25 Ekim 2015 Pazar

ONUR BEHRAMOĞLU


(28 Kasım 1975, İstanbul - )


       Asıl adı İsmet Onur Behramoğlu. Meral Hanım ile Namık Kemal Behramoğlu’nun oğlu. Şair, yazar Ataol Behramoğlu ve şair, yazar Nihat Behram’ın yeğeni. Sinema filmlerinde danışmanlık, özel tiyatrolarda dramaturgluk, sanat ve yazarlık akademileri ile özel okullarda eğitmenlik yapıyor. İstanbul’da yaşıyor. Evli ve bir çocuk babası.
       Şiirleri İngilizce, İbranice, Bulgarca, Rusça, Azericeye çevrildi, şiirlerinden bir seçki Bulgaristan’da kitap olarak yayımlandı. Şalom gazetesinde Zapatista, Remzi Kitap Gazetesi’nde Benim Şairlerim adlı köşelerde aylık yazılar yazmakta, şiiri edebiyat değil başkaldırı saydığından hiçbir ödüle katılmamaktadır.
       Şiirleri, yazıları, çevirileri ve söyleşileri Birgün, Birgün Pazar, Cumhuriyet, Çevirmenin Notu, Diri Ozanlar Derneği, Edebiyat ve Eleştiri, Fil, Gediz, Notos, Peyniraltı Edebiyatı, Remzi Kitap, Sanat Cephesi, Sol, Sol Kültür, Sonra Edebiyat, Sözcükler, Üç Nokta, Varlık, Yasakmeyve, Yazılıkaya, Yeni Film, Yurt Kültür  vb. gibi dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Asit ya da İksir (2006, Yitik Ülke Yayınları, İst., 72 s.)
& Senden Öğrendiğim Şarkılar (2013, Yitik Ülke Yayınları, İst., 80 s.)
       Deneme, İnceleme, Eleştiri Kitapları:
& Zaten Herkes Bir Denizdir Doğuştan (2015, Tekin Yayınevi, İst., 320 s.)
       Katkıda Bulunduğu Kitaplar:
&  Şairini Arayan Mektuplar (2008, Dönence Yayınları, İst.)
       Yayına Hazırladığı Kitaplar:
& Ozan Çağım Şiyve, Göçebe Yazıtları (2007, Yitik Ülke Yayınları, İst.)
& Yeniden Yaratılmanın Coşkusuyla Mektuplar (1967-1983) Ataol Behramoğlu-Nihat Behram (2015, Tekin Yayınevi, İst.)
       Çevirileri:
& Yehuda Amihay, Tanrı Belki Esirger Aşkı (2016, Tekin Yayınevi, İst.)
Kaynaklar:
A  http://www.behramoglu.com
Hakkında Yazılan Yazılar:
1 Hasan Akarsu, Herkes bir deniz, Cumhuriyet Kitap, Sayı: 1347, 10 Aralık 2015, s. 19
Hakkında Yazılan Yazılardan Alıntılar:
/   “Sana kardeşim diyeceğim, ama kırkeşek yaşındayım,
Oğlumla aynı yaştasın.
Onur, aynı derdin soyuyuz
Şiirlerini okudum, okuyacağım da…
Bana yılların yadigârı olan gözlerinden öpüyorum…”
                                                               Ahmet Erhan
Şiir Hakkındaki Düşünceleri:
ü   ŞAİR

       Şair…Cinsel donanıma sahip olmayan dişi tahtakurusu üzerinde bir vajina açmak için burgulu penisini kullanan erkek tahtakurusu misali, yaratma cesaretiyle ileri atılan anarşist derviş… Ülkesinin tüm kuşlarının listesini çıkarıp sonra da onların her birine şiirler yazan Neruda; kendisine verilmesi düşünülen imparatorluk madalyasına atıfta bulunarak “İmparatorluk kelimesini duyunca kızdım. Bana köleliği, binlerce yıllık vahşeti hatırlatıyor.” diyerek, kraliçenin madalyasını reddeden Benjamin Zephaniah; “bırak öyleyse kısa devre yapsın cogito ergo sum / bir kere de çılgınlığın tamtamlarını dinleyelim” diyen  ‘şahane serseri’…
       “Şiir sözcüklerle yazılır”sa meram anlaşılmaz; kelimedir, ‘kelm’den gelir, yaradır; yaralar sıralanır, sözötesi olur. Neden hep ötelere ötelere gitmeyi zorlar şiir? Sözden ötede anlam vardır, onu arar. ‘Ağaç’ bir sözcük, taraf tutmaz, yerini belli etmez, dalını budağını göstermez, gölgesi bile olmaz serinlemeye.  Bir gün bir Mahmud Derviş gelir, “Ağacın yanına gittim” der, taraf tutar, alır sözcüğü bir bağlama oturtur, bir anlama yakıştırır, şiir olur. ‘Kızkardeşim’ der, ‘sevgilim’ der, hayata sarılır; bebekleri Tanrı’ya değil ona emanet eder; vuruldukça hayat, öcünü komaz, kaleme davranır,  gidip belalar arar, kapılar kırar, devalar bulur, yaralar sarar.
       Büyüdür, gözbağı değil; kuraldışıdır, başıbozuk değil; ânı kavrar, şimdiyi, gündelik değil; karşıkoyucudur, düzenkurucu değil; hesaptutucudur, muhasebeci değil…
       Rodin’in yanında sözcükleri yontmanın ilmini yapar kimi zaman, Rilke derler; vedalaşmaların ilminde Mandelstam, albayların zulmünde Ritsos olur. Şeytanın fısıldadıklarına kulak verir, devirir saksıları Ergin Günçe, kavgalarla süsler; yaşıtı çocuklarla bilye oynarken Necatigil,  arzusuyla göç etmez, kelepçeli götürülür Cahit Irgat.
       ‘Toplum’ gülen bir sözcüktür, ‘Devlet’se çatık kaşlı -  şair sözüdür; Şairler insana biçim vermezler mi? -  şair sorusudur; bu söz ve bu soru ışığında bakacağımız insanlık tarihi bir anlamda, gerçeği sınırsız özgürlükle araştıran ve yaşamın gerçekler üzerine kurulmasını isteyenlerle, buna direnenler arasında geçen çatışmanın tarihi ise, “Gerçek nedir ve ona nasıl ulaşılır?” sorusuyla yola çıkılır. “Her şeye öyle bir ayar vermeli ki / ramak kalsın patlamaya” cüretkârlığında yazmamıza engel koşullanmalarımız olup olmadığını düşünerek; bir dine (laik ya da antilaik) değil tüm insanlığa ait olmakla övünerek. İkiyüzlülükle suçladığı rahipleri, kendisinin sık sık gittiği genelev ve meyhanelerde tartışmaya çağıran, yetmiş yaşındayken, kendisinden kırk yaş küçük kör bir kadın şarkıcıya vurulup kadını tapınağa getirerek Budacı çevreleri şaşkına çeviren İkyu Socun’u; “Konuşmasan da şiir söylüyorsun / Sessiz bir salâ okuyarak / Dostum dindaşım güvercin / Ben ki dinine imanına dinsizim” diyen Can Yücel’i unutmadan…
       Jean Luc-Godard, 2004 yapımı ‘Müziğimiz’de, ‘İlahi Komedya’nın Cehennem-Araf-Cennet üçgeninde bizi, insanlığı, müziğimizi anlatır ve yılların birikimi içinden bir tanımla çıkagelir: “Sinemanın amacı ışığa gitmek ve onunla gecemizi aydınlatmaktır.” Şair de şiirine tanımlar arar, bu arayışında diyelim ki Angelopoulos’la, Beethoven’la, Niyazi-i Mısrî ile, Subcomandante ile konuşup dertleşirken, “Düzyazı düşünerek, şiir düşünürken yazılır” diyen Cemal Süreya’nın hatırına, rüyasında, bilincinde, bilinçaltında, akılda, delilikte, aşkta, ihanette, dipte ve dorukta gözler kendini. Tüm eşikleri atlamanın yollarını bulur ve bu anlamda korkutucu derecede ahlakdışıdır.
       Fransa’dan, Belçika’dan ve Prusya’dan kovulup otuzunda manifesto yazan Marx öldü ve insanlık duvarın altında kaldıysa; ağaç kabuğu, kil tablet, papirüs, parşömen üzerine kazına kazına gelen yazı da anlamını yitirip düşünmeye olanak tanımayan görsel bombardımana yenik düştüyse; en düşük sıcaklık ‘Fahrenheit 451’, yıl 1984’tür. Şair, yaşanan bu korku çağında umutsuzluğa kapılıp kötümser savrulmalara tutulursa, “Omuzlarıma atılıyor şu kurt köpeği çağ” diyen yoldaşının hangi tarihsel  koşullarda yazdığına baksın; Christopher Marlowe gibi yirmi dokuzunda son nefesini verirken dahi küfredemeyecekse kalemini bıraksın!
       Şairin evrendeki yeri, diğer gezegenlere ters yönde dönen Venüs’e denk düşer. İsrail ‘dünya’ ise, Yafa’da cezaevine gönderilirken ülkesinin ordusunu, “İnsan hakları ve uluslararası anlaşmaları ihlal eden bir şiddet aracı” olmakla suçlayan ve askere alınmayı reddettiği için kendisine verilen hapis cezası ile ilgili olarak, “Bütün bir halka zulmeden işgalci bir ordunun mahkemesinden ve demokrasiyi unutan bir rejimden başka bir şey beklemediğini” söyleyen Hagai Matar, Venüs’tür. Tek gecelik ‘aşk’lar ‘dünya’ ise, 23.01.2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinin arka sayfasında küçücük de olsa haber olabilen Ettore-Rossana aşkı, Venüs’tür: Geçirdiği kalp krizinin ardından komaya giren eşinin başucunda dört ay bekleyen yetmiş yaşındaki Ettore, sonunda umudunu yitirir ve evlerinin garajında kendini gazla zehirler. İntiharının üzerinden daha bir gün geçmeden, eşi Rossana, Padova kentindeki hastanede kendine gelir ve ilk olarak eşini sorar.
       İnanalım! Şair, Rossana ölüm döşeğinden kalktığında ilk soracağı Ettore’dir. 8 Mart 1971 tarihinde İzmir’de NATO’da görevli Jerry White adlı Amerikalı çavuş, küçük bir Türk çocuğunu tabancayla vurup öldürmüş, ifadesinde, “Beni oyunlarıyla rahatsız ediyorlardı, uyuyamıyordum” demişti. Şairler postmodern dünyada dil cambazlığına taliplerse, hiç değilse güzelim çocukların rahatsız ediciliğine ulaşsalar…
       “Son çikolata parçası da yitince, annesi çocuğunu kucaklamış, göğsüne bastırmıştı. Bunun bir yararı yoktu, birşeyi değiştirmiyordu, başka çikolata yaratamıyordu, ne kendisinin ne de çocuğunun ölümünü engelliyordu, ama yine de bu davranışı doğaldı.”  demişti Orwell. Şiirin doğallığı ölçüsündeki hayatiyetini duyuran başkaları da çıkacak elbet!
       Nedir şair kalbi? Her olacak şeyin olmadan önce varlık bulduğu yerdir. Asılların aslıdır. Ya da,
gökyüzünde kuşların konduğu bir nokta. (1)
       (1) “Kuşların konduğu bir noktayım gökyüzünde”  – Mahmut Temizyürek
       ‘Gediz’, Eylül 2008

Hiç yorum yok: