31 Ağustos 2015 Pazartesi

DERYA ÇOLPAN'DAN ŞİİRLER

BİR SUSUZLUK DENEMESİ

bu toprak babamındı eskiden

ama bugün temmuz.
topraktan gelmiş insanlar bakıyor uzaktan
oysa biz nereden gelmiş meçhul
nereye yürüyoruz su gibi bir söz dilimizde,
toprağa yakın duruyoruz buzdan ayaklarımızla.

çünkü babam her cuma
temiz gömlek ve külotla
insan bakmaya koşardı
müslüman sergisine.
temmuz da cuma da
sürekli bahane.

annem cumaları çamaşır yıkamazdı.

hep o yerlerin
ziyaretçi kayıtlarında vardır adım
kaç torba toprak taşımışım babama
kahverengi rafyalı hediye paketlerinde
ve alındı belgelerini tutarım hâlâ
cemaat şahittir
okuması olmayan annem de.


(o yıllarda
rakıyı susuz içerdi babam
sövdü mü sözleri
topraktan ayrılsın diye.)

ama bugün temmuz.
yalnız kadınlar bakıyor uzaktan;
yakışıklıydı babam
iki dirhem

çekirdeği toprak aldı.

Derya Çolpan

LODOS

saati kurmamışlar belli. evet!
öyle içten ki sobanın sessizliği,
odaya
yüklüğe
yüzlere
boşanmış zemberek huzuruyla doluyor.

yorgan bitince toprak. ayaklara değen. evet
eminiz.

--şimdi araya giren mutlu uyuma yarışı
çoluk
çocuk
toplasan baba yarısı.
dışarıdan içlerine
hızlı ağaç dallarına, camdaki buğuya
ailecek bir fotoğraf bakışı--

anne ortadadır. üstünde takvim,
göğsü inerken yere dökülendir
erken okunmuş yaprakları.

parlayıp da çabuk susmuş belli
tüm nefesli çalgılar. o durgun koro.

evet! eminiz
öyle yanıyor ki sobanın içi.

Derya Çolpan

SESSİZLİK VE TOPRAK


i. toprağın sesi

rüzgâra önümü iliklerim hep,
çok şükür! yağmurla toprak arasında dururum
kaç dağın resmi var bende
bahçemin derin köşelerinde tuttuğum.

-- şimdi anne desem
yorulurum.

ama halının altına süpürdüğüm ölü toprağı
artık üstüme üstüme geliyor. önümü ilikliyorum susarak.
çok şükür! bir diriyle ölü arasında duruyorum.

baba, diyorum
sen hatırlamazsın. bir nehre gitmiştim
suyu seviyordum o zaman. geniş bir vitrinde
nasıl yıkanmıştım sana seslenerek. sesimden
kurbağalar toplamıştın sen, uyuyordun.

yağmura önümü iliklerim hep,
sesimle kendim arasında dururum.
toprak tutar beni, konuşamam.


ii. toprağın dili

çocukların ikindi şarkısı— suda sakin yolculuk—
emanet menderes ovasında
babamı bir domuz kovalamıştı hiç unutmam ama
menderes uzun, Aydın nasıl yakındı şarkı sonlarına.

o zaman yazlar sıcak ve kurak
toprak bir tuzaktı çok yaşayana.
kahvede yaşlıların yüzü görülmezdi— yalnızdık.
ağustosböceklerinin dili olsaydı da sussalardı— yalnızdık.
ve ikindi ezanı duyulmaz olmuştu yalnızlıktan.

baba, demiştim
seni geç sevdim, bağışla. oysa sen
ovalar hep huzurludur oğlum der gibiydin.

menderes ovası yanarken yine bir cumartesi sıcağında
bahçeye hortum tutuyor şişman kadınlar.
çardağın altı bize uzak— yediveren koruk
dili olsa da dinlesek
tozu ve toprağı.


iii. toprağın sözü

çok şükür!
susuzlukla yalnızlık arasında duruyorum.


Derya Çolpan

* Şiirler Derya Çolpan'ın izniyle yayınlanmıştır.

HAYATİ BAKİ'DEN ŞİİRLER

AYLAK BİLGİ PEŞİNDE SOLUCAN İZLERİ


1.
dünya olanda ışık neredeydi?: söylesin kaos,
var mıydı düzen?: desin karangu zaman: diri
varlık; fısıltı hâlindeki söz; çamura bulanmış
plazma; bildiğini okuyan cahil tanrı. fizikçi
düşleriyle hayâl içinde yanan ateş: kıvılcım
çiçeklerinin şarkısın söyleyen özgür çayır.
sonsuzluğu emziren suların bildiği, bilmediği
kuşların: sesin unuttuğu sessizlik günü:
uçurumun izdüşümünde düğümlenen
akıl: korkuyla sarmal ân.

bilinmemesi gerekeni bildik! çok erkendi
henüz dönüşmesi ağacın karbona; toza
bulanmış sözcüklerle hemhâl bilig; betiğin
kardeşliği taşlarbilimi, hayvanlar fikri
yol açınca boşluğa, boşlukta izini arayan
kendiliğin belleğine: konuşulabilirdi şeyler,
nesnelerin adlarıyla acıya dayanaklı suç.
ve suçluluk nerede? keder budur, kader de.
duran ne? durma ilerleyen izlek,
durma sakınç durma hareket.

çözümsüzlüktü karar vermenin çığlığında
cinler zamanı: büyü ve iksirle yarışan
tanrı mıydı? ins, elma, yılan: ağacın
bilgisiyle bilgi ağacının köklerinde
işaretini sakladığımız simya:
hükmünde yapaylığın
kanına akmış aka aka tarihle
gölge hâlinde imsiz alfabenin biriktiği
yanlışlar dehlizi. şifrelerin izleri silinmiş:
nereye baktığı belirsizlik ağının yokluğu.

2.
ışığ vardı: neredeydi dünya?: cümbüş
hâlinde karmaşa yokuşunun tanrısı: rabb
rebbinin arıyor deliğinde tinin, dinlenmek
içün, dirisi ölük; ölümü bungun, tuhaf:
kendine çekilmiş kaybolmuş tuhaflık .
yılanın söylediği şarkı sözdizimi
yalan üretiyor iblisin ağzından kelâm
ilmi: avlakta av olan böğürmenin ritmi,
ritmin kargışla büyüyen maskesi: savaşın
karnında acun, kâinatın döleğen dölü.
oradaydım, diyor; buradaydım, diyorlar
zifir ânda: çürümeye hazırlanıyorlar burada,
burada: yaratıcının faşizmine teslim edilmiş
yaratılanın kanlı elleri, kalbinden fışkıran
hayatın oyunu: orgazm hâlindedir, dârü’l-
vahşet, dârü’l-cinnet, dârü’l-şehvet.
cennetle kandırıldık: korkutulduk cehennemle:
“yaşamayı öğrenmeden ölen çocuklar”
bize bakıyorlar: gözlerinde endişe, ellerinde
hayatın alfabesi hûn devşiriyor: yedi derya ceset.

dârü’l-ceset kokuşuyor ezelden ebede: çürüyor,
“selâm” ve “dua” ile kusursuz yınanıyor; kapkara
toprağın rahminden yardım dileniyor, daha
fazla gayya daha fazla gaia daha fazla parra:
mülkiyetinden mülkiyet, şiddetinden şiddet.
erinç nerede; nerde özgür özne?!: boyun
eğiyordu umudu görür görmez, işitir
işitmez olmayan yarını, yarın, diye
kandırılan ussuz zihni! şaşırma sırası sende
izlerinde kaybolan solucan: aylak bilgi.

Hayati Baki

ESKİ ZAMAN SESLERİ

çömleği suladım şarapla yıkadım amforayı
toprakla yundum kalbimi ağaçlarla ormanı
rüzigârladım soluğumla kişneyen atlarımı
çayırların çiyini sabah güneşinin ışığıyla
ısındım ışıttım ıslığımla ılgıt ılgıt akşamı
akşamı akşama geceyi geceye uladım
sessizlikle dilimledim dilimi gönlümle
şölenledim sözlüğüme sözcükler denizini
burada ülkemin çığlığına sarıldım ağladım
sızımla kaldım yalağuz sancıdı gözelliğim

çamçakladım kımızla şiirimi kopuzladım
türkü olup çağlayanda ırmaklar boyunca
aktım söyledim aktım söyledim bozkırda
otağlar içre süledim de koşukladım ordumu
birliktim tebeşir dairemde dirliklendim
göğün katlarından atmosferler devşirdim
de geldim evdeşim yurdumla aydınlandım
dağıldığım gözeden yollara ayrılıp ayrılıp
temürden ateşlerle ocaklandım kunt kunt
biligledim bilgiyi eyledim de bilgeliğim  

çayır çimen gezinledim gökbörü kurtladım
da uluşladım ulusu ulusu olsundu boranda
tipide fırtınada gürlediğim şimşeklerle
yıldırımlar emzirdiğim elmaslarla çizdiğim
kayalara taşlara tamgaladığım uzaklıklar
dağlar ergeneler derinlikler kanyonlar geçtiğim
kartallar göğercinler turnalar geyik kervanları
ruhun uçuştuğu kamanla kucaklaşıp koklaşıp
yuğ yuğ yuğlanub ağıtlar zamanından burada
oldukta çok oldukta kop oldukta hepimiz

çömleği suladım şarapla yıkadım amforayı kımızla.--

Hayati Baki

“güneş ne demek ufuk ne demek?”

zaman gelecek bize! yetişecek çağ çağa tiz tüze
görülecek benim varlığım: “sen kimsen?”: sorulacak,
“türk menem” yazıldı yazılacak türk kanıyla kanıma.
denilecek, tağıyla ırmağıyla, at kişnemeleriyle büyüsel:
düzgün: onat: bilge: yaşnayuben taşlara kayalara:
tanrıkut mete’den tebeşir daireme emzirecek pusatlı
hâlimi; bolat pulatlanuben çeliği sulayan odda, gönülde
sonra: tilde ve dile kaynayan sözcükler denizinden
kıra ovaya gökyüzüne yıldıza: ülkenden üleşüben
ülgeme, buraya değin: özüm yüreğim ülkeme dek!

kalkıp geliriz: tan vaktidir tam!: od öyüdür güneş,
tekindir dağlara düşen gölgemiz: suvarırken tayları,
sülerken tümen tümen yağız yere düşer tengrimin
körklü görkemi; ança dirilirken sessizliğimin sesi
sesimin sessizliği ulaşırken yakutla yeşimle yadayla
sadağıma!: ağan ağaçlar türküsü, yığılan yığın yığın
yıldızların yırı şarkısı!: ormanlarım dinler beni, söyler
ufkumun gökşin yüzüne dallar saluben amrak
sevgisini sevinçle: gönençle hele erinçle uykusuzluk
keçesinde süt gölünde yunmayı yıkanmayı göze dek!

gözeye dek baruben susuz yağmursuz çayırlarda
gezdik hep: kop dolaştık kopardık adım adım
ayaklarımız üzre adanmış uzaklıkları, eyleyüben
güzün, imdi evvel bahar, ilkyaz sonra, sonra yaz
ve kış sonra: yazdık yazımızı göyünç içinde kunt
övünçle: kızlarımızla oğullarımızla kocalmış atagün
karalmış anagün yurtlara yunt omla: emecendi avuç,
sıkılmış yumruktu ipekten bezekli öbkemiz, öfke
buydu işte, uluşup uluşup yarattığımız dura kam.
karangu geceye ay olan türk söz olan türkçem öztek!          

ırkımın ekini, ekinci benim: kavmim asabiyyet
zırhında dinginlik rüzigârı, serinlik ırmağı, derin
derinlik devşirenler yumağı: kimesnem: etile;
bumin kağan; ilteriş; költigin; tomiris; bilge kağan:
tonyukukla aydınlanan coğrafyam: atmosferim
dîvânü lügati’t-türk, kutadgu bilig, nutuk: söylev
içinde yurdum türkiyem ülkem ulusum: dilim,
dilim dilim her yerde: tebeşir dairemdir dünya,
soruyor gâzi: “güneş, ne demek; ufuk, ne demek?”
yanıt verin kız oğul oğul kız: ne demek türk nerde yürek?

 Hayati Baki

NEYİN ÖZGÜRLÜĞÜDÜR TAŞ ÇOCUKLAR?

tanrı ve savaş: neyin özgürlüğüdür, çocuklara
savaşı öğretmek?: taş atmayı!: “devletiniz olacak
haydi ölüme koşun” çocuklar: kardeşlerinizin
cesetlerini toplayın toz toprak içinde: top
mermilerinin sivri ağızlarından sipsivri almak
çığlıkların sessizliğini: sonra, tanrınızla bir olup
öteki tanrının çocuklarının ölümüne zafer
işaretleriyle nağralar atmak: kurtuluş yok mu
hiç? hiç mi yok?!: hiç: hiçlik! öncüleriniz
kimler?: devletiniz ne vaat ediyor size?
ölmeyi mi, daha iyi ölmeyi mi? ölürken
yakışıklı gömülmeyi mi: allah’ın karşısında
terütâze sıpyanlar olarak karşılanmayı mı?
hayır, hayır, sevgili çocuklar, hiçbir niyet
karşılayamaz inandırıldığınız şey içün
amentülerle uğurlanmanızı cinnete!
tekbirlerle tek bir güneş de karartsanız
attığınız taşla: sessizce, kimse anlamadan,
anlayamadan öldürüldüğünüzü: annelerinizin
yaslı kara çarşafları kalacak ve dizlerine
indirdikleri çaresizlik yumrukları: savaş,
oyun değil çocuklar: sizin oyununuz yazı
oyunu: sevgi oyunu: üleşme oyunu suyu
ekmeği: alfabeyi: elifi lâmı mimi: ninniyi
ninenizden, kız kardeşinizden oya örmeyi:
babalarınızın verdiği tüfekleri kırmayı
attığınız taşlarla!: tanrı ve savaş
açlık ve kimsesizlik: alfabede ne ile
resmedilir öğrettiler mi size? yaşınız kaç
boyunuz ne kadar attığınız taşın menzili ne
kaç düşman öldürdünüz ya da ya da ya da:
şimdiye dek: kaş aferin aldınız
ölmeden önce?  aferin sizlere: devletten
sınıfta kaldınız taş atmayı öğrenirken!
tanrı ve savaş ve devlet: neyin özgürlüğüdür
sevgili çocuklar: bizim çocuklar. çocuklarımız!

Hayati Baki

SİYAH PAPATYALAR

basit şeylerdi, yürüdüğümüz tarih gerçek mi
istenç dışı koşarak kurduğumuz hayat, tanrı’nın
sesi gürlemişti gökyüzünden yeryüzüne: öldü
tanrı! deyin bakalım “o, artık kimsesizdir!”:
sessiz ve derinden inleyen yaşamın sonu,
sonsuzluğun dirilmesi bilgiye gömülü ölüm.
özgür kıldı beni, hepten rahatsız etti, cismimi
hakikiyyûndan oluşan acılar dünyası: bulunç
ötesi edgü nereye gitti, gider, gitsin gidebilirse!

bana aklım kaldı; ne çok sevindim siyah
papatyalar açtı ve çoğaldılar kafesinde toprağın:
tertilianus kandırdı bizi, biz bilenler, bilgeler
pazarında söyleşenler dedik: certum est, quia
impossible”: kesin bu, çünkü imkânsız!; elbette,
kandırıldık, olanaksız değildi karanlık. putlar
yaratıldı: sermaye, mülkiyet, despotik inançla
koruyucu devlet! olmazı  olur anladık, zavallı
kalabalıklar: us yarıldı sonra, kimya ve fizikle.

yarın dedik umut dedik gelecek gelmedi bir türlü
doğal küme yoktu, olmadı hiç: silahlar, insandı:
insan dedikleri “savaş yaradan” izdüşümü
keskin bıçak, sırtlan payı, homo homini lupus,
otomatlar dünyasında peygamberler coğrafyası
sarı yıldızlı davûd, golyat zırhını delip deşen kan!
rastlantı değil bu zorunlulukla bağlı mükemmeliyyet
cehennemi: burada dünya, cinnet ehlinden katliam
burada: maktûl, perperişan, bir tek vahşi insan.

homo homini res sacra, dönüşmedi, asla, katiyyen
olmadı şeylerin cürmü, eşyalardan vazgeçilmez
memalik büyüdü zihninde bencilliğin künhüyle:
ölen tanrı’nın sesi: her vakit olur olmaz ateş taşıdı,
silahlandı tanrı râb’a ait krallıkta! kır al böl yönet
öldür esir et aç bırak ölsün soğusun kalbin aşkı
kurusun kanın ırmağı gencecik papatyalar beyaz
morarsın çöllerde elverişsizlik ikliminde yavaş
yavaş yavaş rikkatle soluğunu süzsün ölüm ve hayat.         


Hayati Baki 

*Şiirler, Hayati Baki'nin izniyle yayınlanmıştır.

HÜSEYİN KAPLAN

(1965 - )


       Hacettepe’de Felsefe, DEÜ’de Psikolojik Danışmanlık okudu, felsefe öğretmeni olarak çalışıyor.
       Denemeleri ve şiirleri çeşitli dergi, gazete ve web sitelerinde yayınlandı. Sanatlog.com sitesinde denemeleri yayınlanıyor.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Hiçliğimizin İnkârı (2011)

& Caz Bir Mecaz (2015, Komşu Yayınları, Yasakmeyve Şiir Dizisi: 158, İst., 88 s.)

ERDAL ÖZ EDEBİYAT ÖDÜLLERİ


2008 – Gülten Akın
2009 – Nurdan Gürbilek
2010 – İhsan Oktay Anar
2011 – Şavkar Altınel
2012 – Murathan Mungan
2013 – Cemil Kavukçu
2014 – Küçük İskender
       Seçici Kurul: Enis Batur, Feride Çiçekoğlu, Turgay Fişekçi, Kaya Genç, Handan İnci, Asuman Kafaoğlu Büke ve Can Yayınları adına Sırma Köksal
       Ödülün gerekçesi: “Türk şiirine getirdiği özgün soluk ve şiir dilini geliştirmesinin yanında 30 yıl boyunca duruşundaki tutarlılık nedeniyle”
2015 – Orhan Pamuk
       Seçici Kurul: Feride Çiçekoğlu, Turgay Fişekçi, Kaya Genç, Handan İnci, Asuman Kafaoğlu Büke, Oğuz Demiralp ve Can Yayınları adına Sırma Köksal 

       Ödülün gerekçesi: “roman sanatına verdiği emek ve edebiyatımızın dünyaya açılmasındaki katkıları nedeniyle” 

12 Ağustos 2015 Çarşamba

ERGİN GÜNÇE

(12 Şubat 1938, Giresun – 16 Ocak 1983, Ankara)


       Öğretmen Melahat Hanım ile Bahtiyar Günçe’nin oğlu. İstanbul Erkek Lisesi (1955) ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi (1960). ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Paris’ten dönerken Ankara Esenboğa Havaalanı’nda meydana gelen uçak kazasında öldü.
       Şiir yazmaya 1953 yılında başladı. 1960 yılından başlayarak şiirleri ve yazıları Değişim, Dost, Papirüs Yelken, Yeni A vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Gencölmek (1964, Dost Yayınları)
& Türkiye Kadar Bir Çiçek - Bütün Şiirleri (1988, Can Yayınları, İst., 160 s.)  
& Türkiye Kadar Bir Çiçek – Toplu Şiirler (Editör: A. Adnan Azar, Güven Turan; 2014, YKY, İst., 200 s.)
       Hakkında Yazılan Kitaplar:

& Dincer Günday, Ergin Günçe’yi Hatırlamak (Etki Yayınları, İzmir)

10 Ağustos 2015 Pazartesi

ELİF AĞAÇAYAK’TAN DÖRT ŞİİR

DALGALAR

Alnında koyu mavi dalgalar
Ve yenilenen sokakta gizlenen
Cehennem yaprakları.
Saçlarını tarıyor
Kırık kelebek kanadıyla.
Kuşların gölgelerine çarparken elleri
Soğuk at arabası gömdü
Yaşlı gözkapağına.

Elif Ağaçayak

DEVLEŞEN SESSİZLİK

Önce gölge yazıyor
Sonra sen.
Yılgınlık yağmurlarla
Eflâtun çatıda.
Saklayıp kollarında kendi ölü ellerini
Uçuşuyor yapraklı kaldırımın külleri.
Kıvrılan ellerdeki ışık yakıyor
Devleşen sessizliği.
Çırpınıyor ağaçlar.

Elif Ağaçayak

YANKI

 Bir kırlangıç alnı değerse yanağına
 Sarkıp bakmalı.
 Kayboldu parmaklarımızın arasında
 Karanlık dilenen yalancı gölgeler.
 Güneş sarıyor incecik kovanları.
 Yankısında dans eden düşler
 Sığındı kırık değnekle
 İskelede gülüşen çocuklara.
 Arınıyor taşların o ürküten ıslığı.          

Elif Ağaçayak

YENİLİĞİ

Eflâtun dizginler
Gözkapağındaki taşlara fısıldıyor.
Omzunda boşluğun yaprakları.
Yakıyor yabanıl duvarları
Islıklar ve serçelerle.
Eğrilen örümcekler
Yeni yollar buluyor yanında.
Soğuk bir kozanın değneği izlerinde.
      Yalınayak yürüyor yeniliği.      
            
      Elif Ağaçayak
    
*Şiirler Elif Ağaçayak'ın izniyle yayınlanmıştır.       

3 Ağustos 2015 Pazartesi

MUSTAFA BALDAN

(Konya - )


       Ankara Hukuk’ta üç yıl okudu, İstanbul İktisat’ı bitirdi. Yazmaya 16 yaşında öyküyle başladı. Konya’da yayınlanan Çağrı dergisinin bir dönem yayımında görev üstlendi, gene o dönemde birkaç arkadaşıyla bir yerel gazetede haftalık sanat-edebiyat sayfası hazırladı, öyküler yayınladı. Müzikle ilgisinin bir ayağını oluşturan müzik fiziği üstüne çalışmalarının ürünü olarak, çözümsüzlüğü süren türk müziği ses dizgesi üstüne aykırı tezlerden oluşan bir ortak çalışması var. Otuz yıla yayılan şiirlerini “Daha Tuzu Yalamadın” adlı kitabında bir araya getirdi. Kendimin Ardında adında, yayınlanmamış bir de romanı var.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Daha Tuzu Yalamadın (2015, Komşu Yayınları, Yasakmeyve Şiir Dizisi:160, İst., 160 s.)



ZEYNEP KOÇAK



       Hukuk felsefesi doktorası yapıyor, çevirmen. Duman’ın annesi.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Uğultu (2015, Komşu Yayınları, Yasakmeyve Şiir Dizisi: 155, İst.)



MÜSLİM ÇELİK


(1952, Oğulcuk Köyü, Erzincan - )


Âba Müslim Çelik imzasını da kullandı. İlkokulu Oğulcuk köyünde bitirdi. Ortaokul, lise ve üniversite yıllarında hem öğrenimi yaptı hem de çalıştı.  Antakya, İzmit ve Erzincan'da çiftçilik, ırgatlık, harita teknik memurluğu, türkücülük, fotoğrafçılık, Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda kursiyerlik ve yardımcı oyunculuk yaptı. Boks sporuyla uğraştı. Bursa Eğitim Enstitüsü’nün edebiyat bölümünü bitirdikten yıllar sonra Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü'nde lisansını tamamladı. Bingöl, Muş, İstanbul ve Yalova'da lise edebiyat öğretmenliği yaptı. Edebiyat öğretmenliğinden emekli oldu. Halen İstanbul'da yaşıyor.
Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Sekreterliği görevini sürdürüyor. Uluslararası Pen ve Besam üyesidir.
İlk şiiri 1972 yılında, Bingöl’de Harita teknik memuru olarak çalışırken bir yerel gazetede yayımlandı. 1981 yılından bu yana şiirleri, yazıları ve söyleşileri Adam Sanat, Akatalpa, Akdeniz Seçki, Anadolu Ekini, Atika Sanat, Bahçe, Birgün, Cumhuriyet, Çinikitap, Edebiyatta Üç Nokta, Eliz Edebiyat, Esmer,  Evrensel, Evrensel Kültür, Gösteri, Karşı Edebiyat, Kitap-lık, Milliyet Sanat, Parantez, Sincan İstasyonu, Sözcükler, Şiir Oku, Türk Dili, Varlık, Yazılıkaya, Yarın, Yasakmeyve, Yaşam İçin Şiir, Yazko Edebiyat  vb. gibi dergi, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Bazı şiirleri yabancı dillere çevrildi. İki şiiri bestelendi.
Ödülleri: “Peryavşan” adlı kitabıyla 1989 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü; “Hayriye Yitik Ülke” adlı kitabıyla 1997 Hüseyin Topçugil Şiir Ödülü’nü, “Necatigül” adlı kitabıyla 2008 Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü kazandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Peryavşan (1988, Cem Yayınevi, İst.)
& İhbarlı Gül (1990, Cem Yayınevi, İst., 119 s.)
& Erzincan’da Yağmurun Şarkısı (1993, Cem Yayınevi, İst., 96 s.)
& Hayriye Yitik Ülke (1995, Cem Yayınevi, İst., 61 s.)
& Göğü Kokla Açılırsın – Beşikte Karanfil (1997, Cem Yayınevi, İst., 72 s.)
& Lirkuşu (2000, Adam Yayınları, İst., 78 s.)
& Nazım Hikmet Yahşi Güzel (2002, Cem Yayınevi, İst., 118 s.)
& Kızbes (Kendi seçtikleri; 2006, Toroslu Kitaplığı, İst., 107 s.)
& Bülbülün Ölümü (2007, Artshop Yayıncılık, İst.)
& Necatigül (2008, Artshop Yayıncılık, İst., 96 s.)
& Bursa Lirikleri (2009)
& İstanbulotus (2014, Noktürn Yayınları, İst., 104 s.)
& Paris'te Kavalla Son Prelüd (2014, Yapı Kitaplığı)
       İnceleme Kitapları:
& İpek Mendil İçindeki Sevgili (2011, Evrensel Basım Yayın, 120 s.)
       Çocuk Kitapları:
& Küçücek (Çocuk şiirleri; 2004, Cem Yayınevi, İst., 60 s.)
Kaynaklar:
A  Cumhuriyetten Günümüze Türk Şiiri Antolojisi Cilt 5 / Abdullah Özkan – Refik Durbaş / 1999, Boyut Dosya Yayınları, İst., s: 1036-1037
Hakkında Yazılan Yazılar:
1  Peryavşan / Memet Fuat / Yazko Edebiyat, Temmuz 1981, İst.
1 Sırtüstü / Salâh Birsel / Cumhuriyet Dergi, 11 Haziran 1986, İst.
1 Bir Saptama / Mustafa Öneş / Milliyet Sanat, 15 Aralık 1988, İst.
1 Şiir Yolunda / Mehmed Kemal / Cumhuriyet, 2 Ocak 1989, İst.
1 Kucak Kucak Dostluk / Mehmet Başaran / Milliyet Sanat, 15 Nisan 1989, İst.
1 Karla Buzun Toprakla Karın Kesiştiği Yerde Açan Bir Dağ Güzeli Peryavşan / Haydar Uğur / Yeni Demokrasi Dergisi, Mayıs 1989, İst.
1 Yazılı Kültürü Tartışacak mıyız, Yoksa Yadsımalarla mı İdare Edeceğiz? / Adnan Özer / Fanatik Şiir Dergisi, Haziran 1989 
1 Peryavşan / Halim Uğurlu / Türk Dili Dergisi, Sayı: 15
Yazarla Yapılan Söyleşiler:
J  Müslim Çelik Şiir Dünyasını Anlatıyor / Enver Ercan / Gösteri, Mayıs 1989
J  Müslim Çelik ile “Peryavşan” Üstüne Söyleşi / İbrahim Oluklu / Varlık, Haziran 1989

Şiirlerinden Seçmeler:

ACI ERİNÇ ŞARKISI

Elinde bulutcuk
   gün buradan geçmekte

Ah kız
   Aç yüzünü

yanık sarı erinci
   Ay kiraz dallarında

Ah kız
   Bölüş benimle

Uyku göğüslerine sürünüyo
   Vandal leylak çiçeği

Ayy sızlanan gözlerinle
   Seviş biremcik

BURSA’DA AŞK BÖCÜGÜ

Bursa’da gölgeli bakışlı
bir kız
erirdik gözlerinin elasında
Güneş’li su erguvanlar
Günde iki kez geçerdi Setbaşı’ndan
Salına salına.
Sulara düşen el yazması
ebruli söğüt yaprağı üzerine
şehrin ölgün ışıkları.
– Kara yeller ak yerleri dövende.*

Takarak özlemlerimi iki yanıma
kanat zifiri geceyi
diyor, ölürsem götür çöplüğe at.
Ayakların sağlam, yüreğin güçlü, uzak
bir yerdesin Ferhat.

– Ağlayan ormanım akşam yelinin altında.**

* Arkadaş Z. Özger
** Bir Japon masalından

Akatalpa, Sayı: 70, Ekim 2005

'ERTELENMİŞ İKİ İNSAN'

              İngeborg Bacbmann'a

Gözyaşları, sahici damlalar
kör balıkçının uydurduğu masal

Desem ben bir yalanım
şanına kazınmış kabartma

Küçük, iri, gülgün inciler
denize atsan yorulur

Gül çarparak kule mazgallarına
o yana itelesen kırılır

Desem, damaklarımda dağılan
baharın çiçekleri, koklasan

Varlık, Mayıs 2004

ERZİNCAN’DA YAĞMURUN ŞARKISI

Yürüyorum Erzincan ovasında
gökyüzü sarsılıyor yer nazlı
çiçek açmış kayısı ağaçları
burnuma toprak kokusu geliyor

Sırtımı dağa veriyorum yönümü
siper ediyorum ömrümü bir kelebeğin gölgesine
iki çakıltaşı alıp yerden atıyorum havaya
başıma düşüyor sivri olanı

Herşey kayıyor/sırt çantama
yağmur bulutları doluyor önce
toprağa dayıyorum kulağımı
uğultusunu dinliyorum yüreğinin
      Sonsuz sevilerle savruluyorum
          sütleğen otlarının içine

Koşuyor ışıklar yukarıya/kavaklara doğru
Kirpiklerime yağmurun salkımı diziliyor
alışılmamış bu kaynaşmayla asılıyorum göklere
Arılar burdan oraya yitip gidiyorlar tekdüze

      Yürüyorum bu akşam karaağaçlar arasında
yellerin kirp diye kesilmez ki sesi

İHBARLI GÜL

Gecenin en derin yerinde geldin
dilinde lokmançiçeği
Yaşamamı bu yüzden verseydim sana
kanatsız kuş içeriği

Gün doğuşunda emeklendin uçtun
sevimize gözünün belermesi değdi
sen ki ilgi alanıma
gül kaçgunu olarak kaldın

Gecenin tuncu ışığa gebe
Bir, şey olan hiçbir şey yalan değil
sular akar armağan besteye
yüründükçe imge kanıyor ışık

Terleyebilirim açıver gözlerini
arılar sevgiyi örmekte içi yaz
esneyen gökağız nerede
seni gördüm kendine
kamburu güzellik olan
Ah, gidinin gülfem H.

Kapkaranlığın uzlaşmaz yerinde
öptüm elde ettiğimi ilkindi
sulak çöl ateşli denizin tarla içi
ve istiridye... Gözlerine yansıyan senin alttan
                     canım, ilkyaz patlaması

Her sokağın başına bir gül bırakırdın
-ömrümü-bu yüzden verseydim sana

KAYNAYIP COŞU

Gözlerinin irisine
sarınıp yattım
üşümedim

Şiire belenip çiçek tozlarınca uçtum
güzel O, imgenazlara
çimenin yeşiline, doğasına doğumun
ekildim
özsuyum titretti toprağı

havada ‘velvele’
çiçek giyince yenlerini
çatlayınca torpak dodağını
göğü ağzını açınca
fırtına beynimden kesti iniltiyi

Acıya değdirdim dilimi
hesap sordum anka kuşa varana
ve mühürlendim ve soldurmadım gülümü
dalgaların kırıldı zinciri birle
üşümedim, titredim, hissetmedim

köpüklenip aktım şiire...

“Peryavşan” adlı kitabından

KIRKINCI YAŞ ÇOCUKLARI

Üzerimde başımın ülker yıldızı, belki değil
akşam alacası gözlerimde ölüyor
O öyle bir kikirder ki içimde
gülmese ay çiçekleri üzüncünü görmez miyim
           O gülmeyen Ay-su bu çocuk işte

Ormanın gümbürtüsüne hüthüt üşüştü ansızın
gölgeli sularda bulut mavileşti az biraz
Gün gülse gözlerinde üşürdü yaş ağladığına
Kırk yaşını cebine koyup yürüyen yan yan
O çocuksu bu çocuk işte

Sokak boylarında akasya olsam sıra
dinlesem yellerin özürlü sesini
duraklarında ömrümün yiten karanfiller
sıkılan gönüllere esenlik olsam
kırk merdiveni kırık merdiven hatmi
O masal ülke bu adam işte

Saksılarda yaşar mı ak kırmızı ortancalar
gönlünde mapuslar girer ancak kafeslere sarı
umu dediğin umutsa ey gül yerde de olsa
         Okulların ziline sesin karışırdı ansızın
O seher gözlü çocuk bu yavru işte

Kıyıları ağzının yarpuz kokulu
Bir kez olsun yol vermez gitmeme ırmak
           Sıcak yeraltı suları kımıldar içimde
O açık pencere bu kapı işte

Bedenini ilkyaz toprağının terler sardı soğuk
doygun değilim, akan yıldırımın sesi denli eski
bin yıldır dolam dolamız kanlarımız ısınmakta
         Altta kızıl kor, üstte ıslak yağmur
Fokurdayan o sessizlik bu fırtına işte

Adam Sanat, Sayı: 86       

PARİS'TE KAVALLA SON PRELÜD

Sombahar, yıl seksen dört
eylül dokuzda
gün kara, gönül yareli
saatin beş on beşi
çın sabahta biten öykü

yurdum benim,
"öldürülmüş civan oğullarıyla
kanlı bir mısra gibi
uzakta"

Yorgun, çok hızlı
vuruyor yüreğim
alınmasın buna
Siirt'in Paris köyü

Yurdum benim, gidiyoruz galiba
yalınlığa gömülü ve çocukça
Akıyor şiirsel imgeler nehri
yıldız tarlaları arasında
Gülünün güneşi emzirdiği yere

“Paris'te Kavalla Son Prelüd” adlı kitabından
     
RAN

Ayışığı içe işler samansarısı şiirin
  Bulutlar bak ki gölgelerini bırakırsa
Kıyıda küçük balıkçı nişan almak için
  Dalgaları giyindirip kayalara asmış

Sana ipince sak çalışıp kuranlardan
  Buğda pamuk taşlıova ve susuz ve
Ağzında suyun dili çözülür
  Köpükler çekmez mi seni istediğin yerlere

Ay ayrılıkları çalkantılar arasında
  Yorulmazsın yunuslar gibi yaz
Dalgaların kayalarla öpüştüğü yerlerde
  İçin hep alt üst olmuş biraz

Göğe bir hoş olmayla doldu gözlerin
  Nice ayrılıkları aldın da arkana
Tüylerden yeğni gündüz gece süzüş içre
  Baktın ateşböceklerinin fenerli gözlerine

İlkyazların ayıldığı güneşli menevişelerle
  Acıydı karpuz kabuğuna çarpmayan dalgaları
Son deniz de lekesiz kaldı kusmuştu yunmayanı
  Ceplerinde ne varsa kalem şiir ekmekle

Şair deniz mi mutlandı son armağandan
  Suyun şiiri pamuktan sütten aydan
Kavuşamadığımız yel diriliş kesilirdi bir an
  Sürem sürem masmavi boşluğun sesi henüz

Öngün sürekli karaların sessizliği
  Sel fisiltisinde dalga koşuyor iki kaşın arası
Öpüşlerden kadife göğ boşlukta derin daha
  Kösnül pelte ve al söner gölgelerle

Girmedin kirpiğinle kırıldı zaman küresi
  Darı tanesini bir tutamak soluğu ilkin sabahı
Bir keklik takımı gibi toparlanan akşamı
  Özlemiştin açık yara gördüğün 0'ydu

Yalımı görmüştün Güneş'te kanlanır gözde
  Kapamış karanlığını zar zor sulara
Yenile gülücükler yüzdürüyordu özlem göğsünde
  Kasılıp yayılıyor deniz karışmış buna

Arı ve günleri sezdin karam karam yıldızları
  Son yunuslar iner yeryüzünün kulaklarına
Uyur tınlar susar taşlar su uçsuz
  Gömülür fırtınalar geçer ovalardan kar döndüre

Dağlar mühürlü ve okyanuslara yaklaşan
  Kasırgalar saniye estirmez olmadı seni
Umdun ki evrenin boşluğunda
  Dinlenmiş dalgaların kişnemesini

Çift kanatlı kapılar açılınca kelebekler mi
  Bakışlar parıl parıl göğ bakışlı
Bilirler esrimiş sıcaklar sarkmış enginlere
  Pamucuk bulutları söndüren yel sanki

Eskil göğler diner dil dil durur
  Şahan irisi ak dişli cerenler
Kükreyen gel-gitlerle birden susar sular
  Gözlerinden altın yağmurlar iner pirayenden kıyılara

Gözbebekleri al gülleri akik dilleri
  İştahlı insanlar apaydınlık bordalarda
Zamanın azdırdığı çıyanlar siner
  İğilmiş şerbet veren ak pak kokularla

Donarlar susanlar görmeseler yeri pusatta
  0 akik mercan solgun ışıkları
Yorulursun köpükler karışmaz uyanık
  Toz kaldırır mavi kanatlanır gönlün

Apansız acıkırsın doğuşuna okyanusların
  Boşluk tıkır da tıkır çözer toplar teni
Baktın kızıl güller yordamlardı şanına
  Uçar gidersin kanatlı tohumsun ki

Batar ıslak güneş doğan düşlerin
  Yüz rengi benzi sesi çığlıkları
Sabahları kuşlar yuvalarından bölük
  Diriler çıkardı güne sayrılıkları

Tut ki çarparak kayalara yol alan gemi
  Bir sessizlik düşerek ayrılığın sensizliğine
Kapanmışken can şiirle oymuş gönlünü
  Sonsuza kadar uçarak gölgesizliğine

Su yundu işkillerle ve esenlikli
  Çarptın arkandaki geceleri epiyce göklere
Dolmuş bulutlar akarsular selinde
  Eril harfleri hercayi menekşeleri

Oydun sayfa sayfa açık göğü
  Sonsuzluğu sabır masmavinin dudaklarında
Kış gününde ılık öpücüğü
  Yıldızlar ateşli çivileri göğün gonca

Dolu fişek dalgalarsa halünce büyür
  Gerçeklerinde sev sevebildiğince varol
Sonsuz var mı ki aklanmamış uyur
  Su küreler hey küreler kalbim hazırol

Demem aşkın aşılmamış ölümü yare
  Kavuşmanın erinci dolar gömüldükçe
Sayılmamış samanyolu bahar göz edip de
  Oğluuum Memeeeet bala açelyalar açmayacak mı hâlâ

Akıyor ırmak sapsarı sevdalanışlarla
  Homurdanıyor deniz gülgün ırak
Ağız ağıza ve balıklar ağlaşarak
  Dirim ardardalık savuşur ölüm yan yanalıkta

SEVİ KÖKLERİ

Karanfilim gün kokuşu derincin pili
Kentleri yel örtmez mi
Fırtına ayırdında sesin esişin
            Uzayıp duruyor ırmak
            kısalı kısalı kavak

Yankı
            Çocuk yüreğimiz uzakta
Evleri erinç içmez mi
Mutluluk ayırdında esrikliğin
            Tanyeri göbeği derin
            Akşamalacası uzun

Dil
            Seline kapılmayanı yıkanmışı sözün
Yürekte sözcüklerin yağı erimez mi
Dikenler ayırdında kasırganın
            Yaşamın ağzı ıslak
            Dilin ucu kuru

ZAMANIN RUHUNDA

Dara
Apansız düşen kozalağa
Pan! diye fısılda
Gamsız mi? Değil,
susuyor bilgece.
Kara dağlar, kafası bozuk bulutlar

Sevi, ilk/gençliğini hatırlar
Yosun tutmuş sayrı ağaçlar
Uyurken iç geçiren kadınlar
Sakin, derin süzülüp gider…

Akatalpa, Sayı: 122, Şubat 2010