8 Kasım 2016 Salı

ÖZGÜR BALLI


(1977 - )


      Şiirleri Aşkar, Diri Ozanlar Derneği, Heves, Karagöz, Mahalle Mektebi vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Siyah Martı
& İronika (2012, Ebabil Yayıncılık, Ank., 48 s.)
& Ben Seni Sonra Ararım (2016, Ebabil Yayıncılık, Ank., 86 s.)

Şiirlerinden Seçmeler:

ANIM-SA

Merhaba geceye dönen gün
Usul açan çiçek
Annesinin kızdığı çocuk
Bir şiire böyle başlanmaz kızarlar sana
Oysa bir kırgınlık hikayesi var anlatmak istediğim
Eski zamanlardan kalma uhu kokulu
Kaçık çorap, el bezi, çokça naftalin
Adını bu saatte anıyorum kızma anne
Benim ömrümün yarısı kalanının yarısı ve
Geriye ne kaldıysa işte
Sayende.

Ne haber uçan kuş
Biliyor musun bütün martıları siyah bu kentin
Güneşe doğru
Ne haber gazete satan çocuk
Kalmadınız gerçi şimdi sokaklarda
Şimdi sokaklarda
Bağıran gençler okullu
Hep bir şeylere karşı onlar
Elleri havada
El ele olabilseler keşke
Çiçek zamanlarından bu yana, çiçeklerden geriye
Ne kaldıysa işte
Sayende.

Hoşçakal yarınım
Doğmamış kızım
İsimsizim
Bir şiir böyle mi bitmeli soruyorum size
Ben her yerinde hayatın
Zorla yana eğik başım
Gülümsüyorum foto şipşağın karşısında
Vesikalık fotoğraflar yalan söyler
Ve hep bir hüzün saklar aslında çoğu
Çeksin fotoğrafımı şimdi burda hayat
Geriye bir anım kalsın
Çocukluğumdan
Büyüyorum.

İÇ İM İZ

içimiz diyorum evet ikimizin yerine
atlara su veriyorum yok artık daha neler
ayna, esrik, medcezir, aşk; tüm klişelere
düşüyorum hala kafiye gözetiyorum
sonra zbam diye böyle yumruklar yumruklar
bir rüyaya yanlış girmişim kimse uyandırmıyor

sıradaki parça mekanik yalnızlıklar için.

oysa sana içimizden söz edecektim
tren vapurlarından, otobüs uçaklarından
kafamın karışıklığından söz edecektim
saatlerin neye göre ayarlandığından
içimde ölen biri var diyen o sert sesli adamdan
şu şarkı boşiçimi delmeseydi eğer.

"olasılık hesabı"na bir de böyle bak.

sana içimizden söz etmek için
ben çok şiir okudum bunları yazdım
içimizin anlamadığı o köprüde o kilit
o yeşil ejderhalar fotoğraf çekinmek için
kalesi fethedilmiş masaldan şehirler var
ben o surları çok çaldım kimse açmadı.

sesimi çok kısmışım bir türlü kaynamadı.

içimizi diyorum bizi ayırmasınlar
ping ve pong olarak yaşam ve ölüm
oturma iznin var ben çok çalışmalıyım
oturmama izin yok çok sivri dağbaşları
sabahları traş olmak ve yere sakız atmayınız
saçlarımı uzatıyorum sana hiç yetişmiyor.

KAPAT KAPILARI GECE GİRMESİN

Kapat kapıları gece girmesin
Seninle kimsesizliğimin arasına
Bir demiryolunun uzadığı kadar,
Uza içime.
Kıvrıl.
Trensiz bir demiryolu kadar
İşlevsiz şimdi ellerim
Ellerim soğuk
En az raylar kadar.

Kapat kapıları gece girmesin,
Korkuluklar dışarıda
Yalnız kalmasın.
Bir yerlerde birleşeceğimiz yalan
Vazgeç, sessizce git
Kimse bilmesin.
Kimse bilmesin beni sevmediğini
Bekçi uyuyor
Bir yolcu arada yakıyor sigarasını
Ensesi üşüyor
Bunun bize faydası yok
Tren gelmiyor bizim şehrimize
Gelmesin.

Kapat kapıları gece girmesin
Işığa tutsak kelebekler
Ne kadar özgür
Sessiz ve davetsiz gelen ölüm
Uzak olsun senden
Ölüm gelmesin
Saçlarının yüzüne davetsiz düşüşü
Uza içime, alnına perçem
İstasyon büfecileri
İşsiz kalmasın
bizim şehrimize tren gelmesin
sen git, ellerim soğuk
raylar bilmesin.

Ellerim demiryolu
Sensizliğim tren
Kalbime doğru
Uza içime
Giderken ardından bıraktığın yolcu
Korkuluk artık bu şehre
Kuşlar gelmesin.

SİYAH MARTI

bir imge düşerse içine,
siyah bir martının peşine takılırsan,
düşlerinden kumral bir kız geçerse,
ve yanındayken bile,
uzaksan sevgiline,
ellerin yaşlanıyorsa senin dışında,
bir şairi tanıyorsan kendi evinde,
özgürsen…

sadece ölebilmek için bile,
yaşamış olması gerekir insanın.
bu yüzden ölen bebekler bile şanslıdır
ki onlar kısacık yaşamlarına
ne düşler sığdırırlar kimbilir
ağızlarında anne tadıyla.

ve şimdi oturmuş masa başında
bir bardak suda dalgalar yaratıyorum
parmaklarımla,
suya dokunmak sana dokunmaktır aslında.
kabullenmek seni, kabullenmek sevgili,
orada olduğunu ve beni sevmediğini bilerek,
beklemek, avuçlarına bir geminin demirleyişini.

varlığın yüzümde kolonya ferahlığı
yokluğunu tariflemişti ahmed arif
uzun yıllar önce,
ve nicedir o mısralar içimde
ve nicedir özlediğim görmediğim, özlediğim, gözlerini,
“yokluğun cehennemin öbür adıdır
üşüyorum kapama gözlerini”

üşüyorsam ve bebek ellerinin kokusu
içimdeyse hala
ve bir imge düştüğünde içime
aklımda siyah martının çığlıkları
ben takılıp gidiyorsam bu şehirden
düşlerimden kumral bir kız geçiyorsa
her gün yeniden özgürsem
ve bu değiştirmiyorsa hiçbir şeyi
söyle bana;
çocukluğum mu daha güzeldi
yoksa annem mi…

söyle bana;
her gün yeniden koşacaksam umuda
ve akşam yatağımı ıslatacaksam
gözyaşlarımla
söyle bana nedir geçmişi şimdiden ayıran
aklımdan çıkaramadığım
kumral gözlerin mi…

TOPLANTI TUTANAKLARI

mola yerlerinde duruyor ve çayı çok içiyordu
sadece bu bile onu iyi birisi yapabilir
filler vardı, mola yeri marketlerinde
her şey camdandı, çabuk kırılıyordu
camdan bir fil sürüsü böyle büyükten küçüğe
içlerinden birinin kırılması bekleniyordu
-aşılması beklenilen şiir bir türlü aşılamıyordu-
içinde filler, çimenlik yoktu içi bozkır mola yerlerinde
mola yerlerinde her şey bir liraydı
çay, tuvalet, kalem piller, uyumak için yastık
çünkü her şey hiçkimsenin anlayacağı kadar basittir.

bu adamın bu toplantıda ne işi var allahım
yarısı ingilizce olan saçma sapan diyaloglarda
kalabalık olmak için tek kişi yetiyordu
-“you are the man” adamım-
bana mı dediniz bayım, bayım deyince atay
aklımdan geçenleri şimdi suratınıza çat diye
müdürüm şakasına gülününce kendini iyi hissediyordu
-“you are a shining star”-

soyunmaya bile artık telefonlardan
masanın üstünde aksesuarlar:
sigara, çakmak, araba anahtarı, telefon/lar,
adamın telefonunun tuşları silinmişti ve zaten
hiç mesaj atmıyordu, atardı bir zamanlar
canım.oğlum.seni.çok. seviyorum.affet.ne.olur
boşluk yerine sayılmayan noktalar
bir tşn basmaması gibi sinir bozucu, şimdilik yeter
adamın otobüsü az sonra kalkıyordu.

düşünsenize yozgat diye bir yer var
orada yaşayan insanlar orada bir kitapçı
o kitapçıda sevdiği şairin kitaplarına bakan kız
böyle böyle yaşayıp giden binlerce insan var
bilecik var mesela, deliilyas var, deliilyas diye bir yer
saçlarını kırmızıya boyamaya cesaretli kadınlar
hala duvarlarına şarkıcı posterleri asan
hala bir umut, ne garip değil mi allahım
otobüs yozgat üstünden sivas’a gidiyordu.

yol bitmek bilmiyordu, toplantı bitmek bilmiyordu
ben bir adam düşlüyordum adam oluyordu
ben seni düşlüyordum sen olmuyordun
bir tuhaflık yok muydu allahım, yoktu.
dolu silahla rus ruleti oynayasım var senden korkuyorum
rusça bilmiyorum, korkuyorum rus deyince duj diyenlerden
saçlarını kestirmeye karar vermenden, saçlarımın dökülmesinden
saçlarının bu toplantı tutanağına girme ihtimalinden.
çay, kahve, meşrubat, kek ya da poğaca, ne alırsınız
adam hiçbirini istemiyordu.

biz bir takımız arkadaşlar, tek misyon, tek vizyon
satışları biraz daha nasıl arttırabiliriz
size güveniyorum arkadaşlar, -nasıl da yalan-
bir sonraki toplantının tarihini not alalım, tarih affetsin
ben sizi hiç dinlemedim bayım, atay affetsin
akşama bir yemek yiyelim motive olalım
adam bozkırı yarıp evine gitsin
adam oğluna sarılsın , baba sana yeni bir telefon alalım
yarın ben size bu şiiri maille
şiirimi sizin derginizde görmek ve görüşleriniz kıymetli

geçmiş olsun kaptan, sağolun güle güle.

Hiç yorum yok: