Mürsel Sönmez etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mürsel Sönmez etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2017 Salı

MÜRSEL SÖNMEZ


(1963, Ordu - )


       1972 yılından bu yana İstanbul’da yaşıyor. Çeşitli edebiyat dergilerinin kuruluş ve oluşumlarında bulundu. Altısı şiir dördü nesir olmak üzere yayımlanmış on kitabı bulunuyor. 2000 yılından bu yana çıkmakta olan birnokta edebiyat dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapıyor. Ayrıca, her hafta yayımlanan İstanbul Ticaret Odası gazetesindeki köşesinde, şiir kokulu yazılarıyla okurlarıyla buluşuyor.
       Şiirleri ve yazıları Düş Çınarı, İstanbul Birnokta vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Cüzler (1989)
& Göz Aydınlığı (1993)
& Epitaf (1995)
& Tütün Küfesi (2001)
& Güvercin Ağacı (2003)
& Külçe (2004)
& Üzüm Meseli (2014, Birnokta Kitaplığı, İst.)
      Deneme Kitapları:
& Dar Vakit Günleri (1999)
& Su Terazisi (2000)
& Yüz Akı (2007, Bir Nokta)
& Ticaret ve Hayat (2010)

Şiirlerinden Seçmeler:

BİR TEK O

ben nerede bitiyorum, sen nerede başlıyorsun belli değil
bir deniziz, başucunda kıpkırmızı bir güneş

ayrılınca nereye gidiyoruz, kavuşunca nereye belli değil
nereye uçar, nereye konar belli değil ellerimiz

uzaklığı dokuyoruz zamanın tezgâhında
son ilmekle beliriyor kavuşunca desenimiz

döllenmiş çiçek gibiyiz güneşini bulan dünya
sanki gülen yüzlerde bahar hep biziz

sen; ben, ben; sen, olduğumuzu unutunca ayrılık
ayrılık ve kavuşmayı unutunca biriz

biriz, varsın solumuzda rakamlar olursa olsun
sağımızdan hiçbir zaman gölge bile geçmemiş

çoğul eklerinin olmadığı dildeniz
kendimizden başka asla yere düşmez gölgemiz

ayrı ayrı yollarda yürüsek de
aynı evde kendimizi bekliyoruz kendimiz

ne güzel! evimizin duvarları aynadır
o aynadan bu aynaya gider gider geliriz
ben sen biter o halde
o aşikâr sırrı ölürüz söylemeyiz

rüzgârla perdelerde salınsa da resmimiz
resmimizin zarfında gizli durur ismimiz

ne ben varım ne de sen med cezir sularında
şaka yapıp duruyor, o tek, o muzip deniz

GÜN DÜŞÜ

O bir gün için bunca düşü
A benim yabançileğim! Gözümün nuru
O gün anılar kadar derin, hayaller kadar büyük
Şu dünya ne kadar yalansa, o kadar gerçek bir gündür

O gün, güneşle bir kuşlar pencereye konmuş
Çay demlenmiştir, sabahla bir
Vaktidir, bedeni ruhun rüzgarına bırakmanın
Yaşıyor olmanın çiçek açma vaktidir

O gün, a gülmenin papatyacasını su gibi konuşan!
Zamanda kaybolacağız, çarçabuk zamanla bir
Bir nehir alıp götürecek bizi dağlar arasından
Bir denize; bir biz, bir kayık, bir Allah!

O gün ki düzedüz, güpegündüz bir gündür
Bildiğimiz, düşlediğimiz, köşesiz bir gün
Güneşi bir adam boyu yakın, denizi o kadar derin
A benim insan gülüm, o gün bu gündür

SEN DROM

Radyoda ikimizin de sevdiği bir şarkı çalıyor
Bir yerlerde radyoyu mu açtın acaba

Cemre düşüyor içime bu kış kıyamette
Sokağımdan mı geçtin ne

Takılıp kalıyor bakışlarım bir yere
Aynaya mı bakıyorsun orada

En sıcak ceplerime sokuyorum ellerimi
Ellerin üşümüş olmasın

Sensizlikten yararlanıp çığ gibi iniyor zaman
Saate mi bakıyorsun acaba

Göz kapaklarım ağırlaşıyor kurşun gibi
Uykun mu gelmiştir şimdi

Nasıl da acıktım birden
Sen neden yemek yemedin

Öğlen oldu gün karanlık
Belli ki uyanamadın

Dışarıdan kuş cıvıltıları geliyor
Ne diyorsun bakayım sen

Issız gökte bir bulutçuk, oradan oraya göçen
Bu sen misin gerçek dışı, gerçeğin şehrinden geçen

YİRMİDOKUZUNCU KAPI

Asıl şimdi başlıyor hikaye, asıl şimdi
Bir yanda şavkı ayın ve bir yanda kendisi
Bir ayrılık bin aynılık var aramızda
Donakalmış her şey, takvimler yanmış
Akan zamansa uyuyan külkedisi
Ve biliyor musun dokuzun yaptığını
Değirmi bir yirmiyle birlik olup
Gelinciği kanattığını
Günlerin yokuş yukarı tıknefes
Gecelerin simsiyah zakkum tarlası olduğunu
Yas tutan karalar bağlayan bir anne gibi zaman
Kanla karışık sütle besliyor bizi
Bir kez daha doğrulanırsa gecenin gündüze gebe olduğu
Belki de sabaha çıkaracak,
El değmemiş bir sonsuza değdirecek ellerimizi
Sen şimdi bunlara bakma yürü
Otuz, otuz bir, otuz iki ve daha nicesi serilsin ayaklarına
Sümbüller senin için dökülsün salkım saçak
Biriksin pencerende serenat için güller
Yağmurlar sana baksın camında ağlayarak
Sönmesin ışığı hiç, o çifte mücevherin
Kalsın kumda o izler ağırlığınca derin
Ah! O küçücük halı, ruhunun seccadesi
Göl gölgesi gibi dursun vücudun çöllerinde
Ömrüne yemin olsun zafer olsun seferin
Bir yanda şavkı ayın öbür yanda kendisi
Can ve beden bir yerde, ayrılıksa kelime
Bir kelime ne bağlar, neyi çözer, ne yazar
Kavuşmaktır aynada ayrılıkların aksi


İstanbul Birnokta, Sayı: 121, Şubat 2012