TÜRKİYE HATIRASI 2010
I.
İçindeyiz o dikenli fıçının
paranın kandan damıtıldığı zaman:
Aldatılmaya hazır kızların güzelliği.
Etekleri şaşı, düğmelerinde hüzün
günleri ıssız, ama çığlıkları yepyeni
parlatılmış yalana aşktır diye soyunan.
Yoğun karanlıkta çalışkan jilet
hayata karşı arsız; canavar, ceylanın karşısında
yemeğinde insan eti
kaybolanlardan biri ağzındaki ceset.
Çelik hevesli. Şimdi odalar daha soğuk
daha yoğun kömürdeki gözyaşı.
Dünyanın zonklayan kalbi durdu
güneş soğudu.
Çatladı çatlayacak bir ölü ülke
II.
Küçük bir köyün koynunda ovayı paylaştıran
sular alıngan, ‘başak inatçı’
avuçlarımda rüzgâr düştüğüm zaman
göğsümde toprağın deliren sesi
buydu kalbime öğretilen.
Düş görsem izleniyor. Kıvranıyor yüreğim
biriktirdiğim öfke artık yetersiz
bu, soğutabilemez yüzümdeki hançeri
seni düşündükçe tenim kamaşıyor
bir ormanla el ele koşmuşum gibi.
Vazgeçiyorum hayatımdan bir sokağa karşılık
yoksa öyle kalacak denizini itemeyen kıyılar.
Dünya, 2010
Dize dergisi, Sayı: 177, Temmuz 2010
Veysel ÇOLAK
Yara İçinde Yara
Bak, bu beyaz karanfil senin olsun
Hohlayıp onunla silersin kalbini
Ne zaman yüzüne çalışsam gökyüzü oluyor
Göğsün yaz içinde
Dağlara bakmaya koşuyoruz birlikte
Ama sen sıyırıp gidiyorsun içimi.
Bir ırmaktan aktıkça yıkandığım
Kılıç için dokunmuştun, ipektin kesinlikle
Bana kızdığında kuş seslerine yenilirdin
Hızlandırırdın soluğumu
Harlı gövdene alıştırırdın
Tenin gelip de geceme vurunca
Soyunur çoğalırdın
İçimde, batığına aşık bir denizin kokusu.
Bir bıçağın iki yüzü, huysuz dilin
Nerede bir ayaklanma olsa iterdin kendini
Dokunsan sönerdi ateş
Sabahı uyurduk isteseydin eğer
Bir okyanusla yarıştırırdın çıplaklığını
Saçlarını topla ki boynunda alanlar açılsın.
Alnım kanıyor, üstüme devriliyor uzaklık
Alıp gidiyorsun işte geveze günlerini.
Aşk değil bu, yara içinde yara !
2001
“Mürekkep Zamanlar” adlı kitabından
Veysel Çolak
Eski
1.
Her akşama gelişen bir ayrılık buluyorum evimde
duvarlara gizleniyor o, ruj lekelerine,
onun aklı bir şelalede, hep bir martıyla birlikte,
üstelik güz düşkünü, kanı küstürme telaşında.
İçimiz yer değiştirirdi çoğu kez, ne kadar
dürüsttü ikimizin de elleri titrerken.
Şimdi ince bir anıya yaslayıp başımı
sökülüyorum senden. Artık bir bıçağın ucu
ağzımla beslediğim aşk. Yüzünde akıp duran irkiliş
bana ne kadar kül, ne kadar duman.
2.
Senin aradığın bir yemindi daha çok
bir yalnızlıktı yonttuğun.
Darıltan bir şafaktasın ağzındaki güneşle
acı acıya damlıyordur, yürek yüreğe. Elveda,
elvedalara…Kalbinin yarısı yaz
yarısı kar altında.
Uygunsuzluğun tam sırası. Yüz yüze sevişmenin
kocaman bir boşlukta. Ölüler söylesin;
insan, akşama kadar cellat, sabaha kadar kurban.
2003
“Mürekkep Zamanlar” adlı kitabından
Veysel Çolak
Kıyısız Bir Deniz
Sakladığın papatya böyle mi solacaktı koynunda?
Kirli bir gündü, kör bir başlangıç
yeniden düşülürdü göğsüne, olmadı
kent denilen bir sergide kayboldun
bir karanfil kopartıldı dünyada
bir yıkdız yer değiştirdi. Denilen o ki
sen bir kucak mavi ve ‘kıyısız bir deniz’
işte hazır ormanları solduran usta ayrılık
bu inilti pekişerek dokunacak sana da.
Umulan durgun bir acı, ne varsa unutturan
ölümden yoğun o kırık yaşantıdan.
Bak, nedense solgun durur bu edindiğim çığlık
içinde tutma, incitsin hıçkırığın, vursun beni de.
Bir sözle dudağını kanatarak sonradan
kendini anlat yaslandığın rüzgâra.
Kalbinle sildin sabahı, zuladaki kanamalı anıyı
o kuşları sen uçurdun yalnızlığın ucuna
seninle sonralara.
Bir akarsuydu yüzün, gülüşün çırılçıplak
duyguların insan yorgunu. Orada birikip durdun
bir karanfil usulca çizdi bugünün şafağını
şimdi bir kez daha sensizlik
boynumda yeni bir yara.
Güneş bile bekletilebilir ama
kim ısıtabilir yanarken üşüyen bir adamı.
Dünya, 10 Nisan 2006
“Birkaç Kuş Birkaç Anı” adlı kitabından
Veysel Çolak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder