9 Ocak 2017 Pazartesi

CİHAT ALBAYRAK


(1988, Erciş / Van - )


       İlk ve orta öğrenimini Van'da tamamladıktan sonra 2006 yılında İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği programına giriş yaptı. 2010 Haziran ayında bu programdan başarı ile mezun oldu.
       Edebiyata olan ilgisi Victor Hugo'nun Nişanlıya mektuplar adlı, ölümünden sonra yayınlanan kitabı ile başladı. Mektup türünde kitaplar ile okuma sürecine başladı ve üniversite yıllarında ilk denemelerini yayınlamaya başladı. İnternet üzerinden yayın yapan Edebistan.Com, KorpeKalemler.Com gibi dergilerde 2006 yılından beri yazıyor. 2008 yılında Çalakalem Morsöz adlı e-derginin kuruluşunda yer aldı ve 5 sayı boyunca editörlüğünü yaptı. Üniversite yıllarında, eğitim fakültesinin ilk edebiyat dergisi ‘Araf’ı kurdu ve dergi bir buçuk yıl internet üzerinden yayın yaptı.
       Özellikle deneme türünde eserler veren Albayrak, kitap eleştirileri de yayınlıyor. Bu çalışmaları Ay Vakti ve Ihlamur, Mevsimsiz ve Melantis Edebiyat dergilerinde yayınlandı. Müzik üzerine hazırladığı çalışmaları Türkiye’nin ilk ve tek müzik gazetesi olan Mavi Nota’da yayınlandı.
       İlk okumalarının lise yıllarına denk gelmesini bir geç kalma olarak değerlendiren Albayrak, bu bağlamda Umut Topluyoruz adlı platformu kurdu. Okullara yapılan kitap ‘yardımlarını’ eleştiren bu platform, kitabın ‘hediye’ edilmesi gerektiğinin altını çizdi ve bu fikirle Türkiye’nin dört bir yanındaki ilköğretim okullarına ve liselere hediye kitaplar gönderdi. Umut Topluyoruz Platformunun projelerinden biri olan MektupKitap projesi ile, 300 İstanbullu, hiç tanımadıkları 300 ilköğretim öğrencisine, isimleri ile hitap ederek 300 mektup yazdı ve bu mektupları birer kitap hediye ederek gönderdi.
       2009 yılında Edebiyat Üniversitesi adlı internet sitesini kurdu ve 1.5 yıl yöneticiliğini üstlendi. Edebiyat Üniversitesi, yayında olduğu süre boyunca bir edebiyat okulu gibi işledi ve onlarca genç kalemin ilk eserlerini verdiği bir ortam haline geldi. 2009 yılı boyunca Haber Türk ve Taraf gazetelerinde denemeleri yayınlandı. Aynı yıl Mersin Yenice belediyesinin düzenlemiş olduğu ‘Özgürlük’ konulu şiir yarışmasına katıldı ve katılan şiirler arasından yapılan ve sonradan kitaplaştırılan seçkide yer aldı. 2011'de, Final Dersaneleri'ne bağlı Genç Paylaşım Dergisi'nin düzenlediği şiir ve öykü yarışmasında, bir şiiri mansiyon aldı.
       Yerel gazetelerde ve internet sitelerinde, doğup büyüdüğü kentin sorunlarına eğilen yazılar yazdı. Bu bağlamda, yerel yöneticilerle ve yerel ve ulusal çaptaki sanatçılarla röportajlar yaptı. “Ihlamur” edebiyat dergisinin yayın kurulunda yer aldı ve redaktörlüğünü yaptı. 
       2011 Mart ayında, Hayal Bilgisi Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi'ni kurdu ve yayın yönetmenliğini üstlendi. 2011 yılında Erciş'te açtığı, Hayal Kitabevi, ücretsiz kurslar düzenledi, bir kütüphane gibi işleyerek halkın ödünç kitap alabildiği bir ortam haline geldi.  www.edebiyathaberleri.com alan adlı internet sitesini kurdu, yayınını sürdürüyor. 2015 yılında Van Yazarlar ve Şairler Derneği’nin kurucu başkanı oldu. 2015 Ekim ayında, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından, Albayrak'ın yayın yönetmeni olduğu “Hayal Bilgisi Edebiyat Dergisi” Şeref Beratı ile ödüllendirildi.
       2016 Şubat ayında, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Edebiyat Eserlerini Destekleme Projesi kapsamında 2014 yılında desteklediği, eşi Ayşe Ünsal ile birlikte yazdığı “İyilik Çetesi” adlı kitabı yayınlandı. GAST[E]RCİŞ adlı yerel gazetenin yayın danışmanlığını yapıyor.
       Ayşe Ünsal Albayrak ile evli olan Cihat Albayrak, İngilizce Öğretmeni olarak Van Erciş’te görev yapıyor ve edebi çalışmalarına burada devam ediyor.
       Şiirleri, denemeleri ve müzik üzerine yazıları Adı Yok, Akatalpa, Ay Vakti, Dergah, Har, Ihlamur, Mavi Nota, Melantis Edebiyat, Mevsimsiz, Serencam, Yolcu vb. gibi dergi ve gazetelerde yayınlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Huzur Koleksiyoncusu (2013, Serencam Yayınları, 69 s.)
Kaynaklar:

Şiirlerinden Seçmeler:

ÇOCUKLUĞUN HATIRA DEFTERİ

hatırladığın ilk anın ne
akraba kadınların erken doğan düğün telaşları
kazanlarda pişen koyun etinin kokusu
dere kenarında yıkanan bulaşık
kaç kat çorap giyersek ısınır dünya
hıdrellez gelmiş aşağı mahalledeki çimenliğe
çerçiii diye bağırıyor hala
kulaklarımın da hatıra defteri var
sabri dayı kaç yaşında emekli oldu ki dünyadan
semaverde çay demleniyor öğleden sonraları
bakkala yazdırılan bir paket çekirdek
eşlik ediyor dedikodulara
sakızlarını yazmalarına yapıştırıyor
kadınlar çay içerken
yirmi yıldır aynı rafta oturuyor süslü fincanlar
eski televizyon
bir paket mandal ediyor eskicinin tartısında
seviniyordu
işe yaramadıktan sonra
ne yapsın annem
çeyiz sandığını
deri ceketini evlenmeden önceki babamın

HAYIRLI İŞLER DÜNYA

işe gitmediğim bir sabah
dolaştım şehrin ara sokaklarında
kitaplarımı bıraktım tahta masaya
ve bozuk para, çay tabağına
ihtiyardım, selam veriyordum
tanımasam da, karşıma çıkanlara
‘uğurlar olsun’ diyordum çoluk çocuğa
‘hayırlı işler’ dünya
evin kapısını kilitlemiş miydim
onu düşünüyordum
namaz kılmış mıydım
kahvaltı yapmış mıydım
insan, birini çok özleyince
tok hissediyor kendini
fazlasıyla doymuş hayata
sağ cebimde beyaz mendil
yirmi yıldan beri boyalı ayakkabılarım
‘camimizin ihtiyaçları için’
bırakıyorum maaşımı kutuya
gözlerim alışamamıştı
uğradım fotoğrafçıya
‘bulunur mu’ dedim, ‘eski istanbul usta’
‘kimseye karışma’ derdi babam
bir yere gönderince
tanıdım ve öyle karıştım ki ayşe’ye

şairdim ve
hiç işe gidemedim
ayşe, gidince

HAYAL BİLGİSİ

hayaletler iniyor
ve belki de onları gizlemek için
sisle kaplanıyor hava
ayakkabılarıyla giriyor işgalciler
abdestli şehirlere
şiir, ilk günahı genç kızların
kadının, gençlik fotoğrafına bakarken
hissettiği özlemdir belki de
en acıklı sahnesi hayatın

fazla kalemin var mı dünya
sana şiir yazacağım

uzak, bakkaldan sonrası kardeşlerim için
okulun aşağısı bambaşka bir anakara hatta
uzaklar, başıma bela

söyleyin
kim öğretti beni ayrılığa

aşk, eve dönmek gibi
bütün kötü günlerin ardından
kendini tekrar eden en güzel şey
hayal bilgisi
arka sayfa güzeli hayatın

harcadım
elde avuçta ne varsa
bir hasretlik gözyaşım var
beni ceketinizin cebine saklayın
kitabınızın arasına
sofranızın bezine
beni gamzesine saklayın ayşe’nin
bir isyanı bastırır gibi
saklayın beni hayattan
affeder gibi bir idam mahkumunu

zavallı ben
hiç yoktan çıkan bir kavgayım nazarınızda
tahrip gücü yüksek bir bomba
otobüs durağında
cihat imha ekiplerini çağırmışsınız
lütfen, saklayın beni
görmezden geldikleriniz gibi hayatınızdan
bilgisayarınızdaki sakıncalı dosyalar gibi

sanmayın ki kaçıp gitti

susma hakkını kullanıyor vicdan

KAÇ ZİL KALDI ÖLMEYE

merhaba, sözün sahibi
durduğun yerden nasıl görünüyorum
sıkıldın mı izlemekten
kobay fare gibi
labirentindeyim hayatın
tanımaya çalışıyorum
çıkış yolu koymuşsundur bir yerlere
ama ben, etrafıma bakınıyorum
ellerine sağlık
kasabalar çok güzel olmuş
oyuncak kutuları da öyle
süslü kahveler, çikolatalar ve kitaplar
elbise kılıflarıdır insanlar
reçel kavanozları pek hoş olmuş, ellerine sağlık

saçımdaki ilk beyaz istisna
ama, kurabiyeler harikulade olmuş
kısa kollu tişörtmüş çocuklar
kazak olacaklarmış büyüyünce

erik ağacı kaça gidiyor
kaç zil kaldı ölmeye
saat üç yönüne tarıyor saçlarını yetişkinler
“sıra’dan bir gün” çekip alıyor genç kız
‘ya çıkarsa’ diye
gizli kamera örümcekler
karıncalar, dinleme cihazı
yalnızlığımıza şiir yazdığımızda
nasıl da gülüyorsun rabbim, kim bilir
deprem eyvallah da
sen kızınca da, anlar mı kuşlar
sıkıldım cihat albayrak olmaktan
ikibin’li yıllardan, öğretmenlikten

uyandığımda, denizci olmak isterdim mesela
milattan öncesinde /adım sepehr / memnun olurdum

merhaba allah’ım
hangi isimler moda şu sıra
erkek için barış, kız için zeynep takvim yaprağında
defterin kenarına
‘boş ders’ adlı sinema filmi çiziyor öğrenci
kompozisyon yazın diyor öğretmen
tatil hakkında diyor

bu yaz / listeliyorum
kızını öldürdü komşumuz
baba iflas etti / anne delirdi

hayat, kaç yazılı, kaç sözlü allah’ım
nereye kadar sorumluyuz
kitap’tan mı çıkacak sorular

merhaba rabbim
oğluma bir hatıra bırakabilecek miyim
bir gün benden daha yaşlı olacak

parmak kuklası vicdan denen şey
satır aralarına gizleniyor utancından
cennetin diline çeviremediğimiz sözcükler;
nefret mesela, intikam, kan
eczanelerde satılmalı bazı şiirler

reçetesiz alınmamalı
‘allah’ demeyi kendine yediremiyor
‘tanrıcı’ şairler

günahı boynuma
ettim pek çok sual
aspirin içirmiş kadınlar var mahallemde tavuklara
ölçmüşler ateşleri varmış, hayret
sevgiliyi değil, elektrik arızayı arayan ev telefonları

şöyle dua ederdi kardeşim becerebilseydi,
okul sadece teneffüs olsa
ömür öğleden sonrası pazarların

bana müsaade allah’ım
kenarlarına taşırmadan boyamalıyım şimdi baharı

KAĞITTAN GEMİ

kaptanıyım kağıttan bir geminin
mavi leğende yol alıyoruz tayfamla
ne fırtınalar gördük, ne dalgalar
ellerinden geleni yapsın
üzemez bizi insanlar

ufukta, insan yüzü görmemiş bir ada
kan değmemiş topraklarla doluymuş
hazine sandıkları
başımda şapkam, sırtımda yeleğim var
kaptanıyım, mavi leğende yüzen kağıttan geminin
küçük kız çocuğunun hayaliyim
intiharlar yok onun dünyasında
para piyasaları yok

aile içi şiddet yoktur
bir çocukla oyuncakları arasında
evcilik oynarken, boşanmaz hiçbir çift

ben, kaptanıyım kırmızı elbiseli hayalin
müzik kutusu taşırım cebimde
el sallar ardımızdan özleyen melodiler

indirin yelkenleri
bir çocuğun nefesi itecek gemimizi
üfle küçük kız, uf olmuş dünya

KARANLIK ODA

şeker amca diyor çocuklar dayıma
koşuyorlar görünce sokağın karşısında
tedbirli adam, cebinde taşıyor mutluluğunu
elifba öğretti, çıraktım fotoğrafçıda
abdest aldım, şehitler çeşmesinin suyuyla
eşlik ettim, ikindiden sonra bir duaya
helva dağıttım her cuma

bereket versin dedim
tebessüm eden müşteriye
‘gene bekleriz’ diyordu dayım
giden hoşsohbet olunca
sefer taslarında sıcak selamlar taşıdım
evden dükkana

usta bir çocuktum
fotoğrafçıya çırak olduğumda

negatifleri kesiyordum, karanlık odada
allah’ın isimlerini ezberletiyordu dayım
şöyle soruyordum; ‘dayı, kaç kişidir allah?’

sıkılınca kaçtım
gittim arkadaşlarımla
okul bahçesinde maça
bisikletimin tekerine süs aldım ilk haftalığımla
bant kokusuna aşık oldum, defter kağıdına
kitaplarımı ciltlerken karar verdim okumaya
okudum ve küçük adam oldum

ellerinden öptüm ve
hoşça kal dedim çocukluğuma

MINTIKA TEMİZLİĞİ

sınav kağıdını saklar çok bilmiş
nar suyu bulaşır gelinliklere
çay ocağıdır kış mevsimi
dumanı üstündedir evlerin
tavşan kanı bir filistin ısmarlar israil
kanlı bir temennidir filistin

ben, emredersiniz derken
yaşı benden hayli küçük olan bir komutana
çırak verilir komşunun oğlu fotoğrafçıya
bir iyilik icat eder ayşe

kanamalı hastadır ayrılığımız
kavuşmak, haylaz çocuk
dördüncü kattan bakkalın çırağına sarkıtılır
alışveriş sepeti
şapkasını ters çevirip, yerdeki ceketinin üzerinde
namaz kılar tarlasındaki köylü
murat, sobasını yakar köy camisinin, cumadan önce
bastonuna sarılması gibi ihtiyarın
mektupları yanımda ayşe’nin

ben, mıntıkasını yaparken dünyanın
imece usulü hatim indirir mahallemdeki kadınlar
şekerle kerpeten muhabbet eder çaycının elerinde
komşuya dolu döner yemek tabağı
parmak kaldırır öğrenci, önlüğü yırtılır
kardeşlerine annelik yapar abla

neye güldüğümüzü anlamayan
bir öğretmendir yoksulluk
ben, yanıklarını ayıklarım karavana böreğin
ayakkabı özlemi çeker küçük kız
baloncuklar yapıp sabun köpüğünden
ayakkabılarını yıkar bir başkası

kimse dövemez ama
babam çok yorulabilir mesela
dünya çok yorulmuş gibi hissederim
artık daha yavaş dönüyormuş gibi

veresiyesi yoktur aşkların; acısı peşin
ben, aşkın katibiyim
yaşamak derim, alnından öper gibi gelini
badana yapar gibi gecekonduya
yaşamak bir denklem / gayrisiz içtiması tebessümlerin

ben, düğmesini dikerim üniformamın
birinciyi açıklar imam salanın sonunda
tırnaklarını yer meraklı kadınlar
o şanslı ismi beklerken
her insan duyar kendi ismini
bir gün cami hoparlörlerinden

mahallenin süslü karılarıdır japon balıkları
hortumun ucundan içilen su kadar serindir
oysa, eskiciye vermişiz her birimiz çocukluğumuzu
çamurlu elleriyle dokunur
hak ettiği paraya mevsimlik işçi
para, ter kokuyorsa kıymetlidir
ben, istihkakım olan insanlığı talep ederim yalnızca
kördür babası ve mendil satarken eşlik eder ona ali
yoksulluğun kokusunu da alıyor olmalı köpekler

REFERANS MEKTUBU

organizmadır dünya
yürüyen koşan oturan sancıyan ağlayan
büyüyünce karınca olmak isterdim ben
yavrusunu ayak uçlarında saklayan
bir erkek penguen
rüzgar gülü olmalıyım ben
bir çocuğun ellerinde
tırnak içlerimde çamur birikmeli
mahsur kalmalıyım madende
dünyanın iç kulağında
bir hücrenin dış çeperiyimdir belki de
‘insan ne için yaşar?’

soruları kendimize sormanın ne alamı var
nerden bilsin bir protein
neye hizmet ettiğini

sevgili dünya,
neyin peşindesin
okumayı sökmüş şempanzeler
ağaç yapraklarına anılarını yazıyormuş tırtıllar
vay hainler!
yiyip bitirecek dünyayı kahinler
kıyamet tahminleri
komutanların emirleri
annemin öğütleri

yolluk hazırlasana anne
dua koy bir poşete
referans mektubu yaz
sorgu meleklerine
iyi çocuktur cihat, de
övünmek gibi olmasın
benim çocuğumdur de

başım dönüyor halayın başındaki mendil
on bir celladın arasındaki meşin yuvarlak gibi
tebessüm ediyor ayşe
sehpanın üstündeki dantel
esnaf lokantasındaki peçete kadar temizim bu yüzden
zılgıt kadar hayat doluyorum bazen
ağıt kadar ağlamaklı gözlerim

iki ucuyum derenin
tam ortası kareli defterin
insan, tümdengelimi dünyanın, önemsiz bir parçası
ölüm senfonisi,
cansız et korosu
eklemleri ağrıyormuş minarelerin
dizi tutmayan ağaçları buyur ediyorlar
oturtuyorlar dev testerelerin üzerine

büyüyünce kumanda olmalıyım
sesini kısmalıyım
kulaktan dolma bilgilerin
belgesel kanalları açmalıyım
ve çizgi filmler çocuklara
bütün güzel anların görüntüsünü dondurmalıyım
silmeliyim fabrikaları ekrandan
silahları, sigara üreticilerini
büyüyünce, atlamalıyım dünyadan ve
açılmamalı paraşütüm

SAKLI BAHÇE

karanlıkta da acır gözleri insanın
alıştıra alıştıra alırlar sevdiklerini
ayrılık, organ mafyasıdır, söker insanın ciğerini
saklı bahçelere gömerler, devşirmelerin yüreklerini
ahlak polisleri arama yapar
çıkarın derler
ne kadar mutluluk varsa üzerinizde

bu yüzden
banyo fayansının arkasına sakladım
tenekeden bisküvi kutusunda
gazoz kapaklarını / kitap ayraçlarını
ayşe’nin mektuplarını
odun ateşinde yaktım, kitaplardan çaldığım
şiir sayfalarını

çok gizli belgeleriydi mutluluğun
huzur ansiklopedileri

alıştıra alıştıra yok ederler sevdiklerini
uyku hapı atarlar kitaplarına
‘okuduğumuzu anladık mı’ diye sorarlar
bir kez hatırlamadın mı
kışkırtırlar unuttuklarını sana karşı
fitne sokarlar kendinle arana
beton dökerler, bütün güzel şeylerin üzerine
sel sularının altında kalır huzurun
mesaiye kalmıştır kader
karanlıkta da acır insanın gözleri
birileri kafaya takmıştır
insanları mutsuz etmeyi

SOKAK ORKESTRASI

gürültü yapacaksan illa
çay kaşıklarını bardaklara çarp, üç çay biri açık
kepengini kapat esnaf kahvesinin
boyacı sandığına vur fırçalarınla
pazarda sebzelerin fiyatını bağır mesela
muavin ol, durakları hatırlat yolculara
‘üçkuyular’da inecek kalmasın’

ne çok kulağa hoş gelen gürültü var aslında
‘bir buçuk pilav üstü dönerin var usta’

iyice anlaşılsın diye
vurgulayarak konuşurken öğretmen
‘neeeeeeymiş’ diye başladığında sözlerine
mesela, bir çocuk arkadaşından pas istediğinde
ofsaydın kitabını yazmadığı yıllarda henüz
‘fatma ablaaa’ diye çağırdığında
annemi komşu kadın
bahçe duvarının ardından

siz büyük adamlar
gürültü yapmayı bile bilmiyorsunuz
gökyüzünüze bir yağmur misafir oluyor
akıl edip selam dahi vermiyorsunuz
ayıptır ya hu
ramazan davulcularını bile susturuyorsunuz
aşık, dudaklarınızı okur, eyvallah da
hani bir kez bile bağırmaz mı insan,

‘seviyorum’ diye

Hiç yorum yok: