14 Aralık 2008 Pazar

Serap Erdoğan Şiirleri

SERAP ERDOĞAN ŞİİRLERİ

ANITANRIÇA



pembe saydam bir balıkçıl düşü her şey
sezdirilmiş ürpertilerden geçiyorduk
incecik aymazlığıydı şüphemin
durmadan düşen ardıma…durmadan
(d)üşüyordum.
dağılan, çıplak akdeniz solosu; üzgün
ömrü en iyi ölüm tanımlar oysa
yüzümün girdabını en iyi susuşun…
tüm köşebaşlarımı tutan yaralarım var
onu en iyi kıyısızlığın,
yırtık resimler gibi acıyan ellerim bir de…

çıkıp gidiyorum
biçimsiz sevmeleri onarmak olsun bu
tutup geceyi basıyorum utanan yerlerime
unutulmayacak bir anıtanrıça olmasın için…

öyle çok şey vardı ki anlaşılmamışı anlamlayan,
geç sevişmelerin gizil özeti bedenimizde…
yıkık duvarlar gibi bakıyordun
delirmiş cümleler gibi
konuşsan
bir lir sesi çarpacaktı sesine
yalnızlığın çoğul ekleri yoktu daha
daha vardı beklenen renk olmaya
ve kalın bir ıslıktı uzaklığın…

ilgisiz kalsam mendilime sildiğim yanlışa
payın olacak biliyorum
bileklerimde yenilen(en) yaşamda.

“Anıtanrıça” adlı kitabından


ANNESİZ ÇOCUĞUN AĞIDI

Gülten Akın’a

bana yuvarlanan bu boşluğun
şımarık tokalar seçtiği saçları
damlıyor küçük uykularıma
soyağacımda resimleri acıyor

annesi dünyadan düşmüş bir çocuk
tutuşan elleri durdurabilir aklıyla
yalnız parmaklarımdadır hasar
bu annemsiz kreş kapılarını
kim onaracak akşamıma

uykusuna ölüm kaçmış çocuğum
durmadan denerim onu karanlık hayvanlarda
çatılarda anneli kuşlar bağırmasa
anne yaparım bebeklerden ağrıma

birikmek bir çocuk hastalığı değilse
anne, jilet kapmış uçurtma.

Akatalpa, Ocak 2010, Sayı: 121


BU ÇARPINTIYI HANGİ ELLE



En geç hangi eve varır uzağını tutamayan
Hangi elin artakaldığı hangisinin dağıttığı

Memleket işi bir koyulukta
Mor bakışlar yürütürler boynuna
Adamı az bakılmış bir suça kaldırlar

Onların hayreti benimkinden lekeli
Ama silerler, büyük silgileri gökyüzünden

Kalbi keskin bir akıl dişi kemirir
Tırmanarak erkekliğin damağına
Kadını çok silinmiş bir rafa…

Bir üzgün kıpırtının aksanı durur öylece
İçi nara kesmiş gül bıçağı, kendinin tanesi
Huyuna yetecek kadar git biriktirmiştir


Aklımı alsınlar. Israrım orada
Bunu söylemeyi kaldırıyor boyuna
Yaşamayışın baktıkları

Evlere gizli büyütülmüş kızlar dualara dursunlar
Damarlarında gül kalabalığı
Tahmin çukuru hepsinin uykusunda
Onların yası benimkinden fırfırlı

Dururlar yine de
Umulmadık yerlerinden
Acılar yavrularlar…

İzdiham Dergisi, Kasım 2009


CANIN ON DOKUZU



bak buramdan başlıyor işte dünya ağrımaya
geziyor geziyor hışırdayarak unutkanlığımda
kendime gökyüzü yapsam beyazlığından
bir saç ıslak kıvrılır uykuya ve ağustos’a

suç belki de katılaşıp duran bir şeydir
katılıp cümlenin halayına mendil sallayandır
sustuğum olmuştur buna masalarda kalışım
çok kullanılmış bir ad yırtılmaya başlamıştır çölünden

akşam derler yanılmış bir sabahtan başlar ay
kokar dolunay kalıncaya aklımda
şiirdir söz teyelinde harf sökülür iğneden
bir firkete bir canı yaraya dokuyunca


Şiiri Özlüyorum Dergisi / Ocak-Şubat 2009, Sayı: 29


ÇEYİZ



Şair kızların çeyizi de sözcüklü
"sevdim kavuşamadım" motifli
serin nazlı bir örtü.
Ara sıra belki
Ruh da istiyor böyle
Parlak satenlerle telaş telaş dantelalar
giyinmeyi
Çeyiz dili umut dili biraz da
Çünkü orda leke bile nazarlık
Aşkın avlusuna serer dururlar
Çeyizimde manolya.


Ünlem, Ocak-Şubat 2004


ÇIBAN



işlek bir cezadır çocukluk bazen
yaralı tanrıları iyileştirmekle gidilen

her uzak kimlik istiyordu ve tekrar
rengi yok çürük bir besteydi ölüm
siyah kedilerin geçtikleri yerde söylenen
ve çürümeye terk dualardı sevgililer;
-dilerim şehir soldursun seni
ısrarla ve giderek ıslata buruştura..

sonra onlar şüphenin kesikleriyle gittiler,
bir takım otlardan, köprülerden/bulaşarak
gömleklerini ve yanlışlarını babalarına giydirdiler

yokluktan sızdırılmış saatlerdik
yaslı bir geçmişi alır gibi açığa
çürümeye terk sorulardı sevgililer;
-o bekar evlerinin sabırsız tüllerini
kaç isli ayrılık benzetecek
ömrün doğusunu üzen bir çıbana?

anı tozları, billur sözçiçekleri,
tafta şarkılardan yapılan gövden
aynada sürdürüyor şimdi
ölü bir roman kişisi olan seni

çarşılar vermeyecek artık
eve kızan çocukların
vitrinlere düşürdükleri tanrının gölgesini

hayal çöktü, su aşındı içimde
korkarım
acı çamaşırıma geçecek..

“Şiir 2000, E Dergisi eki”


HAMİLE


avluları odalardan geçiren duvardı, buradaydı
tutup saçlarımda esnemişti akşam
bu iyi gelmişti saatlere öğle sonlarına
kimi sigaraların dumanından sayılmıştı
içlerinde çığlık besleyen akşamlardandı
bilmediğim bir aralıktan
durgun kokularla dolanmıştı

kanımda bir merak bulunmuş bugün
bir damardan bir menekşeye geçerken, sonra
yarılmıştık ya toprakla beraber
bir ağacın kalbi denese; yeşil..

ne zaman kaldırdım o ruhun yırtığını
gördüm aktığını, dadandı etime
sessizce öğürünce, o büyürmüş bi’yerlerde
hiçlik kıskanarak seyredermiş: korkunç mucize

her kadın kendi yarasıyla döllenir
sudan koparılmış bir yapı döner içinde

ben kaldım
bir sıkıntıdan hamile..


KALAN


Bir akşamı saçmaktan yorulur insan
Örtülere okşanmış koyulukları dinlemekten
Bir yalanı kalmaktan anlamaktan çürümeyi
Kara bir tadı demlemekten uykusuzluğa yorulur


Başladığı her vakte eski durur
Aşk usanmanın taşırdığı
Durmadan bir rahleye yanlış açılmış
Birinin yaşamasına içinden sandallar uzatsa da
Kendine boğulan seslerden olmuştur

Eksik söylenmiş bir kızlıkta kalabilir insan
Bir yanlış göçü gitmekten, acıtmaktan göğünü
İncecik değerken öldü sanabilir duvarlarını
Böylece eğriliği saatlerin tuhaf gölgeleri artık


Tutula tutula yıpranmış bir ay’dır aşk
Gezer ıslanmış taşlıklarında Türkçenin
Balkonlar kadar görülür bir şeydir ağrısı
Ama konuşurlar üstüne memur ağzıyla
Daha denmez bir elin yanında bir elsizlik yazık

“Dize Aylık Şiir Seçkisi, Sayı: 158, Aralık 2008”



KİMSEM


Bana yeni bir aşı bul, yorgun dallarıma
Ben bu avazda yüzümden oldum
Uykulara bağıran resimlerdi duyduğum
Çeşmelerden korkunç şeyler akacaktı bekledim
Şişmiş ölü kurbağalar döküldü çocukluk belleğime

Camlarına değiyorum gece olunca
Beni sayıkla, beni kendine kapa,
bazı kabuslar rüyaya yeğdir,bunu sakla
bağlıyım korkuna karanlığımdan

Küflü bir hafıza kanıyor kovuğumda
Bana ad ver,, zehir tırmansa da uykuna
Durmadan rüyalanan ellerini değiştir kabuğuma
Sular ve odalar aynı alfabenin dilsizidir

Eskimiştir sorulmaktan bazı meraklar
Bozuk ayetler tamircisi bir usta
Yanılmış çaputlar bağlıyor aklıma

Bana kokla, gör bana, sorma
Körpe bir gurbet yetiştireyim ben de sana

Bir ağaç bazen benzer allaha



KUL / LUK


yüzümde bir ağaç gezdi durdu, bir günah öttü dalında
sen bunlara birer şaka gibi davrandın
ben gitmek dedikçe, kal diye bağırdı camilerde adamların
hangi cezadan firardık ki, böyle aşk diye bi’ şeye başladın

ruhumda bir saat işliyor tanrım
beni akşamın en pişman yerine işliyor
durup hayretler dolduruyorum içine, haberin olsun
ben söyledikçe susmayı öğütlüyor bi’ takım kulların

hep yanlış donattım kalbimi evet
yaratmakta olduğun bir yaraya hazırlanıyorum
benim de yasak bahçeler çevriliyor içimde
sesimin tellerinde gecikmiş ahret..
bakarsın kir susar, taş bağırır
benden dünyaya taşar dinlenmiş günahların

sen soruyu sevmezsin, bağışla tanrım
sahi, var mı senin de buraya doğru avuçların?



ORTANCA


balkonda açıp mutfakta solduğum
annesi ve kadını olduğum
sönmemiş kireç kuyusu

artanıyla boynumun böyle ışıklara
saatleri doldurup aktardığım akşamlara
uzandım ve uçtu kiremidi inandığımın

yeşil bir alışkanlığım saksıma
yorulacak bir rüya kalaydım uykunuza
yol diyecektiniz alnımdan budanana

kalmakla toprağın avucunda bir ev süsü
gitmekle saçıldığı yere tohumlarımın
gölgelerin izin verdiği kadarım

duyarım
geçer rengimden tıkırtıları hayatların


Mühür/2009


PÖRSÜYEN



…ankara’yı izmir’e bağlayan devlet
anıyolu’nda olası tüm kazalara…

göndermekle dinmeyecek mektup yırtığı sesimde
sessizlik kent çabuğu bir makasla
dokunsun diye pas hızında diline.
içimin bülteninde yüzün koyu bir manşet…

ses “bekleme yapılmaz” haliyle
dökülünce bir ucundan asfalta
boşlukları iyi değerlendirilmiş
kağıtlar gibiyim elinde…

tersini kullanıyorum susmanın
dokunmayı tersinden başlatıyorum mektuplara
yazarken hep birlikte kokacağız demek
rengini silgilere bekleten yanılma akşamlarına…

şehirler böyle de kapanır adına
keskin bir zarf ağzı
bulunca tut/kal…

elyazını taklit eden
tiz bir vedayı çürürüm ben
yaşamın buz olarak kırıldığı yerde…

pul, yaradır kayıp bir mektubun teninde…

“Şiir Odası, Sayı: 4, Nisan 2000”



ŞANGIRDAYAN YANLIŞLAR



bir tek dura dura sararmış
keskin unutuş kalsındı,
geçilsindi hızla
buruşuk sabahların üstünden

ne zaman
çitlerini geçmek istesem yüzünün
öpülmüş oluyordu mutlaka
nefesi solunmuş binlerce kez
yokuşlar besliyordu omuzlarında, dargınlıklar
günün saçları kısalırdı da
bağıramazdı ellerini saat iki buçuklar
akşam dudakları uzardı lambaların
yine de öpemezlerdi koşullanmış tıpkı’lığı
leke olmayacak kadar büyüktü karanlığımız.

ıslak bir tanrı fotoğrafıydı zaman
rastgele bir tabutluk acısı,
fırlama halinde yapışan ceset kokusu
esirgenen sabahlara.
gördüm ki
eksiksiz bakmak birikmiş iki yanlışa
nefrete düşmenin biçimleridir
sonra derimizdir ihaneti bildikçe büzülen.
artık bütün bitişlerin doygun hıncıyız
şangırdayan yanlışları aralıksız tekrarlamak…
çünkü aşk!

“Anıtanrıça” adlı kitabından


UNUTKAN DOKU



En uyumlu mevsime atardı
Saçının bol kederli urganını
Henüz edinmiştim bu birbaşınalığı oysa
Ben her yolculuğa akşamı ekledim
Sesimin unutkan dokusu bundan kırıldı
Büyük harflerle keserken yolumu italik zaman

Uzak da yorulur uzak olmaktan
İhanet ağrılı yüzünden anlarım
Çiğnediğim yasalarla sınırlı nasılsa hayat
Nasılsa hangi sokağa çıksam yasak avuçların nemi
Yassılmış saatlerinden tanımak günü
Tumturaklı anılardan geçerek; bilenmiş

Kaldırımlar kaldırmaz mı dersin
İki kişiden bir olmanın suçunu
Üzünç ağacıyım; caddeyi bölen
Hep açık bırakıyorum kentlerin kapılarını
Açık kalıyor ömrün üstü nedense
Aşksa sürekli misafir yüzünde,
Benzeyip dururken fotoğraflar şiire

Fakat bulurum açıklarında yiten sorunun im’lerini
Bir ayrılığın orta yerine bağdaş kurarım
Çıplaklığın epeyce kararlı üstelik Yeniden sorumlu olurum
Üstünü çizdiğim sözcüklerden

Seni acele yaşayıp
Usulca anlattım kendime

Düşlem dergisi, Sayı: 12, Nisan 1998


UNUTUŞUN KANATTIR

O kuşu rüyada uçtun mu sahi
Unutuşun bile kanatır seni
Bu göğün tattığı ilk ihanet  olacak
Bi’ kanat mıyım orda
Küf miyim tüylenmiş
Yarığında kalbinin biriktir onu.

Bak ağırdır uykusu suyun
Dilin de yarası öyledir elbet
Aksanımı ona uyduracağım
Bu kent elbet dökecek beni
Bağışlanır bir yanımı genişletip açacak
Sen pencere önlerinde üzgün turuncu…

Sıkı bir düğüm vardır elinde
Seyrine yer ayırt
Gözündeki zehrin
Hem bakma bültenlerin intihar dediğine

Aklımın cenazesi
Yarın senden kalkacak
                                
Dize Dergisi, Sayı: 132, Ekim 2006
“Efsunkâr” adlı kitabından





SERAP ERDOĞAN









(13 Ağustos 1975, Ankara - )


             İlköğrenimini Ankara ve Yozgat’ta, ortaöğrenimini İzmir Namık Kemâl Lisesi’nde tamamladıktan sonra Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nü bitirdi. Seslendirme ve metin yazarlığı yaptı. Çeşitli radyolarda şiir başta olmak üzere sanat içerikli birçok radyo programını hazırladı ve sundu. Şimdilerde Ankara’da öğretmenlik yapıyor ve şiir çalışmalarını burada sürdürüyor.
      Şiirleri ve yazıları Akatalpa, Bahçe, Deliler Teknesi, Dize, Düşeyaza Edebiyat, Düşlem, E, Edebiyat ve Eleştiri, Hayâl, Hayvan, İnsan, İzdiham, Kavram Karmaşa, Kül, Kül Öykü, Mozaik, Mühür, Öküz, Palto, Poetik’us, Sincan İstasyonu, Sonra Edebiyat, Şiir Odası, Şiiri Özlüyorum, Taflan, Uç, Ünlem, Varlık, Yasakmeyve, Wesvese vb. gibi dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Ödülleri: “Kamaşma” ile Sağlık Emekçileri Sendikası Şiir Ödülü’nü,  “Anıtanrıça” adlı dosyasıyla 1998 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nü,  aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Anıtanrıça (1999, Mayıs Yayınları, İzmir, 72 s.)
& Kamaşma (2004, SES Yayınları)
& Efsunkâr (2012, Kanguru Yayınları, Ank., 60 s.)
       Çocuk Kitapları:
& Öpücük Balıkları (2013, Mühür Kitaplığı, İst., 48 s.)
& Babası Çizgili Kedi (2013, Mühür Kitaplığı, İst.)

* Serap Erdoğan'ın izniyle yayınlanmıştır.

28 Kasım 2008 Cuma

SELÇUK ERAT

(5 Şubat 1982, İstanbul - )


       İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da, lise öğrenimini Gebze’de tamamladı. Eğitimine Anadolu Üniversitesi İşletme bölümünde devam etti. Mimari, heykel ve resimle ilgilendi. Liseye başladığı yıllarda edebiyata olan ilgisi arttı ve bu alanda çalışmaya karar verdi (1997).
       1998 yılında ailesiyle birlikte Gebze’ye yerleşti. Gebze’de yayımlanan günlük gazetelerde ve bazı dergilerde köşe yazıları yazdı. Marmara Gazetesi’nde Lacivert Kültür ve Sanat Sayfası’nı; Demokrat Gebze Gazetesi’nde ise Demokrat Günce Kültür ve Sanat Sayfası’nı yayımladı. Arkadaşları ile birlikte Gebze Azim Gazetesi’ni çıkardı, yazı işleri müdürlüğünü ve gazetenin tasarımını yaptı.
       14 Eylül 2004’te LacivertSanat Kültür ve Sanat Topluluğu’nu kurdu. 1 Kasım 2004’te topluluğun internet sitesini açarak LacivertSanat E-Dergi’yi yayımladı. Mayıs 2007’de iki ayda bir yayımlanan LacivertSanat Fikir Ağırlıklı Kültür, Sanat, Edebiyat, Dil, Tarih ve Toplum Dergisi’ni çıkardı. Aslı Fm ve Elalem Fm adlı radyolarda Lacivert Gece ve Hafta Ortası adlı programları hazırlayıp sundu. “Lacivert Gece” adlı radyo programı, her Pazar saat 20.00’de Radyo Güllük’te devam ediyor.
       Şiirleri, yazıları ve söyleşileri; Ada (Samsun), Ada (Trabzon), Andız, Aykırısanat, Berfin Bahar, Çağdaş Kent, Dergâh, Demokrat Gebze, Deyiş, Dünya, Düşle, Ekin Aktüel, Gezgin, Hayâl, Herşeye Karşın Edebiyat, İmgelem, İspinoz, Kuzeyyıldızı, Marmara, Mor Taka, Önce Vatan, Sızıntı, Siyah Beyaz, Şair Çıkmazı, Şiir Ülkesi, Tay, Türk Dili Dergisi, Ünlem Sanat, Üç Nokta Edebiyat, Yalın Ses, Yaşayan Yarın, Yeni Gebze, Yeniden Siya vb. gibi dergi ve gazetelerde yayınlandı.
       İstanbul’da yaşayan Selçuk Erat, halen uluslararası bir sivil toplum kuruluşunda yönetici olarak çalışmakta, LacivertSanat’ın yayın yönetmenliğini yürütmektedir.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Yaş (2003, Merhaba Tanıtım)

& Toz Yanığı (2008, Ada Yayınları, İst., 72 s.)

İki Kitap İki Şair




İki Şair, İki Kitap

Selçuk Erat, “toz yanığı” *

1982 doğumlu, Selçuk Erat başta şiir olmak üzere mimari, heykel ve resimle ilgileniyor. Radyo programları hazırlıyor, dergi ve gazeteler çıkarıyor. Yalnızlığını yaşıyor, kendisinin dışına çıkmaya çabalıyor, çığlık atmaya yelteniyor, bıkmaksızın yazıyor, nice yaşamlar büyütüyor içinde; sözcüklerini kusuyor, baş harfi büyümeyen şiirler yazıyor,
Mevsimlerden mevsimsizliği yaşıyorum, elimde toz yanığı.
Herkesin şiir dediği şey nedir sizce? Şarap değilse, kadın değilse, tanrı değilse, çocuk değilse, ölüm değilse, anne değilse, gece değilse…
Şiir nedir? Şiir: “toz yanığı”
Şair, şiirini yazar, köşesine çekilir. Okursa isterse o şiiri okur/okumaz bir kenara atar; isterse o şiiri döner dolaşır yine okur, yeniden okur, yeniden yazar, yeniden, yeniden, yine… Ben de öyle yapacağım sanırım.
Bir kez daha teşekkürler, Selçuk Erat.
Bir gün bir mesaj aldım ve Selçuk Erat’ı tanıdım.
Bir gün bir kitap aldım; “Selçuk Erat’tan Şükrü Kırkağaç için… Sevgiyle… 18.11.2008” diyerek imzalı.

BENİ HİÇ BULAŞTIRMAYACAKTIN!

Nevra Bucak’a…

hiç ayak basılmayan bahçede tohumdum.
aykırılığımdandı belki bilinmez,
açmak istemedim.
özümde saklanan imge vardı.
mitolojiden uzanan eldin sen;
ya da değdiğin başka bir ten.
filizimi okşadı bağrındaki mevsimler.
meyveler, aykırı baharı beklerdi demek!

anne, hoş geldin!
doğurdun, şimdi büyüt…




OYUN(CAK)LAR

I
yoruldu rüzgâr.
çocuklar sıkıldı.
ortada sıçan taşları, dağılmıştı.

tabloda gördüğüm küçük çocuk,
oynamıyor artık.

II
oyun getirin bana,
uzak ovaların bağrından.
pinokyo gibi oyuncaklar.
el yapımı olsun.

kurşun askerleri severdim,
taş bebekleri,
fırıldakları…

III
rüzgâra durmak istiyorum;
dönebilmek için.

IV
taşıyın oyuncakları,
uzak diyarların göğünden.

kurumayan ıslaklığımı bir de.



Gül Acemi, Sükût **

Günlerden bir gün. 29 Ekim 2008. Bilgisayarın başındaydım. “Facebook”a bakınıyordum. Engin Turgut’un mesajıyla irkildim. İstanbul’dan Antalya’daki bir resim sergisi ve imza günü etkinliğini duyuruyordu. Onun duyurusuyla gittim resim sergisine… Bir kedi gibi süzüldüm içeri, sessiz, “sükût” içinde… Tanıştım, tanıştı, tanıştık. Bir ressam tanıdım, bir şair… Köşesinde resim yapan, şiir yazan, mahcup, ıssız, hüzünlü, sevecen bir anne, “her yanı şiir kadın”.
Bir gün bir şair tanıdım, “Sükût” içinde: Gül Acemi.
Kitabını imzaladı bana: “Sevgili Şükrü Beyefendi’ye. En derin saygı ve sevgilerimle… Gül Acemi 29.10.2008” diyerek.
Gül Acemi’nin kitabıyla aynı adı taşıyan sergisini “sükût” içinde terk ettim. Acemice bir gül kokladım…Sergi Gül Acemi’nin ilk sergisiydi tıpkı kitabı gibi. “Sükût” Engin Turgut’un editörlüğünde Artshop Yayıncılık tarafından yayınlanmış. “Fuşya” adlı şiiriyle merhaba diyelim Gül Acemi’nin şiirine.

FUŞYA

Bir yanı mahcup bir genç kız gibi
Diğeriyse önüne geleni gözleriyle
Dansa kaldıran işveli bir çingene
Akşamın ıslığı karışıyor ay’lı geceye
O varsa hayatın gözleri kamaşıyor
Kırmızıdaki ateş pembenin utancıyla bir olmuş.

Sahici bir aşk’tır fuşya
Ve fuşya sahiden çok yakışıyor aşk’a…


HAYAL

Hayat kısa metrajlı bir film gibidir
Ben uzun izlerim.

İşiniz hep yoğun, çok kalabalıksınız
Ben sizi yalnız beklerim.


*toz yanığı / Selçuk Erat / 2008, Ada Yayınları, İst., 72 s.
** Sükût / Gül Acemi / 2008, Artshop Yayıncılık, İst., 48 s.

20 Kasım 2008 Perşembe

Enver Gökçe

Enver Gökçe'yi saygıyla anıyorum.

ENVER GÖKÇE
(1920, Çit Köyü, Kemaliye(Eğin) / Erzincan – 19 Kasım 1981, Ankara)




Mustafa Gökçe imzasını da kullandı. Çocukluğu doğduğu köyde geçti. 1929’da ailesiyle Ankara'ya göç ettiler. Burada özel bir ilkokulda okumaya başladı. Daha sonra Cebeci Ortaokulu' na girdi (1935?). Ankara Gazi Lisesi'nin ardından 1948de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Türk dilinin tüm kolları, Türkmence, Kırgızca, Karaimce, Göktürk ve Oğuz lehçeleri, İstanbul ağzı vd. üzerinde çalıştı, Divan Edebiyatı'nı uzmanlık derecesinde öğrendi. Pek çok halk öyküsünü, masalını, bu arada da, Dede Korkut Masalları'nı derleyerek bugünün Türkiye Türkçesine kazandırdı. Sosyalist düşünceye yakınlaşmaya başladı. Türkiye Gençler Derneği'nin (Ankara, 1948) kurucu üyeleri arasında yer aldı. Komünizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle tutuklandı ve üç ay Ankara Cezaevi’nde tutuklu kaldı. Mezuniyet sonrası, öğretmen olarak atanması siyasî polisin engeline takıldığından, iş bulduğu Yurtlar Müdürlüğü'nün İstanbul öğrenci yurtlarında çalışmaya başladı, Çarşıkapı, Yıldız Teknik ve Kadırga öğrenci yurtlarında görev yaptı. 1951 Türkiye Komünist Partisi Tevkifatı'nda tutuklandı. Ceza Kanunu’nun 141. maddesine aykırı davranmaktan 7 yıl hapis ve 2 yıl sürgün cezasına çarptırıldı. 7 yıl Adana Cezaevi’nde hapiste yattı; sürgün cezasını Çorum / Sungurlu ve bir süre de Ankara’da ikamet ederek tamamladı (1959). Hapishane yıllarında Orhan Suda’dan Fransızca öğrendi. Cezası bittikten sonra sürekli işsizlik sorunuyla karşılaştı. Fethi Giray’ın çıkardığı bir reklam gazetesinde düzeltmenliğe başladı. Bu dönemde Pablo Neruda’dan şiir çevirileri yaptı. 1963’te gazete kapanınca tekrar işsiz kaldı. İstanbul’a yerleşti ve bu kez bir spor dergisinde ve Meydan-Larousse’ta düzeltmenlik yaptı; ancak yine işten çıkarıldı. Bir süre çocuk kitapları yayımlayan bir yayınevinde çalıştı; “Dünya Masal ve Efsaneleri” dizisi için Çin, Hint, Mısır efsane ve masallarından kitaplar çevirerek basıma hazırladı. Tekrar ekonomik sıkıntılar yaşamaya başlayınca İstanbul’dan ayrılarak köyüne yerleşti. Bu tarihten sonra kışları köyünde yazları ise Ankara ve İstanbul’da ikamet etti. 1977’de kısa bir süre Bulgaristan'da tedavi gördü. Son yıllarını Ankara Seyranbağları huzurevinde tamamladı. Enver Gökçe, 19 Kasım 1981'de yeğeninin Ankara'daki evinde yaşama veda etti.
Enver Gökçe, öğrencilik yıllarında, Nurullah Ataç, Ahmed Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer'in de katılımları olan, dönemin ünlü Halkevleri yayını, Ülkü dergisinde düzeltmenlik yaptı ve Ant dergisinin yönetiminde yer aldı; 1943’te ilk şiirleri “Köylülerime” “Yurt ve Dünya “ dergisinde, “Ağıt” ve “Bir Alıp Satıcı Gönül” ; ilk yazısı “Çit Köyü”de “Ülkü” dergisinde yayımlandı. “Köylülerime” şiiri büyük yankı uyandırdı. Ant, Ülkü, Söz, Gün, Yağmur ve Toprak, Yeryüzü gibi dergilerde yayımlanan şiirleriyle “1940 Kuşağı”nın önde gelen şairleri arasında yer aldı. Şiirleri daha sonra Meydan, Ant, Doğrultu, Yansıma, Yarına Doğru, Toplumcu Gerçekçiliğe Çağrı, Halkevi, Yapıt, Yaba, Yeni Adımlar, Türkiye Yazıları, Sanat Emeği gibi dergilerde yayımlandı. Mezuniyet tezi (1947) olan Eğin Türküleri, türünün ilk örnekleri arasındadır. Halk şiirinin dil olanaklarını toplumcu gerçekçi çizgide usta bir biçimde kullandı.
Bazı şiirleri Zülfü Livaneli, Timur Selçuk, Sadık Gürbüz ve Ahmet Kaya tarafından bestelendi.
Pablo Neruda, Gesinoviç, Panova ve Hayyam’dan çeviriler yaptı.
Ödülleri:
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Dost Dost İlle Kavga (1973, Yücel Yayınları, İst.)
& Panzerler Üstümüze Kalkar (1977, Doğrultu Yayınları, İst.)
& Enver Gökçe Yaşamı Bütün Şiirleri (1981, Ayko Yayınları, Ank., 146 s.)
Araştırma Kitabı:
& Eğin Türküleri (1982)
Çevirileri:
& Şiirler / Pablo Neruda (Mustafa Gökçe adıyla; 1959, Düşün Y., İst.)
Kaynaklar:
A Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi Cilt I / 2001, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İst., s: 369-370

5 Kasım 2008 Çarşamba

İhsan Topçu

İHSAN TOPÇU
(30 Ağustos 1948, Kuşluca Köyü, Sürmene / Trabzon - )



Ülfet Hanım ile memur Mahmut Topçu’nun oğlu. İlk ve ortaokulu Trabzon'da, liseyi Kilis'te 1965 yılında bitirdi. Aynı yıl girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1967 yılında kendi isteğiyle ayrıldı. 1967 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1971 yılında bitirdi. 1972 yılında Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı. Birkaç aftan yararlandıysa da 1989 yılında devam süresini doldurduğundan İ.Ü. Hukuk Fakültesi 3. sınıfından ayrılmak zorunda kaldı.
Gemlik, Bursa, Kocaeli ve Gölcük liselerinde ve Kocaeli Eğitim Enstitüsünde edebiyat öğretmenliği, kısa aralıklarla da yöneticilik yaptı. 1994 yılında Kocaeli Üniversitesinde Türk dili okutmanı olarak göreve başladı. Aynı yıl Türk Dili Bölüm Başkanlığına atandı. 1995 yılında Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimini, o zamanki adıyla Şiir Okulunu kurdu. 1996 yılında Şiir Okulu Müdürlüğüne atandı. Türk Dili Bölüm Başkanlığı ve Şiir Okulu Müdürlüğü görevlerini 1998 yılı sonuna kadar sürdürdü. 1998 yılında Kocaeli Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğüne atandı, bu görevinden kendi isteğiyle 1999 yılında ayrıldı. 2002 yılında Şiir Etkinlikleri Birim Müdürlüğüne yeniden atandı. 2006 yılında meslekte 35. yılında emekli oldu. Kocaeli Üniversitesinde Türk dili dersleri vermeyi sürdürüyor.
İlk şiiri “Aydınlık” 1964’te Kilis Hududeli gazetesinde yayımlandı. Şiirleri, yazıları ve kendisiyle yapılan söyleşileri, Afrodisyas Sanat, Agora, Akademi Gökyüzü, Alaz, Berfin Bahar, Biçem, Cumhuriyet Kitap, Çağdaş Türk Dili, Damar, Düşlem, Eski Broy, Gökyüzü, Güney, Güzel Yazılar, Hakimiyet Sanat, Ilgaz, İnsancıl, Karşı, Kıyı, Mavi Ada, Ozanca, Papirüs, Pencere, Poetikus, Promete, Şehir, Şiir Ülkesi, Taflan, Tay, Türk Dili, Yaşasın Edebiyat, Yelkovan, Yeni Biçem vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Biriminin yayın organı olan Gökyüzü adlı şiir dergisinin, çıkış yılı olan 1996'dan 2005 yılına kadar, yayın yönetmenliğini yaptı.
Sözleri ve ezgisi kendisinin olan Atatürk Oratoryosu adlı bir çalışması var.
Evli ve iki çocuk babası olan Topçu, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Edebiyatçılar Derneği üyesidir.
Ödülleri: “Gökyüzünü Yitiren Kuş” adlı şiir dosyasıyla, 1992 yılında İsveç'te uluslararası boyutta düzenlenen bir yarışmada “Hümanist Enternasyonal Şiir Onursal Ödülü”nü, “Yaşam Avuçlarımızda Sonsuzveren Gül” adlı kitabıyla 2004 yılında “ Ş. Avni Ölez Şiir Emeği Ödülü”nü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Üçüncü Mevki Duygular (1969, Ana Y., İst.)
& Yarınsız Sayfaları Yırtıyorum (1975, Ana Y.)
& Arayış Yol Arıyor (1990, Ana Y.)
& Gökyüzünü Yitiren Kuş (1994, Kurtiş :Matb., İst.)
& O Yitik Kıpırtı (1996, Suteni Yayınları, Ank.)
& Yaşam Avuçlarımızda Sonsuzveren Gül (2003)
& Hiçliğin Diliyle
Yayına Hazırladığı Kitaplar:
& Kocaeli Günümüz Şiiri Antolojisi (2005, Kocaeli Üniversitesi Yayınları)
Kaynaklar:
& Tanzimat’tan Bugüne edebiyatçılar Ansiklopedisi / Cilt II / 2001, YKY, İst., s: 829

30 Ekim 2008 Perşembe

Yazar Cezmi Ersöz beraat etti.

Yazar Cezmi Ersöz beraat etti.

Leman dergisinde yayımlanan yazısında "halkı askerlikten soğuttuğu" gerekçesiyle hakkında dava açılan yazar Mustafa Cezmi Ersöz beraat etti.

Beyoğlu 2'nci Asliye Ceza Mahkemesindeki duruşmaya, tutuksuz sanık Ersöz ile avukatı Fikret İlkiz katıldı.Kimlik tespitinin ardından savunması alınan Ersöz, yazısını, vatani görevini yaparken askerlere uygulanan küfür ve dayak gibi olayları eleştirmek ve askerlerin bu tür durumlarla karşılaşmaması için kaleme aldığını öne sürdü.Ersöz, yazısının eleştiri mahiyetinde olduğunu da belirterek, beraatını istedi.
Davaya ilişkin görüşünü açıklayan Cumhuriyet Savcısı da sanık hakkında 5 Eylül 2007 tarihinde Leman dergisinde yayımlanan "Askerliğin dönüşü güzeldir" başlıklı yazısı dolayısıyla "halkı askerlikten soğuttuğu" gerekçesiyle dava açıldığını hatırlattı.
Savcı, yazının tamamı göz önüne alındığında, sanığın düşünce ve ifadeyi açıklama özgürlüğü kapsamındaki demokratik hakkını kullandığı sonucuna varıldığını belirterek, suçun unsurlarının oluşmaması yüzünden Ersöz'ün beraatını talep etti.
Davayı karara bağlayan hakim de Ersöz'ün, askerlik hizmeti sırasında karşılaştığını iddia ettiği birtakım olay ve kişileri sert bir şekilde eleştirdiğini belirtti.Yazının genelinde, sanığın düşünce ve ifadeyi açıklama özgürlüğü kapsamında demokratik hakkını kullandığını ifade eden hakim, suçun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle Ersöz'ün beraatına karar verdi.

Bakınız:
http://www.cnnturk.com/HaberDetay/kultur_sanat/550/diger/594/yazar_cezmi_ersoz_beraat_etti/498695/0

Köşk'ten Yaşar Kemal'e Ödül


Köşk'ten Yaşar Kemal'e Ödül


Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri, bu yıl edebiyat dalında Yaşar Kemal’e, mimari dalında Turgut Cansever’e, müzik dalında ise Dr. Alaeddin Yavaşca’ya verildi.


Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada, Türk kültür ve sanat yaşamına önemli katkılarda bulunan, kültür ve sanatının yücelmesine çalışan Türk vatandaşı ve yabancı uyruklu kişiler ile kurumlara, Devlet adına onurlandırmak ve özendirmek amacıyla Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmesinin öngörüldüğü hatırlatıldı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, ödülün, her yıl kültür ve sanatın farklı dallarında verilmesi talimatı verdiği ifade edilen açıklamada şöyle denildi: “Bu çerçevede, Doğan Hızlan, Beşir Ayvazoğlu, Prof. Dr. Mustafa İsen, M. Emin Kuz, H. Gürcan Türkoğlu, H. Ahmet Sever, Zeynep Damla Gürel’den oluşan Değerlendirme Kurulu’nun önerisi üzerine, Sayın Cumhurbaşkanımız, 2008 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödüllerinin, edebiyat dalında Sayın Yaşar Kemal’e, mimari dalında Sayın Turgut Cansever’e,müzik dalında Sayın Dr. Alaeddin Yavaşca’ya verilmesini uygun görmüşlerdir. Ödül töreni daha sonra duyurulacak bir tarihte Cumhurbaşkanlığı Çankaya Yerleşkesi’nde yapılacaktır.”


Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü 1995'te Burhn Doğançay, Adalet Ağaoğlu ve Şefik Kutluer'e; 1996'da Cahit Külebi, Yekta Kara ve Arif Sağ'a; 1997'de Turhan Selçuk, Lütfi Akad ve Hayretin Karaca'ya; 1998'de Yıldız Kenter, Fikret Otyam ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'na; 1999'da Nevzt Atlığ, Turgut Özakman ve Rengim Gökmen'e; 2005'te Halil İnalcık, Oktay Akbal, Ferruh Başağa, Ara Güler ve Sevda-Cenap And Müzik Vakfı'na verildi.


Yaşar Kemal'den açıklama


2008 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük ödüllerinde "Edebiyat" dalında ödüle layık görülen Yazar Yaşar Kemal ödülle ilgili görüşlerini şu şekilde açıkladı:

“Bu ödülün bana verilmesini Türkiye’de siyasal duruşun, barış ve insan hakları mücadelesinin dışlanmaması konusunun ve toplumsal barışa giden yolun açılmak üzere olduğunun bir işareti olarak görmek istiyorum. Bu ödülün siyaset ve partilerüstü bir kurum olan Cumhurbaşkanlığı tarafından verilmesi bu açıdan ümidimi güçlendiriyor.”





12 Ekim 2008 Pazar

HULKİ AKTUNÇ



(27 Ocak 1949, İstanbul – 29 Haziran 2011, İstanbul)


       Öykücü, şair, roman, deneme ve araştırma/inceleme yazarı. Tam adı Şükrü Hulki Aktunç. Türkiye Defteri dergisinde Oktay Bizer ve Ali Devran takma adlarını kullandı. Recep Aktunç ile Nadide (Öğütveren) Hanım’ın oğlu. Selimiye Askeri Ortaokulu, Erzincan Askeri Lisesi (1963-66) ve Haydarpaşa Lisesi’ni (1967) bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini yarıda bıraktı. 1969-1972 yılları arasında Meydan Larousse´un hazırlanması sırasında redaktörlük yaptı.´Z´ harfinin tamamlanmasıyla beraber o da işini kaybetti. Daha sonra bir gazetede gördüğü `Redaktör aranıyor` ilanı üzerine Manajans´a başvurdu. Ancak kısa süre sonra Manajans tekrar bir redaktör ilanı vermek zorunda kaldı, çünkü yazarlık konusunda yetenekli olduğu görülen Hulki Aytunç, yaratıcı bölüme kaydırıldı. Daha sonra Manajans içerisinde yazı grubu başkanlığına kadar yükselen Aytunç, yönetim konusunda yaşayan anlaşmazlıklar yüzünden Manajans´tan ayrılma kararı aldı. 1980’de Yaratım´ı kuran Aktunç, 1987’de Foot Cone & Belding ile ortaklığa imza attı. Hulki Aktunç, halen Yaratım / FCB´nin yönetim kurulu başkanlığı görevini sürdürüyor. Reklamcılar Derneği’nin başkanlığını yaptı. İstanbul’da yaşıyor, öykücü Semra Aktunç ile evli ve iki çocuğu var.
       Aktunç’un yazın yaşamı 1968 yılında dönemin önemli dergilerinden “Yeni Ufuklar”da başladı. 1973-75 yılları arasında “Türkiye Defteri” dergisinin yönetimine katıldı.
      Şiirleri, yazıları, öyküleri ve kendisiyle yapılan söyleşileri Budala, Kitap-lık, Ludingirra, Papirüs, Soyut, Şiir Atı, Şiir-lik , Türkiye Defteri, Varlık, Yasakmeyve, Yaşam İçin Şiir, Yeni Dergi, Yeni Edebiyat, Yeni Ufuklar vb. gibi dergilerde yayımlandı.
       On yılı aşan bir çalışmanın ürünü olan “Büyük Argo Sözlüğü” (1990) gerek Türkiye’de, gerek yurtdışı Türkoloji çevrelerinde yoğun ilgi gördü. “Erotogya?” ülkemize özgü erotizm dünyasını irdeleyen bir ilk yapıt sayılır.
       Edebiyata öyküyle başlayan Aktunç, şiir, eleştiri, inceleme, roman ve sözlük te yayımlamıştır. Kendisine özgü bir üslup geliştirdiği öykülerinde ve romanlarında tekniğe ve yapıya özel bir önem verdi. Kendi kuşağını çevreleyen toplumsal konuları konu edinirken simgelerle yüklü anlatımı, ayrıntıları ustaca kullanması ve biçim özellikleriyle farklılığını belirginleştirdi. Duygusallığın ağır bastığı şiirlerinde özellikle sözcük seçimiyle dikkat çekti. Öykü ve romanlarında kişilerin farklı zaman dilimlerindeki yaşamlarını işlemiş, olayları atlamalı kesitlerle, konuyu gizleyerek dolaylı biçimde veren bir üslubu benimsemiştir.
       İlk öykü kitabı “Gidenler Dönmeyenler”de Sabahattin Ali’nin gerçekçiliği ile Sait Faik’in avangardizminin bir bireşimini oluşturmaya çalışmıştır. “Güz Her Şeyi Bilir”adlı öykü kitabında alışılmış anlamda öyküden bir kopuşu gerçekleştiren Aktunç, öykünün yapısına ilişkin saptamalarda bulunmuş ve bir anlamda öykü üzerine öykü yazmayı denemiştir.
       İki öyküsü, filme dönüştürülmüştür: “Aşka Kimse Yok” (Yönetmen: Osman Sınav), “Bir Yer Göstericinin Hayatı” (Yönetmen: Tülay Eratalar)
       Şiirlerinden bir seçme, şairin de katıldığı kolektif çeviri çalışmalarında, Theo Dorgan, Tony Curtis ve Orhan Koçak tarafından İngilizceye çevrildi: A Selection of Poems and Needlework Interior, 1996. İrlanda’da gerçekleştirilen şiir çeviri seminerleri doğrultusunda bazı şiirleri İngilizceye çevrildi ve Twelfth Song başlığıyla yayınlandı (1998).
Ödülleri: İlk kitabı “Gidenler Dönmeyenler” ile 1977 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’, “Bir Çağ Yangını” adlı romanıyla 1981 Abdi İpekçi Ödülü’nü, “Bir Yer Göstericinin Hayatı” ile 1989 Yunus Nadi Öykü Ödülü’, “İnsan Aşklarının Külüdür” ile 1994 Halil Kocagöz Şiir Ödülü’, “Istıraplar Ansiklopedisi” ile 1995 Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü kazandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Sır Kâtibi (1989, Şiir Atı Yayıncılık, İst.)
& Islıkla Tarihçe (1989, 1000 Tane Yayınları, İst.)
& Adresim Aynalar (1991, Telos Yayınları, İst.)
& Şarkılar (1992, Varlık Yayınları, İst.)
& İnsan Aşklarının Külüdür (1993, Korsan Yayın, İst.)
& Istıraplar Ansiklopedisi (1994, Oğlak Yayınları, İst.)
& Bir Şeyin Varoluşu (1999, Varlık Yayınları, İst.)
& Firak Toplu Şiirler 1989-1999 (Kitap Editörü: Birhan Keskin; 2000, YKY, İst., 377 s.; Sır Kâtibi, Islıkla Tarihçe, Adresim Aynalar, Şarkılar, İnsan Aşklarının Külüdür, Istıraplar Ansiklopedisi ve Bir Şeyin Varoluşu adlı şiir kitaplarının toplu basımı)
& Opus (Gültekin Emre ile birlikte; 2012, Sel Yayınları, İst., 116 s.)
       Öykü Kitapları:
& Gidenler Dönmeyenler (1976, Günebakan Yayınları, İst.)
& Kurtarılmış Haziran (1977, Derinlik Yayınları, İst.)
& Ten ve Gölge (1985, İletişim Yayınları, İst.)
& Bir Yer Göstericinin Hayatı (1989, Afa Yayınları, İst.)
& Güz Her Şeyi Bilir (1998, Oğlak Yayınları, İst.)
& Toplu Öyküler I (2003, YKY, İst., 342 s.; Gidenler Dönmeyenler, Kurtarılmış Haziran ile Ten ve Gölge adlı kitaplarının toplu basımı)
& Toplu Öyküler II (2003, YKY., İst., 315 s.; Bir Yer Göstericinin Hayatı ve Güz Her Şeyi Bilir adlı kitaplarının toplu basımı)
       Romanları:   
& Bir Çağ Yangını (1980, Derinlik Yayınları, İst.)
& Son İki Eylül (1987, Özgür Yayınları, İst.)
       Deneme, İnceleme, Eleştiri Kitapları
& Erotologya (2000, Sel Yayınları, İst.)
& Aforistika (2001, Sel Yayınları, İst.)
       Sözlük:
& Büyük Argo Sözlüğü (1990, Afa Yayınları, İst.; Genişletilmiş olarak YKY’de 1. Baskı: 1998, İst.)
       Söyleşi Kitabı:
& Yoldaşım 40 Yıl (Söyleşi: Rıza Kıraç;)
Kaynaklar:
A  Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi Cilt I / 2001, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İst., s: 64-65
Yazarla Yapılan Söyleşiler:

J  Şair ve Okuru: Hulki Aktunç / İbrahim Yıldırım / Yasakmeyve, Sayı: 1, Şubat-Mart 2003, s. 6-14

21 Eylül 2008 Pazar

İMGE ÖYKÜLER

İMGE ÖYKÜLER


Derginin Künyesi:
Genel Yayın Yönetmeni: Özcan Karabulut
Yayın Danışmanı: Semih Gümüş
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Zerrin Keskin
Dil Danışmanı: Sevgi Özel
Yayın Türü: Yaygın süreli
Yayın Yeri: Ankara
Yayın Periyodu: İki aylık
1. Sayı: Şubat-Mart 2005
Sayfa Sayısı: 184 s.
Fiyatı: 5 YTL

Derginin sunuş yazısı, “İmge Öyküler; Öykü Dostlarıyla Birlikte, Öykü Edebiyatımızın Gereksinimlerine Katkıda Bulunmak İçin…” başlığıyla Özcan Karabulut tarafından kaleme alınmış.

Derginin sunuş yazısı

“Doksanlı yılların ikinci yarısından günümüze öykü dergilerinin yayımlanmasıyla birlikte varolan öykü potansiyeli harekete geçmiş, kimi yazarlarımızın deyişiyle öyküde bir “patlama” yaşanmış, öykü edebiyatı ortamı canlanmıştır.
“Niçin iki, üç, daha fazla öykü dergisi olmasın?” sorusuyla Nisan 1996’da ilk sayısı yayımlanan Düşler Öyküler dergisi, çıkışını izleyen yıllarda öykü günlerini başlatmış, öykü günleri Ankara’dan başlayarak geniş bir coğrafyada yaygınlaşmıştır.
Sekiz yıldır kesintisiz olarak sürdürülen Ankara Öykü Günleri, Kasım 2003’te Mexico City’de yapılan 69. Uluslararası P.E.N. Dünya Kongresi’nde onaylanan Dünya Öykü Günü’nü doğurmuştur. Dünyaya açılan bir pencere olarak www.worldshortstoryday.org sitesini doğuran ise, 14 Şubat 2002’de Ankara’da yapılan “Öykü Forum”la hayat bulan Dünya Öykü Günü projesi olmuştur.
1995 yılında Adam Öykü’nün, izleyen yıllarda öteki öykü dergilerinin yayımlanması öykü dergiciliğini hareketlendirmiş, yayınevlerinin daha çok öykü kitabı yayımlamaya başlamalarıyla birlikte öykü edebiyatı ortamı canlanmıştır. Doksanlı yılların ikinci yarısında dokuz sayı çıkabilen Düşler Öyküler dergisinin öykü edebiyatı ortamına kendince yaptığı katkı; birbirini doğuran projeleriyle, gitgide kurumsallaşan etkinlikleriyle, bir yazınsal tür olarak öyküyü, yerelden ulusala, ulusaldan uluslar arası alana taşıması, olabildiğince geniş bir biçimde edebiyat kamuoyunun gündemine getirmesidir, bizce.
Burada dikkat çekilmesi gereken önemli nokta, son dönemde, farklı kuşaklardan öykücülerin buluşma sıklığının pek çok öykücüyü eylemli kıldığı gerçeğidir. Öykü ve öykücülüğümüz adına en büyük kazançlarımızdan biri de öykücülerimizin bu eylemliliğidir, hiç kuşkusuz. Nitekim, öykü edebiyatı ortamının canlanmasına da katkıda bulunan bu eylemlilik (öykücü arkadaşlarımızla buluşmalarımız, öykünün, öykücülüğümüzün, öykü dergilerinin sorunlarını tartışmamız, bir etkileşim ortamında düşünce üretmemiz), bizi, yeni ama farklı bir öykü dergisi projesine taşımıştır.
Yeni öykü dergisi, Ankara Öykü Günleri’nin sekizincisinin ardından yola koyuluyor.
Peki, yeni öykü dergisi yola koyulurken, düşler “aynı” düşler, öyküler “aynı” öyküler miydi? Yeni öykü dergisi olarak “aynı” düşlerle, “aynı” öykülerle yola koyulabilir miydik?
Arkadaşlarla yaptığımız toplantılarda, derginin biçimini, içeriğini belirlemek üzere çeşitli sorular sorduk, sorularımıza yanıtlar aradık, sorularımızı çok değerli edebiyatçı dostlarımızla da paylaştık.
Günümüz öykücülüğünün, geçmişteki öyküler kadar gelecekteki öykülerle de buluşmaya, kuşaklar arasında olduğu kadar edebiyatla hayat arasında da köprü kurulmasına, nicel artışın yanında nitel katkıya, öykücünün konuşmasına, eleştirinin canlanmasına, tartışmalarda düzeyin yükselmesine gereksinmediği söylenebilir miydi?
Öykünün çok yönlü okunmaya… Öykücünün değer verilmeye, farklı yönleriyle keşfedilmeye… Öykü edebiyatının demokratikleşmeye… Türkçe öykünün, dünya öykücülüğündeki yerinin belirginleşmesine de gereksinmediği söylenebilir miydi?
Günüyle, günleriyle, dergileriyle öykü edebiyatımızın deneyimine ve birikimine dayanan İmge Öyküler, bir yıl süren tartışmaların ardından, yeni kurumsal kimliğiyle, yeni kadrosuyla, yeni biçimiyle, yeni içeriğiyle, sorularına kendince bir karşılık bulmak, öykü edebiyatımızın gereksinmelerine katkıda bulunmak, öykü izlerinde adımlarını belirginleştirmek için yola koyuluyor.
İmge Öyküler, 14 Şubat Öykü Günü bildirisinde dile getirdiğimiz gibi, insanın öyküsüyle var olacağına, öyküsüyle geleceğe uzanacağına, geçmişini öyküsüyle saklayabileceğine inanıyor.
İmge Öyküler yola koyulurken, öykü dostlarının yanında olduğuna inanıyor. “

Derginin ilk sayısına; öyküleriyle Erhan Bener, Necati Tosuner, Mustafa Balel, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Sevgi Özel, Hasan Özkılıç, Onur Caymaz, anlatı, günce, kitap tanıtım yazısı ve eleştirileriyle Haydar Ergülen, Füsun Akatlı, Semih Gümüş, M. Sadık Aslankara, Feyza Hepçilingirler, Erdal Öz, Cemil Kavukçu, Çetin Öner, Işık Kansu, Cihan Demirci, Birsen Karaca, Sezer Ateş Ayvaz, Atilla Şenkon, Adnan Özer, Aysu Erden ve Deniz Spatar katkıda bulunuyor. Dergide; ayrıca Semih Gümüş ile yapılan bir söyleşi, Müge İplikçi’nin Adalet Ağaoğlu ile yaptığı sohbet ve Jaklin Çelik’in Sedat Yurtdaş, Kadir Konuksever, Mehmet Polat, Lal Laleş, Muharrem Erbey, Azad Ziya Eren ve Şeyhmus Diken’le gerçekleştirdiği forum yer alıyor.
Derginin ilk sayısında; “1980’den Günümüze Türkçe Yazılmış Beğenilen 10 Öykü” başlıklı bir soruşturmaya verilen yanıtlar ile soruşturma sonuçları veriliyor. Bu soruşturma sonucunda en çok beğenilen 10 öykü şöyle sıralanmış;
1. Geyikler, Annem ve Almanya, Nursel Duruel,
2. Naj, Hakan Şenocak,
3. Gece, Bir Otel Odasında. Özcan Karabulut,
4. Tahta Kuşlar, Aslı Erdoğan,
5. Suzan Defter, Ayfer Tunç,
6. İçeriye Bakan Kim, Mehmet Günsür,
7. Kâğıttan Kaplanlar Masalı, Murathan Mungan,
8. Bir Uçurtma Gibi, Erdal Öz,
9. Ormanın İçlerine Doğru, Cemil Kavukçu,
10. Aziz Bey Hadisesi, Ayfer Tunç.
Derginin ilk sayısında; Birsen Karaca ve Nermin Acar’ın çevirileriyle Mihail Mihayloviç Prişvin ve Donatien Alphonse François Marqis de Sade’ın iki öyküsü yer alıyor.

Şubat 2005’te yayın hayatına başlayan İmge Öyküler dergisi, Nisan-Mayıs 2006 tarihli 7. sayısıyla yayın hayatını tamamladı ve edebiyat tarihindeki yerini aldı.

EŞİK CİNİ


EŞİK CİNİ


Derginin Künyesi:
Derginin Adı: EŞİK CİNİ İki Aylık Öykü Kültürü Dergisi
İmtiyaz Sahibi: Ali Enver Ercan,
Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Nalan Barbarosoğlu,
Yayın Müdürü: Bülent Usta,
Görsel Tasarım: Nazlı Ongan,
Kurumsal İletişim: Gülce Başer,
Yayın Sekreteri: Melike Aydın,
Çalışma Ekibi: Ergun Kocabıyık, Handan İnci, İbrahim Yıldırım, Murat Batmankaya, Müge İplikçi, Jaklin Çelik, Nalan Barbarosoğlu, Saadet Özen, Yekta Kopan.
Basım Yeri: İstanbul,
Yayımcı Kuruluş: Komşu Yayınevi,
Yayın Periyodu: İki aylık,
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın,
1. Sayının Basım Tarihi: Ocak-Şubat 2006
1. Sayının Baskı Adedi: 2500
Sayfa Sayısı: 160
Fiyatı: 5 YTL.

Eşik Cini dergisi, adını Hulki Aktunç’un “Bir Çağ Yangını” adlı romanının giriş metninden alıyor.
Derginin kapak tasarımı, her sayıda başka renk fon olacak biçimde, birbirinden farklı çoklu cin motifinden oluşmaktadır.

EŞİK CİNİ 1. SAYI

Nalan Barbarosoğlu tarafından kaleme alınan derginin sunuş yazısı;

“Bunları kimseye
anlatmamalıydın.
Ey eşik cini! Senin ve
Birçoğumuzun sonu geldi.
Ve elbet gelecekti.
Ama bundan daha görkemli
Bir başlangıç olabilir mi?
Bak, duyanlar uykusuz-duraksız
Kalıyor. Yine de
Kendi şenliklerine gidiyorlar.” *


Kültürel ve felsefi kavramların kabuk değiştirdiği, içeriklerin yenilendiği bir zamanın içinden geçiyoruz. Kendini ve ortamını tanımakta, tanımlamakta zorlanan bir insanlığın parçasıyız. Düşünce dünyamız karışık, duygu dünyamız karşıtların gelgitiyle örülü… Evrensel barışa ve dünya kaynaklarının paylaşımında adalete – dünyanın tüm zamanlarında olduğu gibi- yine gereksinim duyuyoruz… Kaygılı ve tedirginiz… Varlığımız ve varoluşumuz –çoğu zaman adını koyamadığımız- bir tehdit altında… Sanki dünya bizim dışımızda akıyor, sanki dünya bizi içine almıyor, bizi görmüyor, ya da görse bile kayıtsız kalıyor… Geleceğe ilişkin –ortak paydada buluşabilecek- hayallerimizi yitirmiş gibiyiz… Oysa, biliyoruz ki, gelecek tasarımını yitirenlerin ortak kaderi, geçmiş tasarımını da yitirmek, yitirmese de köksüzleşmektir; beslenememek, serpilip gelişememektir. Belki de bu köksüzlükten –bazen farkında olarak, bazen de olmayarak—kendi tarihinden, kendi coprafyasından sürgün edilmiş ruhlar gibi dolaşıyoruz bedenlerimizin içinde. Gündelik hayat sregiderken tuhaf, belirsizliklerle bezeli, kolay kolay adlandıramadığımız bir ruh durumuyla soluk alıp veriyoruz, sanki çıkış yolunu bulamadığımız bir döngünün içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Sonsuzdan gelip sonsuza akan zamanın içinde bir “tık” sesi kadar kısa ömrümüzde geçmişi ve geleceğiyle bütünleşebileceğimiz bir dünya tasarımı arıyoruz…
Bu tasarım nerede?.. Tabii ki, yine içimizde; yaşarken ve yazarken enerjisi ve dinamikleriyle oluşan çok boyutlu hayatın içinde… Milyonlarca yılla ifade edilen zaman algımızda, dünyanın ve insanın tarihinde… Bu tarihi yapan varlığımızla ve varoluşumuzla oluşturduğumuz yaşam hikâyelerinde… Bu hikâyelerimizin içinde… Dilimizde… Soluk alıp verdiğimiz atmosferde… Hayallerimizde… Hayal kırıklıklarımızda… Gördüğümüz rüyalarda… Korkularımızda… Arzularımıda… Öfkelerimizde… Dileklerimizde… Türkülerimizde… Söylencelerimizde… Boyuneğişimizde… Başkaldırmamızda… Duruşumuzda… Attığımız adımların edasında… Bakışımızda… Dumanı tüten çayın, buğusu yayılan ekmeğin kokusunu içimize çekişimizde… Gün doğumlarında ve batımlarında güneşin renklerini merakla bekleyişimizde… Rüzgârın tenimize değdiği anda duyumsadıklarımızda… Yağmurun sesini dinleyişimizde… Yağan karı izleyişimizde… Hüzünlerimizde… Coşkularımızda.. Aşklarımızda… Gözyaşlarımızda ve kahkahalarımızda… Bir çocuğa bakarken içimizde uyanan umutta..
Binyıllardır sürüp gelen bir hakâyenin zamanımızdaki taşıyıcısıyız… Diller değişiyır, coğrafyalar değişiyor, çağlar değişiyor, söylenceler değişiyor, algılar değişiyor, kavramlar değişiyor… Hikâye değişmiyor… Daha doğrusu, hikâyeyi hikâye yapan “öznitelik” değişmiyor. İnsan ve hayat! Bütün değişkenlikleriyle, çok parçalı evreniyle insan, kendi hikâyesini örüyor, dünyanın ve insanlığın hikâyesine eklemleniyor, kendisine bir kader olan dünyanın kaderini yine insan yazıyor… Bir başkasının hayatına değerek, eklemlenerek, girerek; bir başkasının hayatından çıkarak, kovularak, sürgün edilerek…
Eşik Cini, insana ve hayata dair yazılmış, yazılan ve yazılacak öykülere açılan kapının eşiğinde bir dergi olarak çıkıyor… Öykü dünyasını evi bellemiş, eşiğini yurt edinmiş bir “cin” diye de görebiliriz onu… Neden olmasın?... İnsan eli değen her şey gibi dergiler de kendi hikâyelerini yazar… Yazarları ve okurlarıyla.
Merhaba.

* Hulki Aktunç, Bir Çağ Yangını, Eylül 1981, Derinlik Yayınları, İstanbul, Romanın girişinden…


Esik Cini’nin ilk sayısında öyküleriyle Latife Tekin, Hulki Aktunç, Nabizâde Nâzım, Müge İplikçi, Ayfer Tunç, Jale Sancak, Zekeriya Tamer, Gassan Kanafani, Behçet Çelik, Vural Sözer, Nilüfer Altınel, Sait Faik Abasıyanık, Bekir Sıtkı Kunt, Seyit Göktepe, Ahmet Büke, Refik Algan, Özgür Soylu, Nergis Gün Uzun; yazılarıyla Ergun Kocabıyık, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Selim İleri, Handan İnci, İbrahim Yıldırım, Saadet Özen, Murat Gülsoy, Murat Yalçın, Necip Tosun, Ömer Lekesiz, Yekta Kopan; çizgileriyle Levent Gönenç, Memo Tekin, Hicabi Demirci yer alıyor.
Ergun Kocabıyık, “eşik ve cinleri” yazısında kültür tarihinde uzun soluklu bir yolculuğa çıkarak, derginin adına da bir açılım getiriyor..
Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun “eşik ve eşikli öyküler” başlığını taşıyan yazısı, yazmanın ve okumanın alt katmanlarına işaret ediyor.
Handan İnci ve İbrahim Yıldırım’ın yazılarıyla Nabizâde Nâzım’ın öykücülüğüne bakarken ve kimi ezberlerimizi bozarken, Türkçe harflerle ilk kez yayımlanan bir Nabizâde Nâzım öyküsü de okuruyla buluşuyor: “Sohbet-i Şübbâne”.
Ekim 1966’da Papirüs dergisinde yayımlanan, Bilge Karasu, Rauf Mutluay, Adnan Özyalçıner, Mehmet Seyda, Cemal Süreya, Haldun Taner ve Turgut Uyar’ın “Hikâye Üstüne” başlığını taşıyan tartışması, aradan kırk yıl geçmesine rağmen bugün konuşuluyormuşcasına güncel bir içerik taşıyor.
Suriye öyküsüne bakan Saadet Özen’in yazısına Zekeriya Tamer ve Gassan Kânafâni’nin öyküleri eşlik ediyor.
Handan İnci’nin “İstanbul’un Eşiğinde Edebiyat: Haydarpaşa Garı” başlıklı denemesi, okuru edebiyatımızın içinde Haydarpaşa olan ürünlerini okumaya çağırıyor.
Selim İleri’nin Selçuk Baran’ı, Murat Yalçın’ın Bilge Karasu’yu, Murat Gülsoy’un Oğuz Atay’ı, Necip Tosun’un Halid Ziya Uşaklıgil’i, Ömer Lekesiz’in Sevgi Soylu Kalyoncu’nun Gelincikler Geceye Düşer adlı kitabını anlatan yazıları, okuma açılarının yönlerine dikkat çeken, zenginleştiren bir renk sunuyor. Yekta Kopan’ın hazırladığı “eşiklopedik sözlük” öykü tarihimizde zevkli olduğu kadar, farklı bir gezinti.

Eşik Cini dergisi, 15 sayı süren yayın macerasından sonra yayn hayatına son verdi. Öyküye ivme kazandıran dergilerin birer birer yayımını sonlandırmalarının sebepleri ayrı bir yazı da irdelenmesi gerektiği inancındayım.