14 Ekim 2016 Cuma

NUR İPEK ÖNDER


(29 Kasım 1985, Üsküdar / İstanbul - )


       Fatma Hanım ile Hakan Önder’in kızı. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü’nü bitirdi. Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptı.
       İlk şiiri Altay Öktem’in çıkarmış olduğu Karakalem dergisinde yayımlandı. Şiirleri, Akatalpa, Arkadaş, Kandil, Yeniyazı, Yokluk vb. gibi dergi ve fanzinlerde yayımlandı.
Ödülleri: “Kan Rüyayı Bozar” adlı dosyasıyla Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü kapsamında Mehmet H. Doğan Jüri Özel Ödülü’nü aldı. “Vini Fera” adlı şiiriyle 2009 yılında lavaraci.com ve Bekilli Belediyesi tarafından düzenlenen "21. Yüzyıl Hayyam'ları Aranıyor 2009" Şiir Yarışması’nda İkincilik Ödülü’nü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Kan Rüyayı Bozar (2010, Mayıs Yayınları, İzmir, 62 s.)
Kaynaklar:
A  http://nuripekonder-blog.tumblr.com/


Şiirlerinden Seçmeler:

APOPTOZİS


sonrası
boğazımı yırtan çığlık gibi bir ekim
ölüm üstüne düğüm
düğüm üstüne düğüm attığım

nefesime takılan tek isim olmayı
kendine yediremeden gittiği vakit
avucumda bir buz parçasından
şuleye döndüğü vakit
o vakit ki
ben şehrin sırtından eksik olmayan kasvetiydim
iki el silah sesi, iki el ilah esiydim
siz ne kadar oynadıysanız
o kadar azdı hüznünüz
ben sizi izledim
o gitti
cirmi kadar yer yakmayacak ateşte
dövülmeye gitti çelik nefreti

sizin tükürdüğünüz mazgallar
yukarı bakardı gök/yüzü
ben o mazgallardan aşağı
açlığının çığlığıyla sağır olan bir martı

denizin kine döküldüğü vakit aşk
yüzündeki toprağı, bileğindeki pıhtıyı
pay etmeye kemiğime dayandı

o gitti
gözlerindeki döner merdivenlerden hızla koşan lal kadın
utancından bir sicimle kendini kıyamete astı

“Kan Rüyayı Bozar” adlı kitabından

BENİ NO HANA

a
Ruhun pürüzü
Ne kadar törpülesem
Batacak acı

s
Palyaço yüzü
Eski bir kent gibi
Siyah beyazdır

Oysa

Kasım başkadır
Krizantemler açar
Suya kan donar

p
Dil ucu yara
Yara ki benden çok
Yakın o yara

i
Küssem dağa ne
Sussam mor meltemlere
Kurtar Nilgün

Kurtar!

r
Heybemde gazel
Bayram çocuklarına
Sonbahar verdim

Akatalpa, Sayı: 114, Haziran 2009
“Kan Rüyayı Bozar” adlı kitabından

FÜME

İstanbul'u koynuna alan
uykulara yattım
henüz argo konuşacak kadar
büyümemişken
yaprakları dökülür diye ölen
binlerce ağaç tanıdım

“Kan Rüyayı Bozar” adlı kitabından

LAPİS LAZULİ

yüzünde gölge yanıklarıyla yürüyor hâlâ
acı sedefe çalmış safir sultan
şehrin guatrlı boğazında bir yudum kehribar
ah geçti, geçecek tenden öte
sanma ki kalır üryan

fikrinden aşağı inci şakuller iner
eğdiği doğruyu sırtlanıp
topaz perçeminde şebnem biçer
avuçları kahır kınası
o mahzun kıtalar arası
deniz miydi ki dört başını bağlayan
yerlilerini yutmuş bir ada gibi
açıkta bir karadelik
ayın feriyle doyan

nohut kadar cirminde
yanan nar ile besili vizon sürüleri
uzanmış, uykudalar henüz zülfünden koynuna
ve bir gece yarısı ansızın biri omzunda terk
biri göğsünden zerk onun zifir soluğuna karışmaya

kandiller sızlıyor
akik gaz lambaları karanlığında
bir kadın, bir kadın hâlâ
yarısı kara, yarısı seng-i lacivert
nasıl da suları durulmayan bir aynada
tüm yarenlerinden kopar da…
Suz-i Dilara, Suz-i Dilara
inliyor
Kaf Bey’in mar başlı bastonuna
doğrulmak için her uzanışında

yanıyor adak ağaçları
çaputları rahminden fışkıra fışkıra
goncasında kundalini kıvrak bir tebessüm
sıyırıyor kabuğunu cihanı örten yerin, göğün
halhalı kırık kalpler sunağı
başı üstüne Levlak okur Gök Tanrı
henüz toprak iken yüzünün yarısı

o, hüsnünde gölge yanıkları, yürür hâlâ
düşen her yaşına bir uçurum açar
Suz-i Dilara, Suz-i Dilara

“Kan Rüyayı Bozar” adlı kitabından

MİHENK TAŞI

solukta asılı dört hece
dördü düştü düşecek fecre asi
gece elinin tersiyle iterse de el gibi
bugün bu gülü sana yakacağım
Karanlık Kedisi

pür leylak sarkaçları
vurdukça zamana vurgun, küskün
ellerinden öpeceğim dolunaya gebe bir kurdun
uzaklarda çıyan kasırgası çok uzaklarda
bile bile bağlayacağım eklemlerimi
korkuluk niyetine hüsnüne ektiğin çarmıha
en leziz meyvedir şimdi ham yürek
attığı yerde çatlar akar bal kan/yak
nerden baksan arife yasaktır
kıyamet ulağı kuzgunlara hak

var eşiğine, o aralanır
üç el vurmadan göğsüne
geç içinden öte usulca
sürü eteğini yakar gibi gazeli kışa
avlusunda beşik gıcırtısı
mızrap başı sallanır çukurda bir ayağı
örülü ruhuna pelik inceden beş harf
noktaya düştüğü ilmikte bağı
verecek mevti en pes’inden ebced hesabı
nihayet çöktü nihavend gecenin
güneşe nankör kediye karanlığı

düştüm yoluna ne sırtımda aba ne başımda taç
iki dirhem ciğeri hor, güne kör bir avuç yarasa
ben geliyorum verin incilerinizi ateşe
cismim kurumlu elmasların yatağında grizu nefes
ismim sahra kızgını dillerde en ıslak zerre
kurur mu bilmem, lal oğlum sayıklar kimi gece

oysa hayat pıhtıya dönen kan gibi ağır
urganı boynunda kurban kadar sağır isme, cisme
ziyadesi zulümdür kanadı solan serçelere
ne üzülürsün yiterken renkler buruk mavi
tüm çocuklar el çırpar ölürken sevinçleri
kırık bir vazodan sızan su olur ıstırap ince
kozalarında boğulur suskun ipek böcekleri
üç bulut tuttum içimden bırakamam
söyle hangisi yağmur taşır şehre gri?
bırak tenha bir tren gibi kalksın öksüz
anamın koynunda titreyen gençliğim dört güz
ne bir el zoraki sallanan kırık dökük
ne bir dudak kıpırtısı ‘hoşça kal’ la sönük

bazı vedaları taşımalı ya insan
bulaşıcı bir kambur gibi ardına miras kalan
böylesi bir ayrılık değil Karanlık Kedisi
avuç kadar bakır kalbi ovdukça karartan
ne içinmiş hırsım, aşkım, kavgam
sanki öyle bir tipi diner pervazımda
sanki öyle bir bitiş, kuş yuvalarını döker orman
kumrular ölmek ister, ağaçlar üşür,
beyazlar ne gridir ne eskisi kadar mavi

çocuk bir ünlem eksiktir hayattan
sağdan üç nokta fazla
onu da sona bağışlar, kaybolur aynalarda
artık kimse bulmasın aksinde kendini
artık kimse aramasın sathında gerçeği
bir kez olsun sırlarsam gözlerimi
git Karanlık Kedisi
bugün bu gül sana yanacak


“Kan Rüyayı Bozar” adlı kitabından

Hiç yorum yok: