20 Şubat 2016 Cumartesi

MEHMET ŞAH ERİNCİK

(4 Aralık 1979, Batman - )


        İlk ve ortaöğrenimini Batman’da tamamladı. 2002 yılında Marmara Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Eski Türk Edebiyatı” dalında yüksek lisans programına devam etti. Halen İstanbul’da öğretmenlik yapıyor.
       Şiirleri ve yazıları Çün, Derkenar, Düşparantezi, E, Kırklar, Kırknar, Lamure, Okuntu, Öteki-siz, Varlık, Yedi İklim, Yeniyazı gibi dergilerde yayımlandı.
Ödülleri: “Yedi Tepe Gece Gündüz İstanbul” adlı şiiriyle 2005 yılında Ümraniye Belediyesi tarafından düzenlenen İstanbul Şiirleri Yarışması’nda Birincilik Ödülü’nü kazandı. 2008 yılında “Seninle İlgili Olabilir” adlı şiir dosyası Varlık Dergisi “Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri” yarışmasında dikkate değer görüldü.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Belki Babam da Gelir Bu Düğüne (2006, Lamure Yayınları, İst., 88 s.)
& Çingene Sabahı (2012, Yeniyazı Yayınları, İst., 80 s.; 2. Baskı: 2014, İzdiham Yayınları)





Şiirlerinden Seçmeler:

AH

sana hangi dilden seslensem mührün açılır
ikimize başlamak için
ah’a, ah’ın içindeki zehre, kalubela’ya
evet demeye hazırım,
ikimizin göğüne bismillah

sana keldanice seslendim
yaralı dilimde
aşk yükü
ikimize başladım
sözün ve tenin hüküm sürdüğü
yerden

birden üç yüzün göründü
mülke can verdin
ve toprağın bereketine
ve suların cezbesine
kalbimden kalbine uzandı mesafe

AKÇABURGAZLI YEKTA VE GÜLBEYAZ VE SİNAN HAKKINDA VERDİĞİM  KARARDIR

nedense akçaburgazlı yekta beyaz donlu gülbeyaz beni kızdırır
serin minderlerde bakışmaları beni kızdırır. karanlık sularda ululukları
ben akçaburgazlı yektaya hep kızarım gülbeyaz’a kızarım
kızdıkça şiir yazarım, durumlarını alır gözümün önüne getiririm şiir yazarım
sinan'ı haklı bulurum ovalarındaki yalnızlığını, kovmadığı her günahı
ben sinan'ı haklı bulurum sinan insandır içi kanar
içi gülbayaz kanar içi yekta kanar içi mahkemelerde kanar

ben sinan'ın gözlerinde düşmüş bir ay görürüm aşağılarda
toprağa bulanmış bir ay görürüm toz duman görürüm ben sinan'da sinmiş
limonlar görürüm soğanlar görürüm sokaktayken evden korkmalar görürüm
doğrusu bu benim ahdimdir ben sinan’ı haklı bulurum

yekta bir yerdendir biliyorum sinan bir yerden onları buluşturan zaman
onların ortasında alev vardır artık soğuk ve serin şerbetler alevi söndürmez
ben yektayı haklı bulurum ben gülbeyaz’a kızarım doğrusu
gülbeyaz büyük bir nimete doğru kızmıştır ben gülbeyaz’a kızarım
sinan oradadır ben gülbeyaz’a kızarım, dilimin altında dolanır
doğrusu ben bunu pek hoş bulurum.

“Belki Babam da Gelir Bu Düğüne” adlı kitabından

AŞAĞIDAKİLERDEN HANGİSİ KIL HASANIN SÖYLEDİĞİDİR

a-belki bir topal koşuyordur ateşin orda
b-bir şey bir şeyin içine hapsedilmiştir
c-canım mısra yakalamak istiyor sevgilim
d-acıyı dolduruyor ustalar mermer sütunlara
e-gözlerim acıyor sana baktığımda
f- mecnun çölünü ararken buluyor leyla'yı

“Belki Babam da Gelir Bu Düğüne” adlı kitabından

AŞAĞIDAKİLERDEN HANGİSİ  KIL HASAN’IN MİNAREDEN ATLADIĞINA DELİLDİR

a-bereketli tohumları istiyor ateşli topraklar
b-Roma’yı sevmeden gömün beni
c-yerli bir mızrakla vurulacağım
d- göğsümde bir şahmaran dörde bölünmüş
e- çocukluğum sevgili ömrüm
f- gizli bir yokuş çözüyor ayaklarımı

“Belki Babam da Gelir Bu Düğüne” adlı kitabından

AŞAĞIDAKİLERDEN HANGİSİ KIL HASAN’IN AĞLAYIŞINA SEBEPTİR

a- çocuk düşerse balkon ölür çünkü Sezai şi’rin piridir
b- sabunluyken ağlar şiir /Cemal önceden kestirmiştir
c- galata kimden sorulur derse kız kulesi, İlhan intihar edecektir
d- sınıfın arkasına kurulmuş 128, çünkü en çok ece orada oturmuştur
e- ruhi bey ölümle randevuda, çünkü fazla şiirden ölmüştür Edip
f- Nilgün Nilgün Nilgün! ‘Kuş koysunlar yoluna’

“Belki Babam da Gelir Bu Düğüne” adlı kitabından

AŞAĞIDAKİLERDEN HANGİSİ KIL HASANIN YAŞADIĞINA ŞAHİTTİR

a- Belli ki güz gelmiş İstanbul’a, gözlerine kar yağmış
b- kapımdan gözükür mavisi gözlerinin- gökyüzü mü gelmiş...
c- Düzlükte tökezleyen bir atın baldırıyız- gözlerin şahit
d- Burada ilkin güldüm, sonra ağladım, sonra hep ağladım
e- Şakaklarından tutuyoruz bir güvercini, bembeyaz oluyor gök
f- Köpeğe benziyoruz, maaş kuyruklarında

“Belki Babam da Gelir Bu Düğüne” adlı kitabından

BELKİ BABAM DA GELİR BU DÜĞÜNE

Yazamadığım zamanlar için süzülüyorum  içeri, damla damla veremle
korkunun kollarına atlıyorum birdenbire öksürerek
Atıyorum bu geçimsiz nesneleri içine dünlerin, bu her şeyleri, kitapları
ve yakmak eylemi Yeni bir hal alıyor sancılı kaldığım her dönemeçte,
şimdi sen ey kuş olacak güzel
yaktığım kitapların hangi sayfasında kaldın

dosdoğru gidilen bir yola sapıyor bu savaş, bu dermansız soluklar
Uzayan bir şey için uzayan bir ömür, sevişmek kalkıyor aramızdan
aramıza bir cumhuriyet giriyor, leylakları soruyoruz biz o zaman
biz o zaman Cummings okuyoruz sonra ansızın biraz da şaşırtarak
bir mısranın derinliklerinde Cumnings, Kafka oluveriyor iyi mi?
artık Kalk bize gidelim, bir çay kesinlikle iyi gelir bir sigara daha iyi

Durulanıyor zaman aşkın kollarında biz duruyoruz bak şekiller elips
şakaklarım iyiden iyiye çöküyor mor şarkılar gözlerimin siperi
her şeyi bırak, biz biz olalım şu zamanın yakımında
derdime babam geldiği zaman anlaşılır dinlediğimiz şarkılar

Hayatın dışında bir yerdeyim, gişelerde arabalar ve yollar dolanıyor birbirine
Ben bu özlemekleri anlamıyorum, bu hayatları bu kullanım ücretlerini son sürat
Bir araba çarpsın diyorum, yüzümü parça parça etsin o köpek
Ve birden ortaya atlıyor bir nergis, dur atlama boğulur gidersin
Dur ne olur atlama, bildiğinin ötesinde her şey, sen ey kuş olacak güzel

Buralarda kızlar hemen kaybolur, şimdi kimi sevsem
Böyle ağlamaklı bir aşk gibi
Düğünsüz bir ev nasıl kursam, yapmacıksız bir gülümsemedir buradan oraya evlenmem
Şimdi geçmişlere özeniyorum yalnızlık burgaçlarında, dördü bende beş big beng…
Artık her mısrada bir dağ, alıp beni senden uzaklara
Kötü ve korkak bir şey oluyorum şu karanlığın en küskün noktasında
Mesela sen adımını atınca yüreğim titriyor ve şarkılarda çılgın bir Bon Jovi hey

Yazamamak bir daha giriyor devreye, bir kuş kanat çırpıyor kenarlarına doğmanın
Babam geliyor başköşesine bu düğünün, ben oldukça şaşkın ve kediler
Mermerlere yanaşıyor, ölmek bağrını açıyor toprağa, sevişmek kalkıyor aramızdan
Nasıl kalkıyorsa, işte bir dert toparlanıyor içimde, bir avuntu darmadağın
Bir kötü şair oluyorum, yırtıyorum şiirlerimi bir bir, Bak! Bu Yak devrede

‘Ben korkağın tekiyim’ bunu bildikçe içimde kanatlanıyor mutluluk atı
‘Sen korkağın tekisin’ bunu bildikçe içim o nergise benziyor
Durma at kendini ortaya durma boğulup git içimde

“Belki Babam da Gelir Bu Düğüne” adlı kitabından

BİR KADININ KALBİNDEN ÇIKTIĞINDA ARTIK GİT

Treni kaçırdım ve  bir kez daha kaçırayım istiyorum
Yollar anlamadan dolanayım çevremde , dün gibi aklımda 
İETT’lerde kadınlara arkadan yaslanan ayyaşlar
Randevu evleri, tezgahlar, mafyalar
Biz bir film gibiyiz,
tam bitecekken kırılır bir tarafı imzamızın

Maviye kesmiş evlerde büyümedik, kil içinde tebeşir kokuları
Kireçli evler öpüyor bizi kısrağımızdan 
ve sabaha yaslanan tavanda resimler kurgulayarak
Akrep gibi kıvrılarak on çocuklu bir aile sofrasına 
Şiir işimiz değil derdi bir kadın ekmeği tandıra verirken
Dağ bilir bizi on kez yontsalar dilimizdeki hançerde Kürtçe 
on birinci için sıraya girer erkek bakışlı evimiz 
Ve ovalarda durmaz dizlerimiz kanamaktan 
Sonra kısa don­fanila, çelik­çomak
Hile yapan yüzü kızarır çocukların
Yalandan kimse ölmedi, ölmeyecek
çünkü hakim karar verirken kırılmış her kalem için
Yanmaya odun topluyor, ateş topluyor avukatlar
Söyledim o şarkıdaki agora değil olsa olsa bir oda 
Ve penceresi asfalta bakıyor kimi geceler ağır aksak 
Dedim kimse inanmadı, gözle görülür bir şey şu itiş kakış 
Hadi itişi atlayıverdim, varsayalım ki böyle 
Şiir işimiz değil dostum,  domates satma hastalığı 
Ve eve ekmek getirmek için telaşlı cümlelerde ünlem
sabaha kalkmaya gidiyor adam 
uykuyu bulmaya saat tam dokuzda 
Bir şey daha var,  Romanlar gül satar hikayelere 
Gecenin katedrali gibi uzun ve uzak 

Yanmadan ataş­ı aşkta nasıl anlarız rengini
Hem yakından sevecek kadar yaklaşmamışken bir kadına 
Ve kokusu baş alan fahişeler mahallemizde 
Bıyıklı babalarımızı baştan çıkarırken vav çizen göğüsleriyle 
Bir şey biliyorduk en doğru gecelerde yıldız olarak
bir kitabı bir çırpıda okuyor gibi devletten alınma sancılarla 
dönme dolaplarda dönen mısralar
coşkusunu içiyordu melodilerin
melodileri atla adamım bu şehir öleli çok oldu 
biz yine seninle uçurum dansı yaparız 
Gözlerimiz yabani bir virgül, cümlenin ortasına
Bir kez ölmüştüm annemin gözyaşlarında / çok oldu 
her seferinde karşıya geçmeye çalışırken takıldığım nokta 
ve çamur dizlerimin yarasını kapatırken çok oldu 
onunla bir randevum vardı fakat kadar şaşkın
kafeteryada 
Samuel Beckett, Textê Reş, Tarantino, Esmeralda 
durmadan dilime doladığım bir yitim
ve güzeldi annem, bir aşkın bitimi 
bir aşkın bitimi 200 bin defa 
kızartarak uykuyu bekleyen gözlerimi 
/ yollarda pankartlar açıp 
parçalarken kırmızı bir laleyi 
yahut üç kovboy iki kurşun ederken hayatın karşısında 
iyiydi cesedim
rengi beyaza kesmiş solumalarla 

Bir kadını erkenden bırakmak için ev denilen sultaya 
kalbinden geçen yolları deniyor sekiz on kez 
halbuki her şey kaburgadan, böyle biliyor Cincır
bir kadını bölüyor üç ediyor nedense 
bir kadını bir kez daha bölüyor yine üç 
kendi içinde iki 
yeniden inşa yok kadında,
elma’sını çürütmüşsen
yahut bir kez çıktın mı kalbinden artık git

“Belki Babam da Gelir Bu Düğüne” adlı kitabından

KUYUDAKİ YUSUF

kuyuya düşmekten başka bir şey değilim
hiçbir şeye dokunamayanım bildim bunu
bildim ayrıkotlarının arasında serilmiş ceset
belki yakılıp geri verilecek toprağa

ben kuyuya düşmekten başka bir şey değilim
kendi ateşimle ısıtıyorum üşüyen tenimi
kendi ateşiyle yakup nerede üşüyorsa öyle
ateşler için odun toplamıyorum
ah ben yusuf, başka bir şey değilim.

kestirip atıyorum içimden dokunamadığım gülleri
parçalarım yahya oluyor bir bir yıkanan
babamı özlesem yeridir
babamın eskimiş bakışında tortu ve biraz tesbih,
sevdiklerini hacca gönderen bir kalp gibi
kaybettim
budur kalbim, ben yusuf kuyudaki
başka bir şey değilim.

YEDİ TEPE -GECE GÜNDÜZ- İSTANBUL

I

Şimdi buradan atlar giderim boydan boya İstiklal
Atar giderim gerdanına kollarımı
Sel'ine yürür, içime girer yalnızlığın bakışsız çığlığı
Ben yürürüm, kimse görmez kendini ayaklarımın ucunda
Bir dilencinin sonsuz gözlerinde ‘Merhaba’lar, ‘İyi akşamlar’
takılırım cevherine sultanlığın- nereden baksam Yıldız’dır
gözlerimin kamaştığı
artık gülcüler mi gelir Kızkulesi’ne, güllabiciler mi
artık bu şehir kısaltır mı uykularımı, ve durmadan
çekerim içime kubbelerin sessizliğini, temize çekilmiş mahyalarda
bir martı simit bekler, ben alıp yerim; kıskanç, habis
bin martı peşime düşer...

Gökyüzü rengini solumuş
kanatların
yağarken görüntüsü kar, yağarken görüntüsü beyaz
gerginliği ucundan ilerler bulutlara ve vapurlar Sirkeci’ye
herkes bilir tramvay yolunun dilinde dünün kırmızı şarkısı
Beyazıt bir eski zaman, süt dişi beyaz oruçlarında günlerin
Ayasofya’dan bir kuş Sultanahmet’e...
Üç turistin sırtını sıvazlamaktadır bakarak yeryüzüne

Kızların sevgilisi, Gri batısı düşlerin
Kimse korkuyu bırakmaz Galata Efendiye
Her şey dizinde bitiyor çünkü o çingenenin.
Deniz dizinde bitiyor ve İstiklal
Beş gül dizinde bitiyor ve İstiklal
Eminönü’nden vapur kalktığı gibi dizinde bitiyor...
Ve İstiklal

Biz sana çok alıştık, tam beş kişiydik trafikte sıkışmış
Birimiz ikinciden içeri ateş bırakıyordu
Kuyruklarda bekletilmiş bir zamanda
Düşlerden denizin mavisi- eski bir nisan
Ve suların en bahtsızı Boğaz’dan kaçan
Bir adamın otuz iki dişiyle güldüğü- en kalabalık
Üçüncüsü tutup ortaya atıyordu bütün caddeleri
Abide-i Hürriyet, Bab-ı Ali ve Eski Meşrutiyet
Bahariyeli bir çalgıcının parmaklarıyla gösterdiği
Dördüncü ateşe veriyordu Sokaklarını yaşanmamışlığın
Yani ki yaşamasak da buradayız diyen anaların
Dudullu’da kara emzirilmiş çocukları
Alemdağ’ın bir sokağında
uzaktan bir maviyi büyüttükleri resimlerde
Toplamışlardı Düşlerinden bir denizi,
Ve sahici bir küskünlükte
nerdeyse bütün Ümraniye ağlıyordu,
denizin uzaklığı kadar ağlıyordu

Nerede yazmıştı tam bilmiyorum
hangi gazetede, tam bilmiyorum
Bir kadının Fatih’teki duasını alır gibi
Bir adamın Eyüp’teki namazında
Beşincisi tepelerde cambaz
alıp hepimizi tek tek alıştırdığı bir İstanbul

Ey ki senin
Bir yanında minareler bir yanında sarhoşluklar
Trafikte sıkışmış bir gül’ü gördüğümüz
Çok gördük kendimizi, seni çok gördük
ey ki sana -uzun zamanların ustası-
alışık selamlar gönderdik Bağlarbaşı’ndan
Sen ki dağınık bakışlarında rüzgar
biliyorum böylesi esrik
merhaba ve iyi martılar...

Daha dün güzel gördüm, ortada fokur fokur
Üsküdarlı bir güneş dans ediyordu Zeytinburnu’nda
Gözümle gördüm dans ediyordu,
hayal meyal çizilmiş bir tuvalin
göğsündeki utangaç kızıl
Tam dört karanfil etrafında Çınaraltı’nın
Alıp şehrayin kuruyordu beynimdeki lâl
Tam dört kez gördüm dans ediyordu

II

Özleyen bir bakıştayım her mevsim
dünyanın en uzak ucundan fısıldıyorum
Allah’ım ne güzeldi İstanbul
bir başka sayfasına uzanıp bir daha görmek istediğim
sayısız yakamozları gecedeki boğazın
sayısız ve binlerce defa kamaştıran gözlerimi
bir balıkçı teknesinin yüz kez öptüğü
masmavi, simsiyah
yakasını açmış; bakımlı, alagöz İstanbul’um
seni bir çınarın altından seyreden güvercinlerle
saatler çabucak akar tik-taksız bir zamanda
biliyorsun böylesi hoş
ve deniz her mevsim sevinçten lâl
her mevsim bambaşka
en başka
çok başka...
Tanrım yitmesin...

“Belki Babam da Gelir Bu Düğüne” adlı kitabından

“Yedi Tepe Gece Gündüz İstanbul”, 2005, Ümraniye Belediyesi Yayınları,, s. 7-9 

Hiç yorum yok: