(1988, Erciş / Van
- )
İlk ve orta öğrenimini Van'da tamamladıktan
sonra 2006 yılında İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi
İngilizce Öğretmenliği programına giriş yaptı. 2010 Haziran ayında bu programdan
başarı ile mezun oldu.
Edebiyata olan ilgisi Victor Hugo'nun Nişanlıya mektuplar adlı,
ölümünden sonra yayınlanan kitabı ile başladı. Mektup türünde kitaplar ile
okuma sürecine başladı ve üniversite yıllarında ilk denemelerini yayınlamaya
başladı. İnternet üzerinden yayın yapan Edebistan.Com, KorpeKalemler.Com gibi
dergilerde 2006 yılından beri yazıyor. 2008 yılında Çalakalem Morsöz adlı
e-derginin kuruluşunda yer aldı ve 5 sayı boyunca editörlüğünü yaptı. Üniversite
yıllarında, eğitim fakültesinin ilk edebiyat dergisi ‘Araf’ı kurdu ve dergi bir
buçuk yıl internet üzerinden yayın yaptı.
Özellikle deneme türünde eserler veren Albayrak, kitap eleştirileri de
yayınlıyor. Bu çalışmaları Ay Vakti ve Ihlamur, Mevsimsiz ve Melantis Edebiyat
dergilerinde yayınlandı. Müzik üzerine hazırladığı çalışmaları Türkiye’nin ilk
ve tek müzik gazetesi olan Mavi Nota’da yayınlandı.
İlk okumalarının lise yıllarına denk gelmesini bir geç kalma olarak
değerlendiren Albayrak, bu bağlamda Umut Topluyoruz adlı platformu kurdu.
Okullara yapılan kitap ‘yardımlarını’ eleştiren bu platform, kitabın ‘hediye’
edilmesi gerektiğinin altını çizdi ve bu fikirle Türkiye’nin dört bir yanındaki
ilköğretim okullarına ve liselere hediye kitaplar gönderdi. Umut Topluyoruz
Platformunun projelerinden biri olan MektupKitap projesi ile, 300 İstanbullu,
hiç tanımadıkları 300 ilköğretim öğrencisine, isimleri ile hitap ederek 300
mektup yazdı ve bu mektupları birer kitap hediye ederek gönderdi.
2009 yılında Edebiyat Üniversitesi adlı internet sitesini kurdu ve 1.5
yıl yöneticiliğini üstlendi. Edebiyat Üniversitesi, yayında olduğu süre boyunca
bir edebiyat okulu gibi işledi ve onlarca genç kalemin ilk eserlerini verdiği
bir ortam haline geldi. 2009 yılı boyunca Haber Türk ve Taraf gazetelerinde
denemeleri yayınlandı. Aynı yıl Mersin Yenice belediyesinin düzenlemiş olduğu
‘Özgürlük’ konulu şiir yarışmasına katıldı ve katılan şiirler arasından yapılan
ve sonradan kitaplaştırılan seçkide yer aldı. 2011'de, Final Dersaneleri'ne
bağlı Genç Paylaşım Dergisi'nin düzenlediği şiir ve öykü yarışmasında, bir
şiiri mansiyon aldı.
Yerel gazetelerde ve internet sitelerinde, doğup büyüdüğü kentin
sorunlarına eğilen yazılar yazdı. Bu bağlamda, yerel yöneticilerle ve yerel ve
ulusal çaptaki sanatçılarla röportajlar yaptı. “Ihlamur” edebiyat dergisinin
yayın kurulunda yer aldı ve redaktörlüğünü yaptı.
2011 Mart ayında, Hayal Bilgisi Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi'ni
kurdu ve yayın yönetmenliğini üstlendi. 2011 yılında Erciş'te açtığı, Hayal
Kitabevi, ücretsiz kurslar düzenledi, bir kütüphane gibi işleyerek halkın ödünç
kitap alabildiği bir ortam haline geldi.
www.edebiyathaberleri.com alan adlı internet sitesini kurdu, yayınını
sürdürüyor. 2015 yılında Van Yazarlar ve Şairler Derneği’nin kurucu başkanı
oldu. 2015 Ekim ayında, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından, Albayrak'ın yayın
yönetmeni olduğu “Hayal Bilgisi Edebiyat Dergisi” Şeref Beratı ile
ödüllendirildi.
2016 Şubat ayında, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Edebiyat Eserlerini
Destekleme Projesi kapsamında 2014 yılında desteklediği, eşi Ayşe Ünsal ile
birlikte yazdığı “İyilik Çetesi” adlı kitabı yayınlandı. GAST[E]RCİŞ adlı yerel
gazetenin yayın danışmanlığını yapıyor.
Ayşe Ünsal Albayrak ile evli olan Cihat Albayrak, İngilizce Öğretmeni
olarak Van Erciş’te görev yapıyor ve edebi çalışmalarına burada devam ediyor.
Şiirleri, denemeleri ve müzik üzerine yazıları Adı Yok, Akatalpa, Ay Vakti, Dergah, Har, Ihlamur, Mavi Nota, Melantis
Edebiyat, Mevsimsiz, Serencam, Yolcu vb. gibi dergi ve gazetelerde yayınlandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Huzur Koleksiyoncusu (2013, Serencam Yayınları, 69 s.)
Kaynaklar:
Şiirlerinden
Seçmeler:
ÇOCUKLUĞUN
HATIRA DEFTERİ
hatırladığın ilk anın ne
akraba kadınların erken doğan düğün
telaşları
kazanlarda pişen koyun etinin kokusu
dere kenarında yıkanan bulaşık
kaç kat çorap giyersek ısınır dünya
hıdrellez gelmiş aşağı mahalledeki
çimenliğe
çerçiii diye bağırıyor hala
kulaklarımın da hatıra defteri var
sabri dayı kaç yaşında emekli oldu ki
dünyadan
semaverde çay demleniyor öğleden sonraları
bakkala yazdırılan bir paket çekirdek
eşlik ediyor dedikodulara
sakızlarını yazmalarına yapıştırıyor
kadınlar çay içerken
yirmi yıldır aynı rafta oturuyor süslü
fincanlar
eski televizyon
bir paket mandal ediyor eskicinin
tartısında
seviniyordu
işe yaramadıktan sonra
ne yapsın annem
çeyiz sandığını
deri ceketini evlenmeden önceki babamın
HAYIRLI
İŞLER DÜNYA
işe gitmediğim bir sabah
dolaştım şehrin ara sokaklarında
kitaplarımı bıraktım tahta masaya
ve bozuk para, çay tabağına
ihtiyardım, selam veriyordum
tanımasam da, karşıma çıkanlara
‘uğurlar olsun’ diyordum çoluk çocuğa
‘hayırlı işler’ dünya
evin kapısını kilitlemiş miydim
onu düşünüyordum
namaz kılmış mıydım
kahvaltı yapmış mıydım
insan, birini çok özleyince
tok hissediyor kendini
fazlasıyla doymuş hayata
sağ cebimde beyaz mendil
yirmi yıldan beri boyalı ayakkabılarım
‘camimizin ihtiyaçları için’
bırakıyorum maaşımı kutuya
gözlerim alışamamıştı
uğradım fotoğrafçıya
‘bulunur mu’ dedim, ‘eski istanbul usta’
‘kimseye karışma’ derdi babam
bir yere gönderince
tanıdım ve öyle karıştım ki ayşe’ye
şairdim ve
hiç işe gidemedim
ayşe, gidince
HAYAL
BİLGİSİ
hayaletler iniyor
ve belki de onları gizlemek için
sisle kaplanıyor hava
ayakkabılarıyla giriyor işgalciler
abdestli şehirlere
şiir, ilk günahı genç kızların
kadının, gençlik fotoğrafına bakarken
hissettiği özlemdir belki de
en acıklı sahnesi hayatın
fazla kalemin var mı dünya
sana şiir yazacağım
uzak, bakkaldan sonrası kardeşlerim için
okulun aşağısı bambaşka bir anakara hatta
uzaklar, başıma bela
söyleyin
kim öğretti beni ayrılığa
aşk, eve dönmek gibi
bütün kötü günlerin ardından
kendini tekrar eden en güzel şey
hayal bilgisi
arka sayfa güzeli hayatın
harcadım
elde avuçta ne varsa
bir hasretlik gözyaşım var
beni ceketinizin cebine saklayın
kitabınızın arasına
sofranızın bezine
beni gamzesine saklayın ayşe’nin
bir isyanı bastırır gibi
saklayın beni hayattan
affeder gibi bir idam mahkumunu
zavallı ben
hiç yoktan çıkan bir kavgayım nazarınızda
tahrip gücü yüksek bir bomba
otobüs durağında
cihat imha ekiplerini çağırmışsınız
lütfen, saklayın beni
görmezden geldikleriniz gibi hayatınızdan
bilgisayarınızdaki sakıncalı dosyalar gibi
sanmayın ki kaçıp gitti
susma hakkını kullanıyor vicdan
KAÇ
ZİL KALDI ÖLMEYE
merhaba, sözün sahibi
durduğun yerden nasıl görünüyorum
sıkıldın mı izlemekten
kobay fare gibi
labirentindeyim hayatın
tanımaya çalışıyorum
çıkış yolu koymuşsundur bir yerlere
ama ben, etrafıma bakınıyorum
ellerine sağlık
kasabalar çok güzel olmuş
oyuncak kutuları da öyle
süslü kahveler, çikolatalar ve kitaplar
elbise kılıflarıdır insanlar
reçel kavanozları pek hoş olmuş, ellerine
sağlık
saçımdaki ilk beyaz istisna
ama, kurabiyeler harikulade olmuş
kısa kollu tişörtmüş çocuklar
kazak olacaklarmış büyüyünce
erik ağacı kaça gidiyor
kaç zil kaldı ölmeye
saat üç yönüne tarıyor saçlarını
yetişkinler
“sıra’dan bir gün” çekip alıyor genç kız
‘ya çıkarsa’ diye
gizli kamera örümcekler
karıncalar, dinleme cihazı
yalnızlığımıza şiir yazdığımızda
nasıl da gülüyorsun rabbim, kim bilir
deprem eyvallah da
sen kızınca da, anlar mı kuşlar
sıkıldım cihat albayrak olmaktan
ikibin’li yıllardan, öğretmenlikten
uyandığımda, denizci olmak isterdim mesela
milattan öncesinde /adım sepehr / memnun
olurdum
merhaba allah’ım
hangi isimler moda şu sıra
erkek için barış, kız için zeynep takvim
yaprağında
defterin kenarına
‘boş ders’ adlı sinema filmi çiziyor
öğrenci
kompozisyon yazın diyor öğretmen
tatil hakkında diyor
bu yaz / listeliyorum
kızını öldürdü komşumuz
baba iflas etti / anne delirdi
hayat, kaç yazılı, kaç sözlü allah’ım
nereye kadar sorumluyuz
kitap’tan mı çıkacak sorular
merhaba rabbim
oğluma bir hatıra bırakabilecek miyim
bir gün benden daha yaşlı olacak
parmak kuklası vicdan denen şey
satır aralarına gizleniyor utancından
cennetin diline çeviremediğimiz sözcükler;
nefret mesela, intikam, kan
eczanelerde satılmalı bazı şiirler
reçetesiz alınmamalı
‘allah’ demeyi kendine yediremiyor
‘tanrıcı’ şairler
günahı boynuma
ettim pek çok sual
aspirin içirmiş kadınlar var mahallemde
tavuklara
ölçmüşler ateşleri varmış, hayret
sevgiliyi değil, elektrik arızayı arayan ev
telefonları
şöyle dua ederdi kardeşim becerebilseydi,
okul sadece teneffüs olsa
ömür öğleden sonrası pazarların
bana müsaade allah’ım
kenarlarına taşırmadan boyamalıyım şimdi
baharı
KAĞITTAN
GEMİ
kaptanıyım kağıttan bir geminin
mavi leğende yol alıyoruz tayfamla
ne fırtınalar gördük, ne dalgalar
ellerinden geleni yapsın
üzemez bizi insanlar
ufukta, insan yüzü görmemiş bir ada
kan değmemiş topraklarla doluymuş
hazine sandıkları
başımda şapkam, sırtımda yeleğim var
kaptanıyım, mavi leğende yüzen kağıttan
geminin
küçük kız çocuğunun hayaliyim
intiharlar yok onun dünyasında
para piyasaları yok
aile içi şiddet yoktur
bir çocukla oyuncakları arasında
evcilik oynarken, boşanmaz hiçbir çift
ben, kaptanıyım kırmızı elbiseli hayalin
müzik kutusu taşırım cebimde
el sallar ardımızdan özleyen melodiler
indirin yelkenleri
bir çocuğun nefesi itecek gemimizi
üfle küçük kız, uf olmuş dünya
KARANLIK
ODA
şeker amca diyor çocuklar dayıma
koşuyorlar görünce sokağın karşısında
tedbirli adam, cebinde taşıyor mutluluğunu
elifba öğretti, çıraktım fotoğrafçıda
abdest aldım, şehitler çeşmesinin suyuyla
eşlik ettim, ikindiden sonra bir duaya
helva dağıttım her cuma
bereket versin dedim
tebessüm eden müşteriye
‘gene bekleriz’ diyordu dayım
giden hoşsohbet olunca
sefer taslarında sıcak selamlar taşıdım
evden dükkana
usta bir çocuktum
fotoğrafçıya çırak olduğumda
negatifleri kesiyordum, karanlık odada
allah’ın isimlerini ezberletiyordu dayım
şöyle soruyordum; ‘dayı, kaç kişidir
allah?’
sıkılınca kaçtım
gittim arkadaşlarımla
okul bahçesinde maça
bisikletimin tekerine süs aldım ilk
haftalığımla
bant kokusuna aşık oldum, defter kağıdına
kitaplarımı ciltlerken karar verdim okumaya
okudum ve küçük adam oldum
ellerinden öptüm ve
hoşça kal dedim çocukluğuma
MINTIKA
TEMİZLİĞİ
sınav kağıdını saklar çok bilmiş
nar suyu bulaşır gelinliklere
çay ocağıdır kış mevsimi
dumanı üstündedir evlerin
tavşan kanı bir filistin ısmarlar israil
kanlı bir temennidir filistin
ben, emredersiniz derken
yaşı benden hayli küçük olan bir komutana
çırak verilir komşunun oğlu fotoğrafçıya
bir iyilik icat eder ayşe
kanamalı hastadır ayrılığımız
kavuşmak, haylaz çocuk
dördüncü kattan bakkalın çırağına
sarkıtılır
alışveriş sepeti
şapkasını ters çevirip, yerdeki ceketinin
üzerinde
namaz kılar tarlasındaki köylü
murat, sobasını yakar köy camisinin,
cumadan önce
bastonuna sarılması gibi ihtiyarın
mektupları yanımda ayşe’nin
ben, mıntıkasını yaparken dünyanın
imece usulü hatim indirir mahallemdeki
kadınlar
şekerle kerpeten muhabbet eder çaycının
elerinde
komşuya dolu döner yemek tabağı
parmak kaldırır öğrenci, önlüğü yırtılır
kardeşlerine annelik yapar abla
neye güldüğümüzü anlamayan
bir öğretmendir yoksulluk
ben, yanıklarını ayıklarım karavana böreğin
ayakkabı özlemi çeker küçük kız
baloncuklar yapıp sabun köpüğünden
ayakkabılarını yıkar bir başkası
kimse dövemez ama
babam çok yorulabilir mesela
dünya çok yorulmuş gibi hissederim
artık daha yavaş dönüyormuş gibi
veresiyesi yoktur aşkların; acısı peşin
ben, aşkın katibiyim
yaşamak derim, alnından öper gibi gelini
badana yapar gibi gecekonduya
yaşamak bir denklem / gayrisiz içtiması
tebessümlerin
ben, düğmesini dikerim üniformamın
birinciyi açıklar imam salanın sonunda
tırnaklarını yer meraklı kadınlar
o şanslı ismi beklerken
her insan duyar kendi ismini
bir gün cami hoparlörlerinden
mahallenin süslü karılarıdır japon
balıkları
hortumun ucundan içilen su kadar serindir
oysa, eskiciye vermişiz her birimiz
çocukluğumuzu
çamurlu elleriyle dokunur
hak ettiği paraya mevsimlik işçi
para, ter kokuyorsa kıymetlidir
ben, istihkakım olan insanlığı talep ederim
yalnızca
kördür babası ve mendil satarken eşlik eder
ona ali
yoksulluğun kokusunu da alıyor olmalı
köpekler
REFERANS
MEKTUBU
organizmadır dünya
yürüyen koşan oturan sancıyan ağlayan
büyüyünce karınca olmak isterdim ben
yavrusunu ayak uçlarında saklayan
bir erkek penguen
rüzgar gülü olmalıyım ben
bir çocuğun ellerinde
tırnak içlerimde çamur birikmeli
mahsur kalmalıyım madende
dünyanın iç kulağında
bir hücrenin dış çeperiyimdir belki de
‘insan ne için yaşar?’
soruları kendimize sormanın ne alamı var
nerden bilsin bir protein
neye hizmet ettiğini
sevgili dünya,
neyin peşindesin
okumayı sökmüş şempanzeler
ağaç yapraklarına anılarını yazıyormuş
tırtıllar
vay hainler!
yiyip bitirecek dünyayı kahinler
kıyamet tahminleri
komutanların emirleri
annemin öğütleri
yolluk hazırlasana anne
dua koy bir poşete
referans mektubu yaz
sorgu meleklerine
iyi çocuktur cihat, de
övünmek gibi olmasın
benim çocuğumdur de
başım dönüyor halayın başındaki mendil
on bir celladın arasındaki meşin yuvarlak
gibi
tebessüm ediyor ayşe
sehpanın üstündeki dantel
esnaf lokantasındaki peçete kadar temizim
bu yüzden
zılgıt kadar hayat doluyorum bazen
ağıt kadar ağlamaklı gözlerim
iki ucuyum derenin
tam ortası kareli defterin
insan, tümdengelimi dünyanın, önemsiz bir
parçası
ölüm senfonisi,
cansız et korosu
eklemleri ağrıyormuş minarelerin
dizi tutmayan ağaçları buyur ediyorlar
oturtuyorlar dev testerelerin üzerine
büyüyünce kumanda olmalıyım
sesini kısmalıyım
kulaktan dolma bilgilerin
belgesel kanalları açmalıyım
ve çizgi filmler çocuklara
bütün güzel anların görüntüsünü
dondurmalıyım
silmeliyim fabrikaları ekrandan
silahları, sigara üreticilerini
büyüyünce, atlamalıyım dünyadan ve
açılmamalı paraşütüm
SAKLI
BAHÇE
karanlıkta da acır gözleri insanın
alıştıra alıştıra alırlar sevdiklerini
ayrılık, organ mafyasıdır, söker insanın
ciğerini
saklı bahçelere gömerler, devşirmelerin
yüreklerini
ahlak polisleri arama yapar
çıkarın derler
ne kadar mutluluk varsa üzerinizde
bu yüzden
banyo fayansının arkasına sakladım
tenekeden bisküvi kutusunda
gazoz kapaklarını / kitap ayraçlarını
ayşe’nin mektuplarını
odun ateşinde yaktım, kitaplardan çaldığım
şiir sayfalarını
çok gizli belgeleriydi mutluluğun
huzur ansiklopedileri
alıştıra alıştıra yok ederler sevdiklerini
uyku hapı atarlar kitaplarına
‘okuduğumuzu anladık mı’ diye sorarlar
bir kez hatırlamadın mı
kışkırtırlar unuttuklarını sana karşı
fitne sokarlar kendinle arana
beton dökerler, bütün güzel şeylerin
üzerine
sel sularının altında kalır huzurun
mesaiye kalmıştır kader
karanlıkta da acır insanın gözleri
birileri kafaya takmıştır
insanları mutsuz etmeyi
SOKAK
ORKESTRASI
gürültü yapacaksan illa
çay kaşıklarını bardaklara çarp, üç çay
biri açık
kepengini kapat esnaf kahvesinin
boyacı sandığına vur fırçalarınla
pazarda sebzelerin fiyatını bağır mesela
muavin ol, durakları hatırlat yolculara
‘üçkuyular’da inecek kalmasın’
ne çok kulağa hoş gelen gürültü var aslında
‘bir buçuk pilav üstü dönerin var usta’
iyice anlaşılsın diye
vurgulayarak konuşurken öğretmen
‘neeeeeeymiş’ diye başladığında sözlerine
mesela, bir çocuk arkadaşından pas
istediğinde
ofsaydın kitabını yazmadığı yıllarda henüz
‘fatma ablaaa’ diye çağırdığında
annemi komşu kadın
bahçe duvarının ardından
siz büyük adamlar
gürültü yapmayı bile bilmiyorsunuz
gökyüzünüze bir yağmur misafir oluyor
akıl edip selam dahi vermiyorsunuz
ayıptır ya hu
ramazan davulcularını bile susturuyorsunuz
aşık, dudaklarınızı okur, eyvallah da
hani bir kez bile bağırmaz mı insan,
‘seviyorum’ diye
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder