11 Mayıs 2014 Pazar

ANNE SÖZLÜĞÜ / MEHMET KARACA


kuyuyu çeken ellerini buldum
iri taşlar içinde yoksul bekleyiş
nehre varma isteği sımsıkı yumruğun
peki neden ev içlerine çözdüm uzun uzun
ki kabarmış iki kat boya zenginliğim
birkaç çıplak çerçevede beşiğim ve
lir: modern tel örgüsü sınırların
ben ayağıma korkunç patikler giyerim
kuyular gezerim omuz genişliğinde açılıp
baş aşağı sonsuz perdeler çektim
ama annem uzağı bilmez, beni sen
karşıya geçir.

bir pencere
sarısı aksayan nehre
diğeri kendine denk otlar yetiştirir
eni boyun kadardır -suyla güreştiğin boyun-
ben saçıma şaşkın tokalar tokarım
eskil elbiselerimle dinlerim toprak avlunu
küçük kalelerin parmaklarımı korusun
çünkü
annem siyah resimlere bakar kuşluk vakti
ömrünü dinletir duvarı kıran çiçeklere
beni de işler bitince ipi.

kararsız renkte çiçekler gördük
bungun ve keskin, kararsız kokladı ilkel kabile
su izini büyütüp nehre ağır ağır
sen vazoya kon sağır birleşme odalarında
terleyip sabaha karşı hırçın ve tafralı
radyodan bozkır sesi bulunacak, ama
iznim yok ev önünden ayrılmak için
diri göğsüne, bir telaştı bende bitti
su içme merasimi
demir yataklı uyku.
annem ki erkenden uyanır
sen yıka yüzümü de.

 Akatalpa, Sayı: 169, Ocak 2014

Mehmet Karaca

ANNEÇAĞLA / İHSAN TEVFİK


çiçekler çağlaya döndü
diyor annem orada
ben burada yemyeşil
bir çağla ısırıyorum annemsiz
anne anlat
daha anlat oraları hele
*
oğul, mayıs karından sonra
duman vurdu vişnelere
sıkıldı canım hem nasıl
sarı tufka, kirli fes
ektim çiçekliğe
ve sizin oralarda melisa
derler limon çiçeği biçtim biraz
ağrılarına iyi gelir diye
*
çağla, şiirle çağla
annemle ey deli rüzgâr
çiçekle, fidanla çağla
aşkın ve suların gücüyle
*
çağla bakalım
bir aşkın arifesinde
sesi ırmak olan sevgili
hadi sen de çağla
*
annem biliyorum
annem en güzel aktar
şifalı otlar derliyor
yüreğinin toprağından
-bir yaralı oğula en güzel miras-
ey yüreği evren kadar büyük aktar…
*
anne, derle bahçelerin
ve yüreğinin en kokulu çiçeklerini
derle ve oğulcuğunun
acıyan yüreğine aktar
*
şiirler çağla, anneler çağla
anne, çağlayanlar gördüm
rüyamda öte gece
köpüklü suları üstümüze
akan
bir bulut ki nasıl kocaman
beyaz beyaz üstümüze
ağan
*
oğullar çağla / anneler çağla
bir kadın bir başka kadına
devreder tohumunu
oğulotunu
*
annemde doğdum
sende oldum ey
sesi ırmak olan sevgili
bir aşkın arifesinde
düşünme artık / uzun çağla
***
Mayıs 2011, Silivri

“Sevgiye Durmak” adlı kitabından

İhsan Tevfik

ANNEM KOKUSU SARDI GECEYİ / HIDIR IŞIK


ölümünü alkışlayanlar ülkesinde
bir rüzgar söküp aldı kalbimi

oyuncağı kırıldı çocukluğumun
çığlık taşlayan melunların atlasında

kanlı tırnaklarım sızladı
bir ağıtla anıldı genliğim

annem geldi sonra sığınaklarıyla
alnında şefkatin mührüyle

kokusunu iliştirdi geceye erinçle
alem-i cihan pirüpak kalbe dönüştü

yeniden gülmesini öğrenirken çocukluğum
ah anne dünya sussun gözlerin konuşsun!


Hıdır Işık 

ANNE / HAYDAR ERGÜLEN


Sahi senden mi doğdum anne
Yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken
Bir insandan mı doğar bir çocuk

Anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı
Kuş olsa çiçek olsa gündüz olsa
Kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin boynu

Bu kez dağlar doğursun beni anne
Sen de ılık bir yağmur ol
Durmadan yağ kanayan yerlerime


Haydar Ergülen

AY-KADIN DİKİŞ DİKİYOR / CEM UZUNGÜNEŞ


                                                     -Annem için-

çift kişilikli gece: baykuş ve tavşan.
korku camdan bakıyor. ama ay var
gecenin fırsatı o!
iç odada bir kurtadam ağlıyor.
kaçarsa bu ay fırsatı,
gece yüzükoyun üstümüze çökecek
susarsa dikiş makinasının sesi. ayın sesi

susmasın. tavşan gece istemiyor bunu zaten
korkusunu ayla gizliyor
susmasın. aksın kumaş. uykumuz. kalp atışımız

biliyor o: gülümsüyor. acıyı avutmayan
öylece saran ay şefkatiyle.
az sonra kurtadam ağlayan elleriyle
yüzüne dokunacak! yüzünde ne çok yüz var!
hangisi annemiz? hangi duygumuzun annesi o?

aksın kumaş… ki baykuş gece kayırsın bizi
kursağında kavisli ötüşler! beklesin bizi.

beklesin. biliyor o:
ellerinde yanan fosfor sönüyor
hain belleğimizde. her şey ağlıyor
dikiş makinasının sesiyle. kumaşın. kurtadamın.

ağlamak istiyor o da. ama ay var!
gecenin tansığı o!
onu iki ruhuyla
karşılıksız seven gecenin

şubat 1993


Cem Uzungüneş

RÜYA / AHMET ÖZBEK


anneler
lale bırakır
buz kıyılara
bir çocuk düşmüşse
uyku ağacının dallarından
aynanın arka yüzüne
bakışı düşer
anneler
defne yaprağı
lavanta kokusu...

gün yorulur / kırgın gönüllere ay düşer,
gemiler
rüya taşır
tül limanlara

rüzgâra bırakır kanatlarını
gözleri billur kuş,
tuz bırakır gözlerinize
fırtınada çırpınan deniz
lale bırakır buz kıyılara
uykusuz çocuğuna mendil işleyen annem
–her kıyıda bir leylak yüzü vardır
küskün uzaklıklarda bir çocuk,
her kıyıda rüyaları yitirmek korkusu–

Akatalpa, Sayı: 37, Ocak 2003

Ahmet Özbek

ANNE / ARİFE KALENDER


annem ki aynasında
beni gördüm
yüzü süt bir bebeği emziriyordu
ellerine parmak takmış, gözüne renkler
kanın nakışı vurmuş soluğuna
dokuz ay ona gizli, ona açık hayaller
beni gördüm
uyumuş bebeğin kokusunda
yatağı gül ve sabun
konup kalkıyor kelebekler
kuş fırtınasına tutulmuş sevinçten
beni gördüm
annem ki aynasında
ağrısız dolaşır çocuklar
köze düşmesin diyedir közü avuçladığı
yanarken
beni gördüm


Arife Kalender

ANNE / AHMET ERHAN


bırak kalsın masada ekmek
testide su
ayna puslu, pencere camı kirli
bırak kalsın saçların dağınık
gözlerin uykulu
saksıdaki çiçek susuz, kedi
yalını bekler bir köşede
bırak kalsın meyve ağaçta
kırlangıç havada
dama düşen ince yaz yağmuru...
yoruldun artık, bütün gün
didinip durdun
toprak bile, gök bile, deniz bile
bir yerde yorulur
bırak kalsın süpürge duvarda
sabun kovada
anne, gel yanıma otur


Ahmet Erhan

HAYATTA BENİ EN ÇOK ANAM SEVDİ / ABDÜLKADİR PAKSOY


Bilemem ben Can Baba’nın dediği gibi
Hayatta en çok kimi sevdiğimi
Ama bilirim adım gibi
Hayatta beni en çok kimin sevdiğini

Yedi sekiz yaşında ya vardım ya yoktum
Ama bugün gibi anımsıyorum
Yine babamla kavga etmişti anam
Kapıyı çekip çıkmıştı
Ben de ardından..

Böyle zamanlarda anam
Irmak kıyısına, bizim Tohma’ya gider
Bir ağacın altına oturur
Ağlar ağlar, sonra dönerdi eve
Ben de ardından..

Ama o gün yanılmıştım
Oturmadı bir ağacın altına anam
Ağlamadı da
Yürüyüp girdi ırmağa
Ben durur muyum
Ben de ardından..

Yarı beline kadar girmişti ırmağa anam
Benimse omzumdan aşıyordu sular
Irmağın ortasında Azrail’in korosu
Anamı kandırmak için
Ölümü öven bir şarkıya başlamıştı..

Anacığım nasılsa durdu
Bir bana baktı bir ırmağa
Bir bana baktı bir ırmağa
Sonra ansızın geri dönüp elimi tuttu
Birlikte çıktık ırmaktan..

Anam elimi tutunca
Bugün gibi anımsıyorum
Susmuştu Azrail’in korosu
Onun yerine
Hâlâ ezgisi kulağımda
Su perileri kıyıda
Yaşamı kutsayan bir türküye başlamıştı..

İşte o gün anladım
Hayatta beni en çok anamın sevdiğini
Çünkü o bırakıp ölümün sıcak elini
Benim üşüyen elimi tutmuştu..

Diyorlar ki benim için şimdi
Takmıyor Azrail’i
En derin yerine giriyor ırmakların
Ben de diyorum ki onlara
N’olur yadsımayın beni
Yok artık ardından gideceğim kadın
Hayatta beni en çok anam sevdi..


AbdÜlkadir Paksoy 

HAYATTA BEN EN ÇOK ANNEMİ SEVDİM / ABDÜLKADİR BUDAK


                                                         Can Yücel’e nazire

Ona göre baştan beri iflah olmaz biriydim
Babam korkuydu bana annem yürek serinliği
En sevdiği oğluydum –bana hep öyle gelirdi-
Uzun avcı öykülerini ilk ondan dinlemiştim
Hayatta ben en çok annemi sevdim

Sözüm ona büyümüştüm ekmek getirirdim eve
Annem öldü düşüyorum koptu salıncağın ipi
Anahtarsız bir kilide benzediğim doğru şimdi
Saçlarına tırmanırdım tutunup yıldızlara
Kokusu kalmıştır diye kapandım odalara

Kıyamazdı bilirdim şiirler yazan oğluna
Sevgilim terk edince benden fazla ağlardı
İstiridyeydi annem içinden inci çıkardı
Her gün daha da büyüyor yüreğimdeki yırtık
Annemi anılarda bile bulamıyorum artık

Babamın hemen ardından gitmesi gerekmezdi
Evinin badanasını yarım bırakıp erkenden
O gün bugündür bana gülden önce gelir diken
Dedim ya anahtarını yitirmiş bir kilidim
Hayatta ben en çok annemi sevdim


Abdülkadir Budak 

4 Mayıs 2014 Pazar

HIDIR IŞIK




(15 Mart 1979, Elazığ - )


       Aslen Tunceli (Dersim)’li. 2002 yılında Elazığ Fırat Üniversitesi Elektrik Elektronik  Mühendisliği’ni bitirdi. İnşaat sektöründe çalışıyor. İstanbul’da yaşıyor; evli, iki kız babası.
       Şiirleri ve söyleşileri Akköy, Edebiyat Nöbeti, Hayâl, Kaos Çocuk Parkı, Kurşunkalem, Mühür, Zarf gibi dergi ve fanzinlerde yayımlandı.
Ödülleri: “Dilin Metruk Yarası” adlı dosyasıyla 2013 Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’nü, “Di ve Diriliş Avlusu” adlı dosyasıyla 2015 Attila İlhan Şiir Ödülü’nü (Ödülü Serap Aslı Araklı ile paylaştı) aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Ve Sen (2009, İkinci Adam Yayınları, İst., 96 s.)
& Dilin Metruk Yarası (2013, Mühür Kitaplığı, İst., 93 s.)
& di ve Diriliş Avlusu (2016, Mühür Kitaplığı, İst.)
       Romanları:
& Mülteci “UmudaYolculuk” (2010, Moss Yayınları)
       Deneme Kitapları:
& Boşluğun Kalbindeki Aşk (2013, İkinci Adam Yayınları, İst., 125 s.)




-di ve Diriliş Avlusu

 IV.
 yanında yattığım boşluk uyandırdı beni
 hakikatin sır saklayan uykusundan

 yüzümü güneşle yıkarken gördüm
 genişleyen gövdesinde seyrüseferdi insan

 ölüleri kucaklayan toprak yarasını açtı
 kanla çizilip bozulan sınırlar kümesiydi

 ademin şer gövdesinde cevaplar aradım
 masumiyeti boğazlanan çocuklar gözyaşıydı

 sınırlar, bayraklar kanlı uğultu artığıydı
 karanlığıyla helalleşen insanın tapınadurduğu

 kalbim sessizliğin semavi rüyasına meyletti
 nereye gittiysem açılan oyuklar cenderesiydi

 insan insana darlık mıdır, diye sordum
 yaşamın ışıltısını heba etme ey adem, dedi gök

 anladım, gittikçe çocukluğumdu yaklaştığım

“di ve Diriliş Avlusu” adlı kitabından

 HERKES KENDİNE ÖLÜMDÜR

her insan kendine ölümdür şahdamarınca
yoksa yaşamak bu denli ışıltılı mı taşır?

ölüm demişken, bir bedenin ebedi uykuya
uzanmasının haberi veriliyor bir salâyla

ince bir sesle verilen salâ bittiğinde
sessizlik ığıl ığıl sarmalıyor zamanı

çünkü herkes kendi uzak karmaşasında
ölümün özetini ensesinde unutmuşçasına

her ölüm musalla taşından bir feryadı figandır
mevtanın gölgesiyle beraber göğe karışan

ölüm demişken, dirimi kötürüm bırakıyor
çocukların gülüşünü inciten melunlar

gün bağlanırken gecenin kopçasına
geniş omuzlarıyla keder çöküyor yaşama

çünkü herkes kendi uçurumunu kutsuyor
ölümün provasını yastıkta unutmuşçasına

Zarf, Sayı: 1, Nisan-Mayıs-Haziran, 2016

YARA TANIKLIĞI

dudaklarımıza ah’ları toplanmış bir sessizlik asılıydı
oysa bir çift kelama dünyaları verirdik

ama sözcüklerin inceldiği yerde ayrılık düşmüştü
beyaz bir uykunun sessizliğiyle aramıza

artık kuşlar da
uçmaz
kadimken yara

aslında dünyayla yaşıt bir kayanın gözleri dediydi:
bir ormanın derinliğine çekilen yaralı bir hayvanın
iniltisidir dudaklarımızdaki “ah” mührü, diye

sonra durgun suların sırrına vurduk kalbimizi
yaşamak yara tanıklığı demekti çünkü

“Dilin Metruk Yarası” adlı kitabından

YAŞAMANIN AĞITI

azı dişleri kanla oynaşan cellat ahalisi
neden hep kalbini kemirir yeryüzünün?

bu sorunun kekemeliğiyle sarsıldı gençliğim
küllerle yıkadılar çocukluğumun sesini

bir kuyunun ölümcül miladı kaldıydı bana
ölüm çocuklara yakışmıyor dediğim vakit

güldüler, devlet bekasına astılar heyecanımı
cesedimin morartısını gördüm oradaki aynada

eğildim sözün hırkasındaki hakikati aramaya
dip suların kuruduğu çocuksuz haneleri buldum

çözdüm yaşamının ağıtını seyrimdeki rüyada
şarkısız ülke diyorlar etlerimin döküldüğü yere

bir çocuğun gülüşünde beliren Tanrı’ya sordum,
prangalı dilimdeki nidâ nedir: yaşamak, ey kutsal!


“di ve Diriliş Avlusu” adlı kitabından

     *Şiirler Hıdır Işık'ın izniyle yayınlanmıştır.

Güncelleme tarihi: 12 Kasım 2016