
bir park da
Biraz zaman kalsa aramaya bulamamaya
Eşiklerden geçince yeni bir isim
Daha yeni, bir tanrıyı kan içinde bırakmış
Kıyasıya kullanılmış derin bir bıçakla
Yeminimi olduğum yere de getirirdim
Telaşımı soğukluğumu bütün anlaşmalara
Eğimsiz soluğumu da derdim ıslık yok
Oysa tansiyon yorgunluk iştiyak ve pasta
Yüzünün nereli olduğu kestirilemeyen
Birçok sınanmışlıktan terleyen bir ustura
Yarası bir otel olmaktan odalanmış
Bir ceviz bir sandık kirlenmişlik ve soda
Yanlış tanındım eski bir griyim o kırmızıya
hiç özenmedim
İstanbul’u uzaktan sevdim hem ısrarladım da
Kitabı bekledim ilhamı bekledim o kızı
bekledim
Kitap geldi ilham geldi o kız biraz sonra
Sonbahar güneşinin önünde oturup
Karanlığımı acıtan kelimeleri düzelttim
Saklandım çırpıların giyindiğim güzüne
Bahçeleri saymayı severdim kimsenin
yeltenmediği
Bir şehir biriktirmeyi ava gitmek gibi
bilinen
Kurşunun hedefe yüz vermediği
Artık yapraklar da dallarına ağır geliyor
Bayraklanıyor gündönümü bir daha olmamaya
En güzeli durdurmamak şu akıp gideni
Demek ki katlanmışım hiç umulmayan ucumdan
Demek ki topuklarım alışmayacak o suya
Aceleci çekingen nemli ama soldurmayan
Biraz rüzgarlı biraz eldivensiz biraz duası
ağzında kuruyan
Böylece silahımı gözümden de saklıyorum
Sebepsiz üşümeyi grilerle değişen gerilere
düşen
Sonra bir su bir elma bir ekmek bir su
Sonra su sonra su su başta ve sonda
Aç karnına sigara boş yere sigara
Sonra “tütünler ıslak” ve tafra
III.
Sende kalsın kırılan anısı uykusuzluğun
Baş dönmesinin yazgılı seyrek uyuşmuşluğu
Taşırsan susmanın getirdiklerini de yanına
al daral
Ben de gelirim onarılmış bütünlenmiş bir
yalnızlık oluruz
O zaman ikindilerimizde hep yağmurlar olur
nasılsın olur
Şiirsiz düşeriz yol üstü merhabalaşmaktan
İnanıyorum kuzgun çığlıklarının
sayıkladıkları öyküye
İnanıyorum acısı dinecek kolları durulacak
diye
Solmak için kırağı düşleyen kır çiçeklerine
Amenna açımızın şaşırttığına sararan
albümlere
Gelmeyen bitmeyen mezuniyet törenlerine
IV.
O gün bütün pozisyonlara ağladım androjen
diyecekler
Ahladım küllendim vakur paslanmalara
Ödüllendim yani nasıl yol aldım nasıl
Yollandım hep kaleciyle çarpıştım
Coğrafyadan çaktım tarihe takıldım
Yitimler içinde uzatmalar boyunca
Nurlar içinde yattım
V.
Bir taşa sır verip bir kitaptan kafayı
kaldırıp
Baktım şöyle dünyaya kalabalık şarlak
kalabalık
Taze yağmurluklara sarınıp da yürüdüm
Bir hatıra mahreci çopurlanan günlere
satılık
Yani bana atfedileni boş çevirmemek için
Yalancıya çıkarmamak için yaşamanın adını
Bir durdum bir koştum bir sustum
Bir konuşmak gelmedi içimden bile
Tufan koparken yer bırakılmamıştı bana
gemide
Kollarım ne ki Allahım yaslanacağım tepe
kaç kulaç ötede
Sen bana kucağını açmasan da gelirdim
Rastlamamak mümkün mü nerde yoksun hangi
yönde
Güldürsende ben sana ağlamayı bilirdim
Koşardım sana doğru kıvrımların zahmetinde
VI.
Bu güneş böyle güzel miydi
Bu dallarını birden yitiren ağaç
Bu duman böyle inceden ince
Ben otuz üç yaşımdan sağdım da ağulu sütü
Hem sızdırdım hem kana kana içtim de
Üşüdüm her eşiği atladığımda eve her
dönüşümde
Dayandım da musallaya ferahladım iyi mi
Sevindim bütün yolların aynı yere gidişine.
YANGIN
YERİ
“-Mutluyuz di mi Sadık?”
“-Mutluyuz abi.”
“Kirazın kilosu yedi lira olmuş; niye
âşık olayım abi!”
Sana koynumun bir yangın yeri olduğunu
Kollarımla bu harı durmadan soluduğumu
Sana hep o haberi bekleyip durduğumu
Söylemeseler de sen bu yağmurdan anlarsın
Sana eskiden güzel akşamlar çizerdim
Topukların soğuk taşları güldürür derdim
Sana uzaktan da olsa bakmaları severdim
Bilmesen de sen bu rüzgârdan kanarsın
Sana şimdilerde kırka bölündüm desem
Her köşede bir uzvumla seni beklesem
Sana tehirden yorulmuş saçlarımla gelsem
Görmesen de sen bu kalbi duyarsın
Sana herhangi bir durmak fiilinden
Sonsuz titremelerin doğup büyüdüğünden
Sana gövdemin şu çürüyen demirinden
Pas döksem de sen bu ateşi tutarsın
Sana yangın yerlerinden bir tütün
Sarıp sarmalayıp da avuttuğum gün
Sana her defasında çarpıp döndüğün
Bent olsam da sen bu duvarı yıkarsın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder