(1982, İstanbul - )
Şiirleri ve denemeleri Karabatak vb.
gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Üzüm Bağında Serenat (2012, Şule Yayınları, İst.)
& Sokaktan Kuyudan Şarkıdan (2015, Şule
Yayınları, İst., 46 s.)
Şiirlerinden
Seçmeler:
BEREKET
gözlerime sızıyor sabah
sabah açılıp kapanan akordeon oluyor
bir gidip bir gelen peygambere benziyor
rüzgâr
güneye biraz sonra kuzeye vadinin ortasında
rüzgâr
ta kendisi rüzgârın
bana hükmedeceğini sanıyor
kaynayan ağzına bakmayıp
ben hükmetseydim inanın
kaygı duymazdı atılan ok
ben hükmetseydim taşlar sıralanmazdı
suların kenarında
bilirsiniz her taş çocuğudur her suyun
bir peygamber telâşla
arı uğultusuna kapılıyor aklım
arı uğultusu aklımı kapıyor
hiç susmadan konuşuyorum -ne garip-
eşiklerin içinden evler çıkıyor
bir de balkonları
çağrılıyorum hemen -ne garip-
öyleyse yaşasın kirazlara doğru büyüyen
sabah
çakıl taşları
şehirler vesaire tüccarlar da yaşasın
hepsi yanımda bakın
CEHENNEM
VE KÜREK
ölü tohumları dirilten duamdır benim
geçtiğim yollarda daha çok biriksin isterim
taş ve nar
Hızır’lar biriksin
yüzüme yakışmayan gürültüsüz bir sabah
ekmek kadar aydınlık
yanaşmasın isterim
bak nasıl kollarımı bağlıyorum ince dalları
dökülüyor kollarımdan
kumlara çizdiğim parmağımla
yoksulbir iktidar
bana ah eder başlarını yontmadığım atlar
merhamet etmekten yorulmasaydı ellerim
merhametle yontardım
ve derdim
nasıl da rüzgara karışıyor koşmaları
bak nasıl kollarımı bağlıyorum
ince dalları dökülüyor kollarımdan
yeniden koyarım isimlerini çocukların kapı
aralarında
göç ederkapılar
göç
uğunmasıkış mevsiminin
kulağına söylerim
eğilip söylerim
sığınarak söylerim
kürekleri okyanusa kurban etmeyi bırak
CEPHEDE
UNUTULAN ASKERİ ANLAMAK
her şey bitti sonunda ve örüldü kızların
saçları
düşerken yelesini savurdu ve henüz bahar
gelmemişti
bahar gelseydi ancak haberli ya da belki
önceden haberli
ekmek kokusuyla yer değiştirdi kutsallar
nehre kırılan kalem, aydınlıkta boğulmak
yoksa rüyada mıydı
hepsi kutsal bunların asker
yaşlı kedilerin sesine evrildiğinde ne
kadar kutsalsa gece
silahının soğuyan cesedi
senin silahın
diyor ki senin ellerin şu ağacın gölgesi
düşman olsaydı
senin ağzında unutulurken makaslar
şehirde iplere serildi yükler
diyor ki Kafka
gülünç olan dünyada bu dünya için koşum
takman
ne Kafka umurunda senin
ne de yaratılması dünyanın
yaratılması altı günde
karganın gagası silahının üstünde
sen beklerken uğurlandı misafirler
misafirler uğurlanırken savaş marşları
bir iki üç sonra tekrar bir iki üç
herkes birbirinin omzuna baktı
bir çiçeğin resmini kokla asker bu son
sözüm
siyah beyaz resimde ölüler gömüldü çoktan
DÜPEDÜZ
DELİLİK
yaşamaz diye bırakılıyor çocuk evin ucuna
bütün üzüntüm bundandır belki
kanatsız topraksız ve ayinsiz cenaze
bundandır belki
bundan değil diyorum sonra
güneşten değil beklemekten değil uyuşan
ellerimden değil
bomboş bir vadi sarkıyor başlarından
gövdelerini bile göremiyorlar nasıl
anlarlar beni
bütün üzüntüm bundan
hiç dinlenmeyeceğiz öyle mi dinlenmeden
köprüyü geçmek
kimse ölmek istemiyor henüz
koşmak istemiyor
yağmur yağsa biraz fazla lânet okuyorlar
kaldırıma
nefesleri pes ediyor onca boş kelime
tonlarca yük
üstelik bir de korkuyorlar ölmekten
ben koşmayı seviyorum
bütün sevincim bundan
bizim aramızdaki sed Zülkarneyn’in çektiği
sed
işte yüksek duvar ve burada petrol var
ama ben inanıyorum Allah’a
deseler ki bize bakma
gözlerimi kör ederim
deseler ki bize bakma
duvar diplerini selamlamam onlara göre
delilik
düpedüz onlara göre nereden baksak üstelik
artık çekişip durmayacağım yırtıldı
lambanın gecesi
ama ben seviyorum ışığı aramızdaki ışığı
açlık sarhoşluk sofra sofraya uzanan eli
geçerken duvarın yakınından
ki görsün diye onlar
başımla selamlıyorum ürkütmeyeyim akrebi
GÖÇ
YOLU BULMAK İÇİN
bu babadır
uykuda dişlerinin tek tek düştüğünü görür
konuşmasını öğrenemez hiçbir zaman baba
konuşmasını öğrenemez akşam yemeği
özenle dört köşesinden katlanan
bardaktan taşan kırlangıç sürüsü
ve ben bir kere yutkunsam
sarhoşluğum derim
kemirmeseydi ırmak beni uykumda
ne sarhoş olur ne de yalan söylerdim
konuştuğum zannedilsin diye ellerimin
yardımı
pencerenin önündeki tembelliğim
babanın karşısında
göç yolu bulmak için derim
fırtınaya sığınmak için en güvenilir yer
hey!
hem de en sahici yer pencere önüdür
fırtına çıkar
her şey katlanır özenle dört köşesinden
böyle böyle yer değiştiririm masanın ayağı
masanın ayağı sonra ben
baba telaşla ağzını yoklar
HAZIRLIKSIZ
kıyıya yanaşır gibi yanaştı çiçekler
uçuruma: tedirginlik
muska çözüldü deniz çok renksiz hepsi çok
uzun
denizin varlığı değilken kesin
üstelik bunca karışık yüz
dünyanın ilk konserine gelir gibi hepsi
hazır
kulak fazlaydı halbuki
biraz cesaret işi gabya iman
biraz cesaret işi uçurumu itelemek
ahsen’ul kasas, ölümlülük kuralı, göze
çizilen yüz
gerçek şu ki
bazen
fakat
aşktan konuştuğu vakit şaşırıyor insan
dalga düşecekse kıyıya ağır ağır düşmeli
bunu sezdirmeden anlatmak: çarpıntı
bahara çiçeklerini hatırlatan da kalmadı
ya bu kimin çözülmemiş büyüsü
büyü demişken çiçekler
çiçekler demişken uçurum
MÜLTECİ
“her mancınıkla daha uzağa gidiyorum
düştüğüm her yer mancınık” A. Ali
Ural
yüzlerce kamış sazlığın kıyısında köklerinden
su damlıyor sazlığa
suya
bakarak yürünmüyor ayaklarıma bakarak yürüyeceğim
aklım iyilerle beraber olmalı iyiler,
kervanlar, yemek tasları
biri çocuğu susturmalı ağlamak yaşam
belirtisi
ölüler sularını ısıtıyor kendi elleriyle
yürüyenlerin ölebilme isteği
gölgelenip biraz kalkıyor insan başka ağacı
aramaya
başka ağaç sonra bir başka
başka ağaca sonra
yok sonra
yüzlerce insan duvarın kıyısında ayaklarını
arıyor
bakır bir kayık saklı içinde duvarın nasıl
izah edilir
hatırlayacak beni insanlar serinletirken
odalarını
ben de hatırlayacağım elbet mevsim
değişiyor şimdi
düşmek diyorlar
evet diyorlar bekleyen sabahtır o
avını ıskalamak için kırpmadan gözlerini
ne diyor sevgilisine adam “korkma bize bir
şey olmayacak”
demek bir şey olmayacak
çanta çocuğun elinden kayıyor
eşiğine takılı bekliyorken sahibini
şaşkınlığım soruyor “nerede ayakların?”
çünkü şaşkınlık sarsıntıyla solmasıdır
renklerin
PARMAKLAR
“Mİ”DEN “LA”YA GEÇERKEN
kaybolduğum olur günlerce
yani günlerce kaybolurum
muradı nedir bilemem
hiçbir yer benim evim değil
gemiye yükleyemem de çölü bileğime dolanır
yani kumdan fışkırarak pusulalar
heyecanla ısırırken elmayı ince bir keder
sızar dişlerimden
ne güneşin altına gemiyi
ne şaşırmış müneccimi taşların ortasına
meşgul etmeyin beni
göze görmeyi unutturan öğle sıcağı geçer
yerine göze görmeyi unutturan öğle sıcağı
alkış tutacak ne var
son nefesini verecek parmaklarında
avını küçük küçük lokmalara bölecek
kopacak yine bir tel
benim karşıma müneccim
putun karşısına müneccim
dizini kırarak ve bir gözünü kısarak oturur
çamura ne gerek
sabahları ilk lokma
lokma duadan önce
sessizce dürülür
karanlıkta biri kendini
dökerek omuzlarını
üç kere hem gururlanarak
nasıl da alkışlar
iki kurumuş dal
meyvelerini verir
iki dal ne güzel meyvelerini ne iyi
gemi ne yavaş
gemi giderek
giderek
giderek küçülür
UYKU
BAHSİ
avlanmayı bekleyen bir köle asıldı
kapatınca gözlerimi
bir at sahibini vurdu
saman taneleri ve rüzgar
dağınık sahnede yankısını bulamayan bir
replik
kapatınca gözlerimi
anne güneşi yoğurup hamurunun karşısına
koydu
kollarım selam vermedi
sonra Van Gogh
çıldırmadan önceki
kemiklerini saydılar kölenin kaburga
kemiklerini
kemiklerine nişan aldılar kölenin beş para
etmez kemiklerine
kapatınca gözlerimi
on ikinci havari
insan anılacak bir şey değil
on, on bir ve on ikinci
insan anılacak bir şey değil
orkestra şefi ceketindeki nehirleri
düzeltti
kapanınca pencereler
kutsananlar, kutsanmayanlar ve buna benzer
VESVESE
savaş uçakları alçaktan uçuyor başımın
üstünde
iyi bir giriş değil bu
bu sözleri unutacağım
ağır başakları nasıl ufaladığını
yolları kapadığını
korkan başımı ve kulaklarımı unutmak ahmaklıktır
baş senin değil mi?
oyun ağrısını dindirir çocuğun buna benzer
şeyle iyilik urdur, büyür aklında, aklını koru
unutacağım ahmaklıktır bu
göl vardı, hem karanlık hem değil
ağaçların ezemediği hem benim hem değil
kendini göl sanan ne çok şey
bir anlaşma
inip kalenin burcundan soluk soluğa
hızla koşan bir anlaşma
kaç günüm kaldı hem burada tek isteğin
sonsuzluk
anlaşılır değil mi Allah’ın iyileri sevdiği
sonsuzluk
günlerimi unutmakla geçireceğim
azdan başlayıp çoğaltarak
uzasın binalar şehirde ben yavaş yavaş
sâdık kalmayı öğreneceğim
bir anlaşma
elimi kavrayan ellerine
kaç
güzel gün kurban edilir kaç teşekkür kaç adak
durmadan bunun hesabını hesap aldatır
kalbini koru
hesap öldürür sessiz bir nehirdin
sonsuzluk şimdi çıtırtı bir sestir beni
dinle güzel bir son bu
YARIM
YAMALAK GÖKYÜZÜ TASVİRİ
işte pencerenin önünde dirileceğim yer
taze yara
taze yaradan çıkan uykusuz ann
pervazını düşünüyorum şu pencerenin
düşünmüyor
çiğniyorum
çiğnediğim yaprak ölüleri diyorum
helal miydi?
gözü kör edilmiş hurafelerim?
bağışlanma diliyorum
ki sahip değilken günaha
bağışlanma diliyorum
sırtı ikiye bölünürken çiftçinin güneş
karşısında
neden dilenir bağışlanma bilmem
yine de diliyorum
ekinleri ve otları sevdirsin diye
yaptığım yarım yamalak gökyüzü
benim de mi bir gözüm yoksa
hesaplarım
omuzlarım arasında nasıl ufalanıyor
sen küçük pencere
küçük kırılgan pencere
ekinleri ve otları sevdiresin diye mi seni
üç âciz kulu alnına dayaman
hidayet bulsunlar diye
benden öğrendin sanırım bilmediğin yerde
dudak bükmeyi
evet evet benden
ne koyduysam göğe kırılıp yere düşüyor
ne yolladıysam yeryüzüne varlığımı inkar
ediyor
YENİ
GÜN KUTLAMASI
nehrin ötesini düşlemekten dalgaları görmez
oldum
aynı dalın aynı pencereye vurması her sabah
anlatamaz oldum
önce efendiler sonra yoksullar sonra
ayetler harpteyken inen
kesik kesik havlamalar sonra yol
göstermelerim
oturduğum yer nehrin kenarı senin yerin
neresi benim bu sözlerim
çok mu dağınık sözlerim yoksa dünya dağınık
değil mi?
upuzun düşündüm kendiliğinden düşen incirin
akşamı hatırlatan incire denk olmadığını
senin akşamın hangisi?
ölmek mevsimini bitirdi orman, uzattı
ömrünü kaldım öylece
hastalığı sızdıran duvar yok burada üstelik
kaldım öylece
yanımdan insanlar geçti şehre yetişir gibi
doğar doğmaz nefesini çalsam bebeğin
dalsam bir kahkahanın içine ürkütmeden
kimseyi
olsun bütün bunlar dalgaları görmek isterim
ben dalgaları isterim
dalgaları Allah’ım
akşam yaklaşınca salıncağa asıldı yine
zaman
olsun
bütün bunlara rağmen ben de varım
YÜRÜYÜŞ
DENEMESİ
bulutlara bulaşıyor yemin ederim yeni
pencereleri şehrin
tren sesleri yolumu kesiyor
önceki yıldan asılıp kalmışlar
belki iki yıl
belki itibar görür sözlerim
bulutlara bulaşıyor yemin ederim yeni
pencereleri şehrin
kabul edilir bir şey değil zamanın
bölünebilir olduğu
ve Yakup peygamber ölüm döşeğindedir
bir şair karşıya geçmek için otuz dokuz yıl
şehrin ortasında
elinde domatesler beklemektedir
kabul edilir bir şey değil mi zamanın
iç içe geçmiş bir orman yolu olduğu
sizi temin ederim
bu yıl topladığımız meyveleri
geçen yıl yemiştik belki
çok sebebim var doğrulmak esnemek ve
kaybolmak için
yakınlardan sefer alayı geçmektedir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder