(1952, Oğulcuk Köyü, Erzincan
- )
Âba Müslim Çelik imzasını da
kullandı. İlkokulu Oğulcuk köyünde bitirdi. Ortaokul, lise ve üniversite
yıllarında hem öğrenimi yaptı hem de çalıştı. 
Antakya, İzmit ve Erzincan'da çiftçilik, ırgatlık, harita teknik
memurluğu, türkücülük, fotoğrafçılık, Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda
kursiyerlik ve yardımcı oyunculuk yaptı. Boks sporuyla uğraştı. Bursa Eğitim
Enstitüsü’nün edebiyat bölümünü bitirdikten yıllar sonra Anadolu Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü'nde lisansını tamamladı. Bingöl,
Muş, İstanbul ve Yalova'da lise edebiyat öğretmenliği yaptı. Edebiyat
öğretmenliğinden emekli oldu. Halen İstanbul'da yaşıyor.
Türkiye Yazarlar Sendikası Genel
Sekreterliği görevini sürdürüyor. Uluslararası Pen ve Besam üyesidir.
İlk şiiri 1972 yılında, Bingöl’de
Harita teknik memuru olarak çalışırken bir yerel gazetede yayımlandı. 1981
yılından bu yana şiirleri, yazıları ve söyleşileri Adam Sanat, Akatalpa, Akdeniz
Seçki, Anadolu Ekini, Atika Sanat, Bahçe, Birgün, Cumhuriyet, Çinikitap, Edebiyatta
Üç Nokta, Eliz Edebiyat, Esmer,  Evrensel, Evrensel Kültür, Gösteri, Karşı
Edebiyat, Kitap-lık, Milliyet Sanat, Parantez, Sincan İstasyonu, Sözcükler, Şiir
Oku, Türk Dili, Varlık, Yazılıkaya, Yarın, Yasakmeyve, Yaşam İçin Şiir, Yazko
Edebiyat  vb. gibi dergi, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Bazı şiirleri yabancı dillere
çevrildi. İki şiiri bestelendi. 
Ödülleri:
“Peryavşan” adlı kitabıyla
1989 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü;
“Hayriye Yitik Ülke” adlı kitabıyla 1997 Hüseyin Topçugil Şiir Ödülü’nü, “Necatigül” adlı kitabıyla 2008 Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü
kazandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
&
Peryavşan (1988, Cem Yayınevi, İst.)
&
İhbarlı Gül (1990, Cem Yayınevi, İst., 119 s.)
&
Erzincan’da Yağmurun Şarkısı (1993, Cem Yayınevi, İst., 96 s.)
&
Hayriye Yitik Ülke (1995, Cem Yayınevi, İst., 61 s.)
&
Göğü Kokla Açılırsın – Beşikte
Karanfil (1997, Cem
Yayınevi, İst., 72 s.)
&
Lirkuşu (2000, Adam Yayınları, İst., 78 s.)
&
Nazım Hikmet Yahşi Güzel (2002, Cem Yayınevi, İst., 118 s.)
&
Kızbes (Kendi seçtikleri; 2006, Toroslu
Kitaplığı, İst., 107 s.)
&
Bülbülün Ölümü (2007, Artshop Yayıncılık, İst.)
&
Necatigül (2008, Artshop Yayıncılık, İst., 96
s.)
&
Bursa Lirikleri (2009)
&
İstanbulotus (2014, Noktürn Yayınları, İst., 104 s.)
&
Paris'te Kavalla Son Prelüd (2014, Yapı Kitaplığı)
       İnceleme Kitapları:
&
İpek Mendil İçindeki Sevgili (2011, Evrensel Basım Yayın, 120 s.)
       Çocuk
Kitapları:
&
Küçücek (Çocuk şiirleri; 2004, Cem Yayınevi,
İst., 60 s.)
Kaynaklar:
A  Cumhuriyetten Günümüze Türk Şiiri
Antolojisi Cilt 5 / Abdullah Özkan – Refik Durbaş / 1999, Boyut Dosya
Yayınları, İst., s: 1036-1037 
Hakkında
Yazılan Yazılar:
1
 Peryavşan
/ Memet Fuat / Yazko Edebiyat, Temmuz 1981, İst.
1
Sırtüstü
/ Salâh Birsel / Cumhuriyet Dergi, 11 Haziran 1986, İst.
1
Bir
Saptama / Mustafa Öneş / Milliyet Sanat, 15 Aralık 1988, İst.
1
Şiir
Yolunda / Mehmed Kemal / Cumhuriyet, 2 Ocak 1989, İst.
1
Kucak
Kucak Dostluk / Mehmet Başaran / Milliyet Sanat, 15 Nisan 1989, İst.
1
Karla
Buzun Toprakla Karın Kesiştiği Yerde Açan Bir Dağ Güzeli Peryavşan / Haydar
Uğur / Yeni Demokrasi Dergisi, Mayıs 1989, İst.
1
Yazılı
Kültürü Tartışacak mıyız, Yoksa Yadsımalarla mı İdare Edeceğiz? / Adnan Özer /
Fanatik Şiir Dergisi, Haziran 1989  
1
Peryavşan
/ Halim Uğurlu / Türk Dili Dergisi, Sayı: 15
Yazarla
Yapılan Söyleşiler:
J 
Müslim
Çelik Şiir Dünyasını Anlatıyor / Enver Ercan / Gösteri, Mayıs 1989
J 
Müslim
Çelik ile “Peryavşan” Üstüne Söyleşi / İbrahim Oluklu / Varlık, Haziran 1989
Şiirlerinden
Seçmeler:
ACI
ERİNÇ ŞARKISI
Elinde bulutcuk
  
gün buradan geçmekte
Ah kız
  
Aç yüzünü
yanık sarı erinci
  
Ay kiraz dallarında
Ah kız
  
Bölüş benimle
Uyku göğüslerine sürünüyo
  
Vandal leylak çiçeği
Ayy sızlanan gözlerinle
  
Seviş biremcik
BURSA’DA AŞK BÖCÜGÜ
Bursa’da gölgeli bakışlı
bir kız
erirdik gözlerinin
elasında
Güneş’li su
erguvanlar
Günde iki kez
geçerdi Setbaşı’ndan
Salına salına.
Sulara
düşen el yazması
ebruli söğüt
yaprağı üzerine
şehrin ölgün
ışıkları.
– Kara yeller ak
yerleri dövende.*
Takarak özlemlerimi
iki yanıma
kanat zifiri geceyi
diyor, ölürsem
götür çöplüğe at.
Ayakların sağlam,
yüreğin güçlü, uzak
bir
yerdesin Ferhat.
– Ağlayan ormanım
akşam yelinin altında.**
* Arkadaş Z. Özger
** Bir Japon
masalından
Akatalpa, Sayı:
70, Ekim 2005
'ERTELENMİŞ
İKİ İNSAN'
              İngeborg Bacbmann'a
Gözyaşları, sahici damlalar 
kör balıkçının uydurduğu masal
Desem ben bir yalanım 
şanına kazınmış kabartma
Küçük, iri, gülgün inciler 
denize atsan yorulur
Gül çarparak kule mazgallarına 
o yana itelesen kırılır
Desem, damaklarımda dağılan 
baharın çiçekleri, koklasan
Varlık,
Mayıs 2004
ERZİNCAN’DA
YAĞMURUN ŞARKISI
Yürüyorum Erzincan ovasında
gökyüzü sarsılıyor yer nazlı
çiçek açmış kayısı ağaçları
burnuma toprak kokusu geliyor
Sırtımı dağa veriyorum yönümü
siper ediyorum ömrümü bir kelebeğin
gölgesine
iki çakıltaşı alıp yerden atıyorum
havaya
başıma düşüyor sivri olanı
Herşey kayıyor/sırt çantama
yağmur bulutları doluyor önce
toprağa dayıyorum kulağımı
uğultusunu dinliyorum yüreğinin
     
Sonsuz sevilerle savruluyorum
          sütleğen otlarının içine
Koşuyor ışıklar yukarıya/kavaklara
doğru
Kirpiklerime yağmurun salkımı
diziliyor
alışılmamış bu kaynaşmayla
asılıyorum göklere
Arılar burdan oraya yitip gidiyorlar
tekdüze
     
Yürüyorum bu akşam karaağaçlar arasında
yellerin kirp diye kesilmez ki sesi
İHBARLI
GÜL
Gecenin en derin yerinde geldin
dilinde lokmançiçeği
Yaşamamı bu yüzden verseydim sana
kanatsız kuş içeriği
Gün doğuşunda emeklendin uçtun
sevimize gözünün belermesi değdi
sen ki ilgi alanıma
gül kaçgunu olarak kaldın
Gecenin tuncu ışığa gebe
Bir, şey olan hiçbir şey yalan değil
sular akar armağan besteye
yüründükçe imge kanıyor ışık
Terleyebilirim açıver gözlerini
arılar sevgiyi örmekte içi yaz
esneyen gökağız nerede
seni gördüm kendine
kamburu güzellik olan
Ah, gidinin gülfem H.
Kapkaranlığın uzlaşmaz yerinde
öptüm elde ettiğimi ilkindi
sulak çöl ateşli denizin tarla içi
ve istiridye... Gözlerine yansıyan
senin alttan
                     canım, ilkyaz patlaması
Her sokağın başına bir gül
bırakırdın
-ömrümü-bu yüzden verseydim sana
KAYNAYIP
COŞU
Gözlerinin irisine
sarınıp yattım
üşümedim
Şiire belenip çiçek tozlarınca uçtum
güzel O, imgenazlara
çimenin yeşiline, doğasına doğumun
ekildim
özsuyum titretti toprağı
havada ‘velvele’
çiçek giyince yenlerini
çatlayınca torpak dodağını
göğü ağzını açınca
fırtına beynimden kesti iniltiyi
Acıya değdirdim dilimi
hesap sordum anka kuşa varana
ve mühürlendim ve soldurmadım gülümü
dalgaların kırıldı zinciri birle
üşümedim, titredim, hissetmedim
köpüklenip aktım şiire...
“Peryavşan”
adlı kitabından
KIRKINCI
YAŞ ÇOCUKLARI
Üzerimde başımın ülker yıldızı,
belki değil
akşam alacası gözlerimde ölüyor
O öyle bir kikirder ki içimde
gülmese ay çiçekleri üzüncünü görmez
miyim
           O gülmeyen Ay-su bu çocuk işte
Ormanın gümbürtüsüne hüthüt üşüştü
ansızın
gölgeli sularda bulut mavileşti az
biraz
Gün gülse gözlerinde üşürdü yaş
ağladığına
Kırk yaşını cebine koyup yürüyen yan
yan
O çocuksu bu çocuk işte
Sokak boylarında akasya olsam sıra
dinlesem yellerin özürlü sesini
duraklarında ömrümün yiten
karanfiller
sıkılan gönüllere esenlik olsam
kırk merdiveni kırık merdiven hatmi
O masal ülke bu adam işte
Saksılarda yaşar mı ak kırmızı
ortancalar
gönlünde mapuslar girer ancak
kafeslere sarı
umu dediğin umutsa ey gül yerde de
olsa
         Okulların ziline sesin karışırdı
ansızın
O seher gözlü çocuk bu yavru işte
Kıyıları ağzının yarpuz kokulu
Bir kez olsun yol vermez gitmeme
ırmak
           Sıcak yeraltı suları kımıldar içimde
O açık pencere bu kapı işte
Bedenini ilkyaz toprağının terler
sardı soğuk
doygun değilim, akan yıldırımın sesi
denli eski
bin yıldır dolam dolamız kanlarımız
ısınmakta
         Altta kızıl kor, üstte ıslak yağmur
Fokurdayan o sessizlik bu fırtına
işte
Adam
Sanat, Sayı: 86        
PARİS'TE
KAVALLA SON PRELÜD 
Sombahar, yıl seksen dört
eylül dokuzda
gün kara, gönül yareli
saatin beş on beşi
çın sabahta biten öykü
yurdum benim,
"öldürülmüş civan oğullarıyla
kanlı bir mısra gibi
uzakta"
Yorgun, çok hızlı
vuruyor yüreğim
alınmasın buna
Siirt'in Paris köyü
Yurdum benim, gidiyoruz galiba
yalınlığa gömülü ve çocukça
Akıyor şiirsel imgeler nehri
yıldız tarlaları arasında
Gülünün güneşi emzirdiği yere
“Paris'te
Kavalla Son Prelüd” adlı
kitabından
RAN
Ayışığı içe işler samansarısı şiirin
 
Bulutlar bak ki gölgelerini bırakırsa 
Kıyıda küçük balıkçı nişan almak
için 
 
Dalgaları giyindirip kayalara asmış
Sana ipince sak çalışıp kuranlardan 
 
Buğda pamuk taşlıova ve susuz ve 
Ağzında suyun dili çözülür
 
Köpükler çekmez mi seni istediğin yerlere
Ay ayrılıkları çalkantılar arasında 
 
Yorulmazsın yunuslar gibi yaz 
Dalgaların kayalarla öpüştüğü
yerlerde 
 
İçin hep alt üst olmuş biraz
Göğe bir hoş olmayla doldu gözlerin 
 
Nice ayrılıkları aldın da arkana 
Tüylerden yeğni gündüz gece süzüş
içre 
 
Baktın ateşböceklerinin fenerli gözlerine
İlkyazların ayıldığı güneşli
menevişelerle
 
Acıydı karpuz kabuğuna çarpmayan dalgaları 
Son deniz de lekesiz kaldı kusmuştu
yunmayanı 
 
Ceplerinde ne varsa kalem şiir ekmekle
Şair deniz mi mutlandı son
armağandan 
 
Suyun şiiri pamuktan sütten aydan 
Kavuşamadığımız yel diriliş kesilirdi
bir an 
 
Sürem sürem masmavi boşluğun sesi henüz
Öngün sürekli karaların sessizliği
 
Sel fisiltisinde dalga koşuyor iki kaşın arası 
Öpüşlerden kadife göğ boşlukta derin
daha 
 
Kösnül pelte ve al söner gölgelerle
Girmedin kirpiğinle kırıldı zaman
küresi
 
Darı tanesini bir tutamak soluğu ilkin sabahı 
Bir keklik takımı gibi toparlanan
akşamı 
 
Özlemiştin açık yara gördüğün 0'ydu
Yalımı görmüştün Güneş'te kanlanır
gözde 
 
Kapamış karanlığını zar zor sulara
Yenile gülücükler yüzdürüyordu özlem
göğsünde 
 
Kasılıp yayılıyor deniz karışmış buna
Arı ve günleri sezdin karam karam
yıldızları 
 
Son yunuslar iner yeryüzünün kulaklarına 
Uyur tınlar susar taşlar su uçsuz 
 
Gömülür fırtınalar geçer ovalardan kar döndüre
Dağlar mühürlü ve okyanuslara
yaklaşan 
 
Kasırgalar saniye estirmez olmadı seni 
Umdun ki evrenin boşluğunda 
 
Dinlenmiş dalgaların kişnemesini
Çift kanatlı kapılar açılınca
kelebekler mi 
 
Bakışlar parıl parıl göğ bakışlı
Bilirler esrimiş sıcaklar sarkmış
enginlere 
 
Pamucuk bulutları söndüren yel sanki
Eskil göğler diner dil dil durur 
 
Şahan irisi ak dişli cerenler 
Kükreyen gel-gitlerle birden susar
sular 
 
Gözlerinden altın yağmurlar iner pirayenden kıyılara
Gözbebekleri al gülleri akik dilleri
 
İştahlı insanlar apaydınlık bordalarda 
Zamanın azdırdığı çıyanlar siner 
 
İğilmiş şerbet veren ak pak kokularla
Donarlar susanlar görmeseler yeri
pusatta 
 
0 akik mercan solgun ışıkları 
Yorulursun köpükler karışmaz uyanık 
 
Toz kaldırır mavi kanatlanır gönlün
Apansız acıkırsın doğuşuna
okyanusların 
 
Boşluk tıkır da tıkır çözer toplar teni 
Baktın kızıl güller yordamlardı
şanına 
 
Uçar gidersin kanatlı tohumsun ki
Batar ıslak güneş doğan düşlerin 
 
Yüz rengi benzi sesi çığlıkları 
Sabahları kuşlar yuvalarından bölük 
 
Diriler çıkardı güne sayrılıkları
Tut ki çarparak kayalara yol alan
gemi 
 
Bir sessizlik düşerek ayrılığın sensizliğine 
Kapanmışken can şiirle oymuş gönlünü
 
Sonsuza kadar uçarak gölgesizliğine
Su yundu işkillerle ve esenlikli 
 
Çarptın arkandaki geceleri epiyce göklere 
Dolmuş bulutlar akarsular selinde
 
Eril harfleri hercayi menekşeleri
Oydun sayfa sayfa açık göğü 
 
Sonsuzluğu sabır masmavinin dudaklarında 
Kış gününde ılık öpücüğü 
 
Yıldızlar ateşli çivileri göğün gonca
Dolu fişek dalgalarsa halünce büyür 
 
Gerçeklerinde sev sevebildiğince varol 
Sonsuz var mı ki aklanmamış uyur
 
Su küreler hey küreler kalbim hazırol
Demem aşkın aşılmamış ölümü yare 
 
Kavuşmanın erinci dolar gömüldükçe 
Sayılmamış samanyolu bahar göz edip
de 
 
Oğluuum Memeeeet bala açelyalar açmayacak mı hâlâ
Akıyor ırmak sapsarı sevdalanışlarla
 
Homurdanıyor deniz gülgün ırak 
Ağız ağıza ve balıklar ağlaşarak
 
Dirim ardardalık savuşur ölüm yan yanalıkta
SEVİ
KÖKLERİ
Karanfilim gün kokuşu derincin pili
Kentleri yel örtmez mi
Fırtına ayırdında sesin esişin
            Uzayıp duruyor ırmak
            kısalı kısalı kavak
Yankı
            Çocuk yüreğimiz uzakta
Evleri erinç içmez mi
Mutluluk ayırdında esrikliğin
            Tanyeri göbeği derin
            Akşamalacası uzun
Dil
            Seline kapılmayanı yıkanmışı sözün
Yürekte sözcüklerin yağı erimez mi
Dikenler ayırdında kasırganın
            Yaşamın ağzı ıslak
            Dilin ucu kuru
ZAMANIN RUHUNDA
Dara
Apansız düşen
kozalağa
Pan! diye fısılda
Gamsız mi? Değil,
susuyor bilgece.
Kara dağlar, kafası
bozuk bulutlar
Sevi,
ilk/gençliğini hatırlar
Yosun tutmuş sayrı
ağaçlar
Uyurken iç geçiren
kadınlar
Sakin, derin
süzülüp gider… 
Akatalpa, Sayı:
122, Şubat 2010

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder