4 Mart 2012 Pazar

GÖKBEN DERVİŞ




(25 Nisan 1986, Karşıyaka / İzmir - )


       Sevda Hanım ile Ramazan Derviş’in kızı. İzmir Karşıyaka Lisesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı’nı bitirdi (2010). İstanbul’da yaşıyor.
       “Farklı Desenler” (2010), “Ana Yüreği” ( 2011 ) ve “Hızır Ekip ( 2012 ) adlı televizyon dizileri ile “Yabancı” (2011) adlı sinema filminde rol aldı. Temren dergisinin yayın kurulunda yer aldı.
       İlk şiiri Denizsuyukasesi dergisinde yayımlandı. Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Akatalpa, Akköy, Denizsuyukasesi, Dize, Eliz Edebiyat, Hayâl, Karakalem, Kurşun Kalem, Mühür, Özgür Edebiyat, Papirüs, Sincan İstasyonu, Şiiri Özlüyorum, Şiirsaati, Temren, Varlık, Yazılıkaya vb. gibi dergilerde yayımlandı.  
Ödülleri: Mordoğan Belediyesi tarafından düzenlenen “Denize Dizeler” şiir yarışmasında “İç İçe Binlerce Deniz” adlı şiiriyle birincilik ödülünü aldı (Ödülü Muzaffer Kale’nin “Denizleme” adlı şiiriyle paylaştı). “Yalnızlık Manifestosu” adlı dosyasıyla 2010 Homeros Şiir Yarışması Kemal Özer Şiir Ödülü’nde birincilik ödülünü aldı (ödülü Seyyidhan Kömürcü ile paylaştı). Aynı dosya 2010 Memet Fuat Genç Şiir Ödülü’nde övgüye değer bulundu. “Kabuk” adlı dosyasıyla 2011 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nde Jüri Özel Ödülü’nü Murat Çakır’ın “oto’turkiye” adlı dosyası ile paylaştı. 2013 yılında Homeros Edebiyat Ödülleri / Bir Şiiri İnceleme yarışmasında “Tristram: Politik, Poetik, Estetik ve Etik Bir Şiir Tasarımı” adlı çalışmasıyla birinci oldu.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Kabuk (2012, Mayıs Yayınları, İzmir, 72 s.)
      Katkıda Bulunduğu Kitaplar:
& Bir Şiirin İçi (İnceleme, Aslıhan Tüylüoğlu, Nilüfer Altunkaynak ve Nuran Kekeç ile birlikte; 2013, Karşıyaka Belediyesi Kültür Yayını, İzmir)

Şiirlerinden Seçmeler:

AÇILIMSIZ HAYAT

terletiyorlardı akşamı
yalana meydan okurken kuş sürüleri

unutulmuş bir ottuk
solardık bir kayanın kuytusunda
sarılıp pembe açmazlara
beterin beterinde volta atardık

bulanık suydu insan, etçil bir çiçek
iğne ucuna dönüşürdü öfke
silah sesleri devşirirken arka sokakları
cinayet tasarılarıyla parlardı gözler

oysa Kürtçe bir türkünün büyüdüğü bir dağda
ihtilal hevesiydi sahipsizlik
Kürtçe bir şiirin okunmayan dizeleriydik, hep
açılımsızdık hayata

davulun sesi uzaktan da kanırtırdı çığlığımızı

lirik bir şeyler vardı sanki hâlâ
babaannelerin mavzerle soğutulmuş
hiç öpülmemiş koynunda

Akatalpa, Sayı: 121, Ocak 2010


ÇİVİLİ FIÇI

İzinsiz sarartıyım kağıtların orta yerinde
sandık kokulu yazmalarda şeytan çişiyim

ne zaman gelseniz
namlusuna saklanırım öfkeden bir gerillanın
korku olurum
imla hatası gibi bakarsınız yüzüme
ağzına bok çalınmış çocuk edasıyla bakarsınız
iklimin kostüm değiştirmesine, şiir söyleyen yağmura
ve bakırlığından utanç duyan gökyüzüne

yok olun hadi
gecenin tombul yanaklarını çekiştiririm
masaj yaparım yorgunluğuna
kaldırımın koynuna kıvrılıp sabaha çıkarım

zifiri karanlık bir bilmecenin ip ucuyla astım kendimi
baharı yaka paça kovup yüzümden
çivili fıçıya kapandım

kabus gibi bir çocuktu ellerim, sulara aksındı
yine de biçtim dilimin arık otlarını
cep saatinin gizlenme telaşı çoğalırken
zaman fırlamaydı, soğuk şakalar yapardı
gözlerim büyürdü kocaman
kara bir dul şimdi erkeğini yese
aşktan bir açıklama olurdu ölüm

su fobisi olan balığın tek seçimi intiharken
çok çocuğu elma şekerine bomba düşürüldü

senin halkın da hep böyle miydi anne?
çolak uykularına birkaç sapan ve kuş sürüsü bıraksaydın keşke

Temren, Sayı: 2, Mart-Nisan 2011

KABUK VE YARA

uçuşuyor devletin naylondan etekleri
gelinlikle sarmalanan ceset çocuk şimdi doğu
şakağında tüten korkunun terini avuturken
azınlık duygularım seriliyor alanlara

tehlikeli bir dille gelsene
bir hediye paketiyle
kınanmış kusurların doluşsun içine

doğuştan güzelmiş kafam, olsun
kanım susmasın, hiç olmadı rengiyle dalaşsın
bilincim aksın, deniz koşsun ayaklarımın altında

cinsiyetimi ezdim suyunu çıkardım
kadın oldum, erkek oldum, çocuk oldum
ters yüz edip dünyayı
insanla buluştum

açılıyorum, az soyunsam içim görünecek
hemence sarılacak yarasına kabuk

KARA SARI MUTLULUK

içi geçmiş bir bahar yürüyor üstümüze
zulada ne var:
bitimsiz boşluk, katledilmiş çocuk bakışı
grotesk bir tanrının şuh kahkahası
uçmayı unutmuş balonun sönerkenki son sözü

kurşun soğukluğuna bürünmeden önceydi
savaşın gri bulantısı daha ağrıtmazkendi anıları
ters yüz edilen, dalı doğuştan kırık bir papatyanın
son arzusu kokmak ve ince boynunu salındırmak değilkendi zaman

dişleri sökülmemişti insanlığın henüz
mutluluk çimen yeşiline çalıyordu
(susku)

ansızın çaresizleşti akrep ateşin karşısında
gökyüzü devrederken mavisini
şöyle boylu boyunca kendi dilini kesti dünya

bak, anılarını anlatıp anlatıp böbürleniyor tanklar
utançsızca havasını atıyor kuşlara savaşkan uçaklar

uzun hava bir acının cılk yarasına geçirmiştik tırnaklarımızı
yeni yeni söküyorduk yosun tutmayı
göğüs kafesimizde tiz sesli tragedyalar
ağaçlar gölgesini toplarken tepemizden
bir yaprağın solgunluğuyla titreşirdik karşılıklı

(uzun susku)
az ötede canıyla cebelleşiyor umut
mutluluk; kara sarı!

KARŞI

kutsal nehirde harmanlanan kül
iç ceplerinde gizler sıkıntının koyusunu

vuruşursunuz ezilen bir halkın halayıyla
o an yasaklı bir dil sökülür kumaşından
bebekler ninnisiz büyütülür
eskiciye verilme korkusu olur çocukluk
hep ağıttır
inattır, dağların saklısında yeşerir direniş çiçeği

irin dolu bir yazdan silkinirim
sökülmemiş tek tırnağım kalır cesur
direngen bir amazonun attığı oktur
ağzınız çürük konuşur, uykunuz çürük
dünyalı olmanın kılavuzu gibi dolaşırım meydanlarda
sakıncalı bir bildiriyim karalanmış
daha kucaklamadan yaşamı şöylece ağız dolusu
taşlanmış bir köyüm mağarasında sancılar

ya az sonra ölecekmiş gibi yaparsa zaman
ah! gökyüzü ya reddederse bizi evlatlıktan

paranoya tırmalar durur duvarları

dağınık kaldım yüzünüzden, şahlanan ellerinizden
hiç anlamı olsun diye sade
ayakkabısız çıktım yola
arafla hoşlaşmadık pek
kanım fokurdamadı metalden aşklarınıza
bozuk duygularınızın tadına baktım en fazla

anlamı olsun diye yırttım yazın şımarıklığını
kahkahasını paranın dümdüz ettim
çakma sarışınlarınızı kışkışladım ovamdan
oğlanlarınızın çiki çiki saçlarına, ah!
kullanım tarihi geçmiş girinti çıkıntılarınızla
yuvarlanıp duruyorsunuz öylece
sıkıldıkça deri değiştiriyorsunuz
dibiniz, çalınız ne hoş
kan kaybediyor güneşiniz sallamıyorsunuz

sizi gidi rakı masasında balıklar!

bu sırrı al yastık altında sakla:
yoktunuz aslında

düzende dikiş tutturmadım
göğsünüze işlenmedim rengarenk, ne iyi

YABANCILAŞMA

yok sayıyor gök gürültüsünü kimse bilmedi
birden kovuluyoruz dünyadan
dip dibeyiz, ama uzaktayız insana
cilalı korkular büyütüyoruz
toplu katliamların göbek taşında

herkeste bir travmadır gidiyor
afyon kokuyor odalar
gizli bir özne daha çekiliyor yaşamdan
ulak, öldürüyor sözü yol kenarında

daha dağınık kaldırımlar, akarsu susmuş
celladın tırnak aralarında çokça ölü
her masal biçiyor gövdemizi
içeriden bakıyoruz evrenin karanlığına

tanrı epeydir yatalak
beklemek ne kalabalık
kapkara bir yırtılma şimdi yalnızlık


sonra: saçma

* Şiirler sevgili Gökben Derviş’in izniyle yayınlanmıştır.

28 Şubat 2012 Salı

SİDAR SİNAN ÖZMEN


SİDAR SİNAN ÖZMEN
(9 Eylül 1980, Ankara - )


       İlk ve ortaöğrenimini Ankara’da tamamladı. 1997 yılında Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde 1 yıl eğitim gördükten sonra 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne geçti. 2003 yılında mezun oldu. 2004 yılından itibaren 5 yıl Ankara’da avukatlık yaptıktan sonra İstanbul’a yerleşti.
       2004 yılından bu yana şiirleri, öyküleri, denemeleri ve röportajları Arkadaş, Artefact, Ekin Sanat, Kalem, Karakalem, Koridor, Mor Taka, Nikbinlik, Paspatur  vb. gibi dergilerde yayımlandı. Bir süre Koridor Kültür Sanat Edebiyat dergisinin yayın kurulu üyeliğini yürüttü.
Ödülleri: “Kedi Gülüşlü Babalar” adlı kitabı Karşıyaka Belediyesi’nin düzenlediği  Arif Damar anısına düzenlenen Homeros Ödülleri 2011 Arif Damar Şiir Ödülü’nde üçüncülük ödülünü aldı (Ödülü Muammer Can’ın “Ceriham” adlı dosyası ile paylaştı).
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Kedi Gülüşlü Babalar (2010, Hayal Yayınları, Ank., 120 s.)



27 Şubat 2012 Pazartesi

ARZU EŞBAH


ARZU EŞBAH
(7 Temmuz 1969, İstanbul - )


       İlk, orta ve lise öğrenimini Kahramanmaraş’ta tamamladı. 1990 yılında Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1994 yılında Hâkimlik mesleğine başladı. Trabzon/Arsin, Muş, Antalya/Demre, Osmaniye il ve ilçelerinde hâkim olarak çalıştı. 2006 yılında Gaziantep’e atandı. Halen aynı şehirde görevini sürdürüyor.
       Şiirleri Çalı, Deliler Teknesi, Hayâl, Hayal Bilgisi, Herşeye Karşın, Onaltıkırkbeş, Öğretmen Dünyası, Şair Çıkmazı, Şehir, Temrin, Yokuş vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Adalet Hanım’ın Düşleri(2006, Hayâl Yayınları, Ank.)
& Dilküşa (2010, Kanguru Yayınları, Ank., 96 s.)

SEMA GÜLER



(6 Şubat 1971, Ankara - )


      Aslen Dersimli. On yılı aşkın bir süre yayın kuruluşlarında basın işçiliği yaptıktan sonra yaşamını Harita Ressamı olarak sürdürmekte olan şair, Sokak-Duvar Resimleri alanında da çalışmalar yaptı. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğrenimine devam ediyor. Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Hollanda, Irak (Duhok) ve Suriye’de festival, söyleşi ve panellere katıldı. Şiirleri; Arnavutça, İngilizce, Kürtçe, Arapça ve Bulgarca dillerine çevrilerek antolojilerde yer aldı. Hel Yayınları bünyesinde Arkeoloji, Sanat ve Tarih editörlüğü yapmaktadır.
        Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Deliler Teknesi, Diri Ozanlar Derneği, Ekinsanat, Esmer, Herşeye Karşın, Kelime Edebiyat, Koridor, Köxüz, Kurgu Düşün Edebiyat, Sınır, Spleen, Şiirden, Yasakmeyve vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Ödülleri: Makedonya'da bu yıl 12.'si düzenlenen Uluslararası Şiir Festivali’nde “Dıtet e Naımıt/ Naimit Günleri”, 2017 “Qiriu i Naimit”/  “Naimit’in Mumu” dalındaki “For the best poem” en iyi şiir ödülünü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Feyezân (2010, Kanguru Yayınları, Ank., 78 s.)
& Uyanış Ağacı (2012. Bence Kitap Yayınları, 90 s.)
& Ölüm Tohum ve Şeyler Azıcık Aşk (2014, Noktürn Yayınları, İst., 64 s.)
& Asiman Tune Li Bamin (Çeviri : Zagros Rihayi; 2015, Hel Yayınları, İst., 64 s.)
Şiirlerinden Seçmeler:

BERCA

ve geçtin mi
haykırmam için sin şehri surlarından
şimdi o herkesçe ezberlenen çağın korkusu içinde
bütün kılıçlar yenik düşer
karşılaşınca, oğul ağusunu yüzünde taşıyan bir annenin...
İlk fasıla başlar...

I-
yanıtsız bıraktım her şeyi
yeraltıyım
ardına bakmadan yürüdüğüm nuhvari zaman
kutsal gül adına
bahsedilir ki;
cebine bakır su tası bağlayan uzun sakallı abdal
elinde isli bir kandille:
’halil cibran da bu toprağın küllerinden doğdu ey insanlar’
yıldızların da dili var mı?
kalbin kadar uzak
iki suskunluk arası alnımın içine giren mırıldanmalar
örttüm gümüş rengi soruların üzerini

II-
kefarete iki düğüm, kitreli ağzında gülümseme
silik satırlı bir rüyaya uyuduğum pencere
dedim, unutmamak için
fırtınam savrukluğum oldu hep …
ocağa ıhlamuru koyup
dal kırıklarını topladı, kesilişimi bana verdi
turnaların gözü önünde soyarak yüzümün çizgilerini
ağzımda tanrıları kovalayan kar kristali

III-
konuştuk
güneyden, kuzeyden
ay vakti yanağımdan çalarak gamzeyi
kıyıda yırtılan ellerin...
hangi erk bağladı tel köprüler örüldü
her seferinde incittiğim kutsal su
erkeklerin ağlaması neden orman gibi kar gibi?
dönmez böyle zamanlarda dolunay
bilenen kararım
ganj nehri!

IV-
çıkıp ölüler ülkesinin azgın deltasından
neye yarar yaşamam?
başsız bir ceset ömrüm uçuşan serçe ağzı
ve duası belkuşağında,
utangaç bir niyete çekilen firdevs aşkı

karlı dizleri ısıtmıyor artık seccadeler
neydi o mezar taşını kavrayan el
patiskadaki ateşten yazı
oğlunum dedim, kalbim
ışığın değdiği yeri öpen yezidi

CEHENNEMDE BİR MEVSİM

I
Bir çitin kapısını aralayıp açtık:
Çağrılılar kalabalığı
Kır yolları, evliya otları, soğuk sedir
ve hafif bir parıltının anısıyla, haylanmaz
Ben yolumu kaybedince
Senin bu kuşlar biriktiren kambur kalbin diyorum

II
Çift ağızlı bir yer solucanı, böyle bekleyiş dolu
Elbette burkulup toprağa davranıyor gövdem
yağmurun kabuğuna çekilip çukurlaşıyor kemiklerim bir heves
Çok kırılgan bir şeyi kazıyordum dudağına
acı çekecek kadar ufku kımıldayan doğu’yu

II
Siz
Kimbilir kaç gecenin sıvı karanlığında azalıp
sonra oturup bugün burada bir avuç zehirle tütsüler yakacak ve
bizi büyütecek büyücünün ellerinde çiçeklenen kahır olacaktınız
Yaz bitti
Yaz bitti ölüyoruz ve artık sorular sormuyoruz
Ey burç yazıcısı
Meleklere o çok yalvarmış çocuğa bırak
Fail taşına oturtulan henüz çok taze ve bağışlanmamış
Sürme gözlü ceylanların kanını, tanrısız günahı ve bükülmüş yarayı
Yaz bitti
Size gelmek isterken gezegenler dönerek ve
yeni bir doğuşla atlayarak bütün kırımları
kandan daha hızlı

(*) Une Saison En Enfer (Rimbaud)

LİLÂV –I

cebindeki bronz bileziğe çarpan yağmurun bulutlar ardındaki gri çelimsizliğini gördü. uykunun denizinde katreleşen düşleri ve kıta sahanlığında izbelik arayan umudun, revnak yıldızlardan uzak nasıl da soğuduğunu. ayaklarını göğümden sarkıtan ay’ın tanrısı sin, gider susuzluğunu bronz levhada halka halka büyüyen, suya düşen ilk cemrede.

kız çocuğu yüzümde oku:
hangi dalın közüydü
neydi iskender’in aradığı pers kumaşı eteğimde

öldüğümü anlamayacaklar
teninin ve asrın en mahfuz yerinde…
dudakları kıpırdayan insan ve meleğin ilk azizliği
alnındaki korulukta incir titremesi
atlas korkularda sürüdüğün aklım
lodoskanı saçlarında terennüm eden bir tutam yengi…
denizciler sevişsin, define derinliği kor kederle

derinliğini bilmeden değdiğin kuş sürüsü
aşık ürkek ve saldırgan
kör kitabelerden çıkıyor
bir kayaya çarpıyor sonra da beni vuruyor
mezar taşlarını kavrayabilecek mi ellerin

bileğimde yıkılan ilk ağaç buhurunda
temmuz’un vakur aşkıyla
yeryüzüne berkitilen cesaretimin gecesi
toprağı seviyor, kanallar kazıyor, bir çeşit yazı icad ediyor
kokun, yapraklarımın dökülüp
hüznün omurga iliğine süzüldüğü yerde
duru, çıplak ve buruk
böyle ulaşabilir miyim kendime
kozalak sürdüm gözyaşım(a) iştar
kısık, kesik, sancılı
kazdıkça;
babilin göğsünde kabuk…

gözlerini sıyırarak kuş kahinlerinden
kum vaktinde gelecek misin?
tartıya gelmez yazıyla dille
karanlık saçlarıma sarınan semerkant…

*lilâv:(kar suyu)


“Feyezân” adlı kitabından