24 Ekim 2016 Pazartesi

NEVRUZ UĞUR


(5 Nisan 1955, Bafra / Samsun - )

Kendi işlerinde çalıştı. Dört ayrı derginin yayın yönetmenliği ve diğer emek süreçlerinde yer aldı. İstanbul’da yaşıyor.
İlk şiiri 1982'de Varlık Dergisi’nde (Nisan 1982) yayınlandı. Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Aksi Sanat, Amanos Edebiyat, Amik, Çini Kitap, Dar Sokak, Düşün, Edebiyat’81, Edebiyat Nöbeti, Eliz Edebiyat, Evrensel Kültür, Gökyüzü, İnsancıl, Karalama, Mühür, Öteki-siz, Papirüs, Sanat Emeği, Sarmal Çevrim, Sol, Şiiri Özlüyorum, Taflan, Tmolos Edebiyat, Varlık, Yaşam Sanat, Yeni Olgu, Yıldız Tozu gibi dergilerde yayımlandı.
Hakkında Hazırlanan Özel Sayı ve Dosyalar: Edebiyat Nöbeti, S. 19, Kasım-Aralık 2018.
Yapıtları: Şiir: *Gecenin Göklerinde Yanarken Sesim, Ner Ktb., 1988 *Hiçbir Şey… ve Bir Şey…, Karalama Dergisi, 2004 *Hata  Günlüğü, Şiiri Özlüyorum, Nevşehir: 2014 *Su Dağları, Mühür, İst.: 2016 Yamalı Bulut, Temren, İzmir: 2018 *Uzağın Tozları, Kaos Çocuk Parkı, Ank.: 2019 *Linç Lirikleri, Klaros, Ank.: 2020 *Daha Gazel-Toplu Şiirleri, (Daha önce yayınlanmış yedi kitabıyla yayımlanmamış "Daktilo Şarkıları", "Kısa Yol Sunumları", "Antakya Prelüdleri", "Daha Gazel", "Ulu Destanlar", Caz Bahçeleri" ve Renkler Söküğü" adlı dosyalarının birlikte basımı) Klaros, Ank.: 2020  
Kaynaklar: Hilmi Haşal, "Nevruz Uğur ve Labirent Çelişmeleri", Eliz Edebiyat, S. 92, Ağustos 2016, 3, Nevruz Uğur, Daha Gazel, Toplu Şiirleri, Klaros, Ank.: 2020.

*22 Mart 2022 tarihinde güncellendi.

Şiirlerinden Seçmeler:

BİR DEMET ŞİMŞEK

dokundum naaşına içinde yoktun
alıp götürdüler öyle yokluğunu

kaldı çevrede vaktin alevli ahı
tabutunun içinde olmayan her şeyin kaldı

değneğindeki avucun alnında şapka tereğinin yarım gölgesi
kirazın kesik kolundaki sakun
göldeki apat ağ ve iskele
ve iskeleyi okşayan yeşil teni gölün
anneme uçan sesin ağaçların üstünden

alıp gittiler
toplayıp geldik nen varsa
bir demet şimşekti kalan

ÇİÇEKAÇTIKIRILDIĞIMAYNA

I-
yaramı giyinip bakınca aynasına karanlığın
koştum mesafelerin korkumu çağırdığı soyutlara
yüzüme ay ışığı aldım kalbime eski gölgeler
koştukça rüzgarların soldurduğu sulardan geçtim
çıplaklığına ulaştım insanlığımın bomboştu ellerim

uykularıma su katan seviştiğim cadı
soğuk ruhuyla güldü uzun uzun
gövdemin orguyla haz huyları edindi
şehrin sessizliğine çarpa çarpa bi alev uçup gitti
pencerelerin endişeli bakışlarında yüksek teraslardan
kıyısız denizlerin senfonisine
yıldız kırıntılarını yuttu balıklar ellerimi ıslatmadan sevdim pullarını
bi pandanın pamuk sevinciyle pembeleşiyor avcumdaki çizikler
yüklendiğim sözcüklerle yıkıldım kanımın kuyusuna
eski tenhalıkların desenleri odamın duvarlarına indi
gece geceye indi.son ayetti manasızlığım indi
soyundum urbasını yaramın ruhumdan gövdem indi
şehre çiseleyen siste
düşüme ve uyanışıma sevincin el çırpan çimleri
incelen biri geçti içinden kırıldığım aynanın
kırmızı bi yokluk aktı yüzümden vakte
gül beklediğim daldı kokusundan bildim
balkonda mızıka çalan şafaktan

II-
vakte asılı saz mı tezenesinde çiçekler açtıran
kırık yüklenmelerin çilesinde göğsü elenen
kokuşmuşluğun gezindiği sokaklara bırakmış klakson çapakları
biteviye uluyan geometrisine mükerrerlik başkası mı
omuzlarını gün ışığında kuşlar taşıyan duvarlar
gölgelere tüneyen korkunun renksizliğinde
pelur yelkenliler yapıp yakamozlar çoğaltan aşk
göğe mi yağıyor yeryüzünden

ki turkuvaz kıyılarından sarkıyor bulutlar
sazlarının göğsüne erdiği şehri yüklenmiş gökyüce
limitlere kırbaç vuran şimşekleriyle geçiyor
yıkıyor yakıyor onarıyor saflığımızı
ölümlü tanrılar büyük nasılsa bâki’den

Mühür, Sayı: 65, Temmuz-Ağustos 2016

İNCE GAZEL

1.
sözümün tılsımında tazesin, sıcaksın, yarasın
bulutları kaldıran rüzgarsın mavi suskularımda;
sıcak ovaların kokusu gibisin,
ekinlerin yeşilliğinden ve huşudan geliyorsun

2.
ay ışığı giyinmiş göllersin eteğinde kayaların
yıldızname okuyor gözlerin ortadoğu gecelerine
emsileden maksuttan çekilmiş sıygasın
dillerle bölünen Babil’den geliyorsun

3.
yeşil sesli ayetler çiseliyor göğsüm yarılıyor
tecvitli mahreçlerin ilahisi, flamenkosu gözlerin
imameler ve haçları korlaşırken dudaklarda
mahramanı tana savurup çıplak geliyorsun

4.
bağın mı küstü, bağbanın mı öldü ne
makasının kırığı kalbinde kalmış bahçenin
meyvelerin acıkmış, hırsız kemanlar yasak
kıskançlık diyorsun yokluğuna yalan geliyorsun

5.
tinimin ziyafet temcidi sevdalara uyandım
suyuna şarabına ekmeğine tuzuna okut beni
müstesnadır unutmak ve hata
ebedi bir orucun iftarına geliyorsun

İŞKİL

hani tüm sular çağırır hiçbirine giremezsin
hani yıldız kırıkları üşür içinde geceleri
dokunduğun her nesne yiter tenin dahil
ansızın adımın ikinci merdivendir gülersin
ya da okuyamazsın içindeki hızdan aklındaki yazıyı
uçan bir imge başka bir dala konmuştur
olan olmuştur

işte öyle bi an geçiyor üstümden
kendimle olan kısa mesafede
geçenle geçildiğimi sanıyorum ben

PİANO KEDERLER - 1

ıslaklığa çöken esmerlik kederli ruhundan inmiş mazinin
inciltmeden kokladım sokağa uzanan sarmaşığını gecenin
katılıkların yordamı karaltıların savruk pejmürde suskusu
şölenden çekilmiş cinlerin cenk yorgunluğundaki aryaydı

insanın soyut geometrisiyle düş yansıları
sonsuz alacakaranlığına yüreklerin rafine endişeler bırakıyor
imgelem testimizden sızan siyah korkuları
batıl meyhanesinde hayatın aczimize sunuyoruz
çan çiçekleri kemiriyor esrik yaralarımızı
ay bakıp bakıp ağaçların arasından buluta giriyor
kapatıyorum penceremi melekleri üzecek melekelerimle

dualardan daha sıcak uykulara iniyorum
geceyi uğurluyorum bilmediğim ülkeye
gözkapaklarımı annem kapatıyor
öksüzlük namazlarına duruyorum seccade bilip gölgesini
annem yok. annem yok.
kederli ruhumdan sesi geçiyor
yeşil bi geleğen tutukluyor kalbimi

06 SULARI

1.
adındır bu şu an terk edilecek gemide
adındır sıcak yatağımda uyuyan yokluk
yüklendigim sızı içtiğim su acıktığım adındır

şimdi adındır dün adındı yarın adın olacak
bütün sabahları süsleyeceğim gülüşlerinle
şu soylu boşluğa bağıracağım adındır

adını aldım gidiyorum şu çelik gürültüye
yüksekten koparcasına düşen kalın zincir sesleri adındır
rölantiler rotalar molalar çay saatlerinin serinliği
işçilerin kalbinde tüten bebekler adındır

adındır şu görkem
nasıl girebilirim bu cehennemlere adın olmasa
adın olmasa tadı olur mu mavinin ve huysuzluğun
verilmeyen dalları kırar mı rüzgarlar
adındır öfkemin tadı
tuzum ekmeğim sevincim adındır
adına yazdım ben bunca alevi 06 sularında

“Hata  Günlüğü” adlı kitabından

SU DAĞLARI

V
bi duygu sancıdı yüreğinde vaktin
dizlerim ağlayacağını söyledi güneşin
tahtabacak bi gölge çöktü yanıma
ayaklarındaki çimenliğe baktım
bi rüzgar kesmiş yeşilken budağını
baltaların sesiyle uyanmış su dağlarına
kuyulara hile taşıyan kervanların endişesi
ayak olmuş anadoluya
o rüzgar hâlâ çöl gemilerine kuran okuyor
ay ışığında ölülerini arıyor insanlar
güneşin kanlı dallarından geçiyor vakit
ektiği çiçekleri söküp içimizden geçiyor vakit

akdenizin karnını dinliyor su dağları

Hiç yorum yok: