4 Ocak 2015 Pazar

CEVAHİR BEDEL

(Dersim - )

       İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü bitirdikten sonra, Kocaeli Üniversitesi’nde “Türkiye Yazılı Basınında Azınlıklar ve Marjinal Gruplar” adlı yüksek lisans tezini tamamladı. Doktorasını, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde “ 1980 Sonrası Siyasal Değişimin Işığında Kadın ve Liderlik Olgusu” adlı tez çalışmasıyla aldı.
       İlk şiiri Sincan İstasyonu dergisinde yayınlandı. Şiirleri Akköy, Cin Ayşe, Deliler Teknesi, Dize, Hâr, Kurgu Düşün Sanat, Muaf, Sincan İstasyonu, Şiirden, Şiiri Özlüyorum, Varlık, Yasakmeyve, Yeniyazı gibi dergilerde yayımlandı.
       Ödülleri: “Gece Yanığı” adlı dosyasıyla 2011 Homeros Arif Damar Jüri Özel Ödülü’nü, “Çayırı Sayıklamak” adlı kitabıyla 2014 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Cevher Kapısı (2010, Şiirden Yayınları, İst., 84 s.)
& Gece Yanığı (2011, Yazılı Kâğıt Yayınları, Ank., 64 s.)
& Çayırı Sayıklamak (2013, Komşu Yayınları, Yasakmeyve Şiir Dizisi: 108, Şiir: 101, İst., 72 s.)
Şiirlerinden Seçmeler:



AKLIN SEKMESİ

açınca kendiliğinden kanallar boyu kavisli suç
yaprakları damarlı ve bir o kadar nefti,
toplamak gerek ev içlerini, kapı önlerini

geldik gölgemizle fazlı darı’ndayız şimdi

bize gelince daraltır güzellik ilk hecesini
kuyusu derin ve bir o kadar siyah,
toplamak gerek ruh dağınıklığını, kötü günleri

geldik içimizle yusuf sureti’ndeyiz şimdi

açılınca kendiliğinden şehir önlerinde günah
ırmaklar boyu bir garip korku aklın sekmesi
o zaman dağıtmak gerek vahdeti, zavallı vahdeti

geldik gövdemizle mansur teni’ndeyiz şimdi

bizden çıkınca genişler ömrün kırlangıç diyeti
kurulmuş divanlarda sabırla ölçülür şiirin kafiyesi
toplasak da bitmez yanık döşleri, yanık döşleri

geldik ahımızla kerem sözü’ndeyiz şimdi


“Gece Yanığı” adlı kitabından

İPEKTEN İLMEK

içindeki karanlık genişleyecek
soluk alıp vermesi gibi küçük tayların

bastıracaksın kanatlarını durmadan
göğsündeki eski yaraya

aralayacaksın zamanı
rüzgarı kapı yapıp sonsuzluğa

birazdan dolacak adı boşluk olan saydam kuyu
ellerinde tuttuğun çiçek tozlarıyla

göç gurbet ve unutkan sözlerle
uzatacaksın boynunu ipekten ilmeğe

o zaman açılacak uykun kaldığı yerden
büyük bir pencereye

“Cevher Kapısı” adlı kitabından

KENDİM İLE…

kendimden kaçtığımdır:

aslında ben sonbahardan önce ölmüştüm
çok önceleri daha kendimi ağaç sanırken
bir bozkırın ortasında, rüzgara açıkken alnım
dallarım göğe değil gövdeme dönerken büyümek için
ilk kez içe batan kendimle denemiştim ölmeyi

kendimin kaçtığıdır:

neden dolaşırım ki bu daracık sokakları
küçülen evlerin arasından geçerim neden
kar yağmış olur aniden kapı önlerine
bir çocuk annesinden aşırır güneşi
ben kuşların ardına düşerim bilmeden

kendimden kaçtığımdır:

ey yanı başımda yürüyenler söyleyin
ben kimim sahafları tavaf ederken
eski bir kokuyu içime çekip çekip
soluğumu sayfalara dağıtırken kim…
bana bir merdivenle inilir mi söyleyin

kendimin kaçtığıdır:

ya da durun durun söylemeyin
bu kente çok eskiden de geldiğimi
kayıklara binip denizi öpmeye gittiğimi
yer yer karardığımı yer yer silindiğimi,
söylemeyin hayatın kötü bir tekrar olduğunu

kendimden kaçtığımdır:

kendimi sınamaktan gelirim, sorguya çekmekten
dar ağacımı içimde gezdiririm inatla, elimde urgan
ah o çocuk, bir tülün ardından korkuyla sokağa bakan
o bakar  her akşam ellerime kaygılı gözlerle, içlenir
kısacık bir andır, soruları o söyler cevapları ben sorarım

kendimin kaçtığıdır:

tuhaftır bazı sızılar, yakıp gelmiş gibi bir ormanı
uzun bir gecede bilerek kilitlememiş gibi kapıları
bazı bakmalar cinayettir, saplar bir hışımla bıçağını
geçmişin elleriyle yakamızı bırakmayan fotoğrafa
bazı açmalar ateştir,  çiçeğini kül altında saklar…

kendimden kaçtığımdır:

o kadar yoksul ki kelimelerim giydirip gönderirim
urbalarını çıkarmadan alırsınız içeri, öyle değil mi!
uğuldar cümleleriniz, bir daha demem kendimi
demem ölümün en çıplak sözcük olduğunu
ve gizlendiğini yaşamın en renkli elbisesinde

kendimin kaçtığıdır:

ben içimde taşıdım sokakları, taşları ve ırmakları
ah en kötüsü kentleri o karanlık koca gövdeleriyle…
içimde taşıdım, kim gülümseyerek bakıp geçtiyse
acılarıma, solgun bir menekşeye bakar gibi
şimdi çokça eksiğim, aslını sorarsanız biraz fazla…

“Çayırı Sayıklamak” adlı kitabından

SİNAN ÖZDEMİR

(1984, Gaziantep - )


   İsmail Aslan ve Efe Murad ile birlikte Mayıs 2014’ten beri Kontra adlı şiir fanzinini çıkarıyor.
       Şiirleri ve yazıları Akatalpa, Cin Ayşe, Duvar, Gard, Hayal, Hece, Japonya, Kitap-lık, Ücra, Varlık, Yeniyazı  gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Pazıl Bozul (2013, 160. Kilometre Yayınevi, İst., 64 s.)
& Kapital Öldürür (Efe Murad ve  İsmail Aslan ile; 2015, 160. Kilometre Yayınları, İst., 96 s.)

Şiirlerinden Seçmeler:

KES YAPIŞTIR

o tırnakları kes
yapıştır o üçüncü sayfayı
bi
haftalık dergiye,
bizim kazıdığımız anlaşılmasın
aykırı sözleri yıkık duvarlardan.
şimdi kaçaklılık süresi diye bi şey çıktı hem
parayla aldığın zaman
müebbet sende kalıyor,
bir haftaya bile kalmadan dışardasın.

o sayfayı da aç
şurdan bi pizza söyleyelim.
abi biz tıkladıkça garsonlar aç mı kalıyor?
abi biz tıkladıkça garsonlar aç mı kalıyor?
abi garsonlar, siktir et lan...
yok olsun insanın insana garsonluğu.

bak ne dicem
demin kimin sorduğu anlaşılmadı ya
bunun gibi sustuğumuz da karışmalı
hani at iziyle it izinin karışması gibi,
kötü adamlar olduğumuzdan da değil
adaletin temeli yer değiştirebildiğinden böyle söylüyorum.

kimse ayranım ekşi demez abi
bu da sütün bozulmadığını deneyler
tek farkla ki
önceden tülbentten geçirilen yoğurt
şimdilerde türbana takılıyor.
e bu abi hiç ekşi olmamaya mı delildir?
e bu abi hiç ekşi olmamaya mı delildir?
yoo, şiir gerçekle hakikat arasında bir karın ağrısıdır.

iyi de biz buraya nasıl geldik, anlamadım
geldik çünkü pizzalar da gelecek
kuru kuruya siyaset olmaz
dar boğazdan geçmez.
kola gitmez miydi pizzayla?
evet, kola gitti ey oğul!

peki lokantaların suçu ne?
bak aptullah kardeşim
Allah’ın gökdelenini diker gibi işaret ettim ben seni.
süngü aşkına yemin ederim ki buradan biz çıkıcaz.
peki lokantaların...
onlar bir zamanlar restauranttı
ve camlarında gazeteler yoktu
allah için yoktu.
gün gelen bir şeydir ya
onlar bunu bilemedi.
kipte zaman kayması olmazsa eğer
hayata mührümüzü vuruyoruz kardeşim
ve garsonların bir kısmını evinde çalıştırabilirsin.

ah pizzalar da geldi.

hadi kes o tırnakları da başlayalım.

artık temiz olmamız lazım.                 

“Pazıl Bozul” adlı kitabından

ORTAÇAĞ

     Sırtıma saplanan şey dişlenmiş bir elma olmalıydı*
 çünkü yaram büyüktü.

Ütüsü tele takılmış
diken üstünde bir huzursuzluktu
her gün giyip gittiğim.

Çıkarken umudun listesi olurdu cebimde
bir kat eksik giyinmiş gibi üşürdü göğsüm.
avucuma yazdığımı alnıma kazırdım
çıkarken.

Ve yollardan geçmenin resmi
çoğaltılırdı her gün.
kimi özensiz çarşaflar gibi sarkıtır başını
sevişmelerin tutulduğu camlardan
kimi boşluğuyla oynar
yarın yeniden asılacak tabelaların
vesaire…

Bense bilirdim
bir yol sesi kazasıydım dünyada
bir intihar korkağı
zihninin şakağından silahlar geçiren.

(ve söylenen o ki korkunun hançere faydası yoktur.)

Boşunaydı ılık alnımı lavaboya eğmem
yatmadan evin çivisine geçirmem avucumu
uykularımı delmem boşuna.

Geldi bir gün O.
karanlık
gözlerini üzerime örtmüşken
çürük bir elma gibi kahverengi akıttı kanımı.

En ortaçağımda sırtımı kalbimle değişirken
ne silahı anlayabildim ne de akanı.

*Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı romanından.

Akatalpa, Sayı: 124, Nisan 2010

YÜZÜMÜN KOKUSU

Orda çürümüş kavunları düşündüm
baş parmağından eksik pabuçları.
arkasına doğru büyüyen bir gidişle
yüzümü yırttığım kokuları bütün.
bıçağın durduğu orada.

Sel olup kalktığında bir kabir
adamlar camilere salâlar koştururdu
ben beklerdim kurumuş sidiğimle.

Mevsim neredeyse cumartesi olurdu
annemin kısa Maltepe'si
oyunlar arasında
uzun
tüterdi.
bütün topları, çişleri bütün
kaçırıp beklerdim işte.

Haftasonları özensiz ağlardım
yanlış iliklenmiş gömleğimin altında
annem kısa şortlar yakardı.

Böyle kirası aksamış dünya yürüdüm
kavunları yürüdüm, tabutları da.
ne yandıysa dumanına yetiştim.

yüzümü geçmiş küllerle ovmuştum.

Akatalpa, Sayı: 116, Ağustos 2009



MEHMET SAİD AYDIN



(1983, Diyarbakır - )


    Kızıltepe Anadolu Lisesi ve İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde yüksek lisansa devam etti. Bir yayınevinde editörlük yapıyor. Kızıltepe, İstanbul, Diyarbakır, Ankara ve Eskişehir’de yaşadı, yaşıyor.
       Türkçeden Kürtçeye, Süleyman Sertkaya ile birlikte iki kitap çevirdi: Murat Özyaşar, Bir (Doğan Kitap, 2011), Aziz Nesin, Zarokén Niha Çi Jir in (2012, Nesin Yayınları).Açık Radyo’da “Zîn” isimli bir program hazırlıyor. BirGün gazetesinde her pazartesi “Pervaz” isimli köşeyi yazıyor.
       Şiirleri, yazıları ve çevirileri Artshop Çeviri, Birgün, Esmer, Evrensel Kültür, Fayrap, Heves, Kitap Zamanı, Kitap-lık, Radikal Kitap, Varlık, Yasakmeyve vb. gibi dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Ödülleri: “Kusurlu Bahçe” adlı kitabıyla 2011 Arkadaş Z. Özger İlk Kitap Özel Ödülü’nü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Kusurlu Bahçe (2011, 160. Kilometre Yayınevi, İst.)
& Sokağın Zoru (2013, 160. Kilometre Yayınevi, İst., 88 s.)
Kaynaklar:

BARIŞ ÖZGÜR


(1984, Adana - )


       Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde asistan doktor olarak görev yapıyor. İstanbul’da yaşıyor.
       Zinhar dergisinin kurucuları arasında yer aldı.
       Şiirleri, Duvar, Heves, Palaspandıras, Poetikhars, Ücra gibi dergi ve fanzinlerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Yalaka (2013, 160. Kilometre Yayınevi, İst., 88 s.)
& Blitzkrieg (2015, 160. Kilometre Yayınevi, İst., 88 s.; Editör: Ali Özgür Özkarcı, Kapak tasarımı: Ömer Ozan Erdoğan)
Şiirlerinden Seçmeler:


TURİZMCİLERİ NEDEN ÖLDÜRMEMELİYİZ

bilemiyorum öldürebiliriz de
hayal etsenize mini şortlarla tokyo terliklerle bermudalarla
bikini üstlerinden memeleri taşanlar mı dersin
kan güneş kremi ve tuzlu sular
kaçışıyorlar çığlıklar arasında
yandaki dükkan müziği son ses açık bırakmış
o yazın en popüler şarkısı kulaklarımızda
bilmem ben belki kılıcı tercih ederim
bazılarımızda ağır makineli
bazılarımızda da muhakkak çivili sopa

peki ya hayaletleri ne yapacağız
yıkık emekli asker yazlıklarını
terk edilmiş instagram hesaplarını ne yapacağız
patlamış şişme kolluklarda kalan bir kolu
kiminle gömeceğiz kimi
ne yapacağız bu kimsesizliği
cümleler giderek uzayacak devasa otellerin harabelerine gelince sıra
geniş topraklar üzerinde yerle bir edilmiş binlerce oda
binlerce beylikdüzü binlerce zor geçmiş bir yıl binlerce dönünce anlatılacak gece
ve düşünsenize ilerlemeyen taymlaynlarını feysbukların
en son yüz yirmi altı beğeni almış
henüz her şeyden habersiz
köpeğine kendini yalatırken çekilmiş fotoğrafı güzel bir kızın

ne öldürmesi olum saçmalamayın
herkes gibi yaşayacak elbette insanlar hepimiz kadar
kalabalıklaşarak ve azalarak
intikamını alacaklar birbirlerinden herkes gibi yaşamanın
masalar donanacak elbette eski defterler açılacak
scooterlar vızıldayacak kız bacaklarında
of di mi bu yaz sivriler azıtacak
her yer rusla dolacak yabancı zannedecekler yeni saçlarınla
ülke kurtulacak terlikler şıpırdayarak
eski sevgililere birer kadeh daha dolacak
yeni ilginç yerlerle, insanlarla ve selfilerle bir sonraki yıla
sözleşecekler hayatta kalmaya
ve dönecekler kucaklaşarak herkes gibi mezarlıklarına
herkes gibi yaşamanın hayaletleri olarak

bilemiyorum işte herkes gibi bir kucaklaşma ve intikam
hayal edip durdum ben de siyasetten ve aşktan
kardeşlerimle kahramanca bir çatışma ama üniformasızız
veya eroinlenmiş gibi gülümseyerek dönmek elimde market poşeti karımın yanına
uykuya hamaklara şezlonglara ve dalgaların hışırtısına
bırakıp kendimi yıkıp geçtiğimi kimsesizliğimi
geniş topraklar açtığımı havaya uçurmadan önce terk edenlerle plazaları
yağan cesetler altında öpüşerek teselli edecektik
herkes gibi yaşamışlığımızı
ve kaybedecektik birbirinin peşine takıp
hayaletlerini birbirimizin
peki ya ne yapacağız dedim ben de
bu enkaz altındaki vatansızlığımızı
intikamsızlığımdan bir vatan hayal edip durdum
öbür yanağıma bir tokat daha
ve dayanacak bir kadın
kucaksızlığıma

herkes gibi sanıyor insan bilemiyor herkes gibiyken
göremiyor burnunun ucunu
asıl hayaletin kendisi olduğunu
ve tatile çıkaracak bir ceseti olmadığını ortada
çoktan kaybedilmiş bir cephenin altında
küçümseyerek barışmayı
çoktan başkasına aşık bir kadına gömülü
zayıf bularak kucaklaşmalarını
hayallere dalmış bir hayalet
herkes gibi sanıyor dönülecek bir ev
ve açılacak kendisine de bir mezarlık yer sanıyor
çoktan çarpılmış kapılar ardında
bozarak sessizliği
bulacakmışım gibi sanki cesedimi
ve kucaklayacakmışım gibi canlanana kadar

turizmcileri öldürmesek de olur
daha kısa şiirler de yazabiliriz bundan sonra
biliyorum üşeniyorsunuz
gözünüzü yoruyor uzun konuşmalarım
halbuki görmemiz değil
kokusunu takip etmemiz lazım
çürümüşlüğümüzün cahil kokusunu
öğretene kadar kendimize çoktan ölmüşlüğümüzü
ve çoktan terk edilmişliğimizi toprağa
rüzgara rağmen siyasete ve aşka
yakan ve kül eden şeylere

sise ve dumana
ey müslümanı bu zindanın
ey komünisti bu mağlup şehirlerin
ey romatizmalı yörüğü bozkırın ve dağların
allah aşkına şu korkaklığımıza bakın
bırakalım ve kavuşalım artık

ey nerede unuttuysak şu kayıp cesedimizi.