15 Ocak 2017 Pazar

MERYEM KILIÇ


(1982, İstanbul - )


       Şiirleri ve denemeleri Karabatak vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Üzüm Bağında Serenat (2012, Şule Yayınları, İst.)       
& Sokaktan Kuyudan Şarkıdan (2015, Şule Yayınları, İst., 46 s.)       

Şiirlerinden Seçmeler:

BEREKET

gözlerime sızıyor sabah
sabah açılıp kapanan akordeon oluyor
bir gidip bir gelen peygambere benziyor rüzgâr
güneye biraz sonra kuzeye vadinin ortasında
rüzgâr
ta kendisi rüzgârın
bana hükmedeceğini sanıyor
kaynayan ağzına bakmayıp
ben hükmetseydim inanın
kaygı duymazdı atılan ok
ben hükmetseydim taşlar sıralanmazdı suların kenarında
bilirsiniz her taş çocuğudur her suyun
bir peygamber telâşla

arı uğultusuna kapılıyor aklım
arı uğultusu aklımı kapıyor
hiç susmadan konuşuyorum -ne garip-
eşiklerin içinden evler çıkıyor
bir de balkonları
çağrılıyorum hemen -ne garip-

öyleyse yaşasın kirazlara doğru büyüyen sabah
çakıl taşları
şehirler vesaire tüccarlar da yaşasın
hepsi yanımda bakın

CEHENNEM VE KÜREK

ölü tohumları dirilten duamdır benim
geçtiğim yollarda daha çok biriksin isterim taş ve nar
Hızır’lar biriksin
yüzüme yakışmayan gürültüsüz bir sabah ekmek kadar aydınlık
yanaşmasın isterim
bak nasıl kollarımı bağlıyorum ince dalları dökülüyor kollarımdan
kumlara çizdiğim parmağımla
yoksulbir iktidar

bana ah eder başlarını yontmadığım atlar
merhamet etmekten yorulmasaydı ellerim
merhametle yontardım
ve derdim
nasıl da rüzgara karışıyor koşmaları
bak nasıl kollarımı bağlıyorum
ince dalları dökülüyor kollarımdan

yeniden koyarım isimlerini çocukların kapı aralarında
göç ederkapılar
göç
uğunmasıkış mevsiminin

kulağına söylerim
eğilip söylerim
sığınarak söylerim
kürekleri okyanusa kurban etmeyi bırak

CEPHEDE UNUTULAN ASKERİ ANLAMAK

her şey bitti sonunda ve örüldü kızların saçları
düşerken yelesini savurdu ve henüz bahar gelmemişti
bahar gelseydi ancak haberli ya da belki önceden haberli
ekmek kokusuyla yer değiştirdi kutsallar
nehre kırılan kalem, aydınlıkta boğulmak yoksa rüyada mıydı
hepsi kutsal bunların asker
yaşlı kedilerin sesine evrildiğinde ne kadar kutsalsa gece

silahının soğuyan cesedi
senin silahın
diyor ki senin ellerin şu ağacın gölgesi düşman olsaydı
senin ağzında unutulurken makaslar
şehirde iplere serildi yükler
diyor ki Kafka
gülünç olan dünyada bu dünya için koşum takman
ne Kafka umurunda senin
ne de yaratılması dünyanın
yaratılması altı günde
karganın gagası silahının üstünde

sen beklerken uğurlandı misafirler
misafirler uğurlanırken savaş marşları
bir iki üç sonra tekrar bir iki üç
herkes birbirinin omzuna baktı
bir çiçeğin resmini kokla asker bu son sözüm
siyah beyaz resimde ölüler gömüldü çoktan

DÜPEDÜZ DELİLİK

yaşamaz diye bırakılıyor çocuk evin ucuna
bütün üzüntüm bundandır belki
kanatsız topraksız ve ayinsiz cenaze
bundandır belki
bundan değil diyorum sonra
güneşten değil beklemekten değil uyuşan ellerimden değil
bomboş bir vadi sarkıyor başlarından
gövdelerini bile göremiyorlar nasıl anlarlar beni
bütün üzüntüm bundan

hiç dinlenmeyeceğiz öyle mi dinlenmeden köprüyü geçmek
kimse ölmek istemiyor henüz
koşmak istemiyor
yağmur yağsa biraz fazla lânet okuyorlar kaldırıma
nefesleri pes ediyor onca boş kelime tonlarca yük
üstelik bir de korkuyorlar ölmekten
ben koşmayı seviyorum
bütün sevincim bundan

bizim aramızdaki sed Zülkarneyn’in çektiği sed
işte yüksek duvar ve burada petrol var
ama ben inanıyorum Allah’a
deseler ki bize bakma
gözlerimi kör ederim
deseler ki bize bakma

duvar diplerini selamlamam onlara göre delilik
düpedüz onlara göre nereden baksak üstelik
artık çekişip durmayacağım yırtıldı lambanın gecesi
ama ben seviyorum ışığı aramızdaki ışığı
açlık sarhoşluk sofra sofraya uzanan eli
geçerken duvarın yakınından
ki görsün diye onlar
başımla selamlıyorum ürkütmeyeyim akrebi

GÖÇ YOLU BULMAK İÇİN

bu babadır
uykuda dişlerinin tek tek düştüğünü görür
konuşmasını öğrenemez hiçbir zaman baba
konuşmasını öğrenemez akşam yemeği
özenle dört köşesinden katlanan
bardaktan taşan kırlangıç sürüsü
ve ben bir kere yutkunsam

sarhoşluğum derim
kemirmeseydi ırmak beni uykumda
ne sarhoş olur ne de yalan söylerdim
konuştuğum zannedilsin diye ellerimin yardımı
pencerenin önündeki tembelliğim
babanın karşısında

göç yolu bulmak için derim
fırtınaya sığınmak için en güvenilir yer
hey!
hem de en sahici yer pencere önüdür

fırtına çıkar
her şey katlanır özenle dört köşesinden
böyle böyle yer değiştiririm masanın ayağı
masanın ayağı sonra ben
baba telaşla ağzını yoklar

HAZIRLIKSIZ

kıyıya yanaşır gibi yanaştı çiçekler uçuruma: tedirginlik

muska çözüldü deniz çok renksiz hepsi çok uzun
denizin varlığı değilken kesin
üstelik bunca karışık yüz
dünyanın ilk konserine gelir gibi hepsi hazır
kulak fazlaydı halbuki
biraz cesaret işi gabya iman
biraz cesaret işi uçurumu itelemek
ahsen’ul kasas, ölümlülük kuralı, göze çizilen yüz
gerçek şu ki
bazen
fakat
aşktan konuştuğu vakit şaşırıyor insan

dalga düşecekse kıyıya ağır ağır düşmeli
bunu sezdirmeden anlatmak: çarpıntı
bahara çiçeklerini hatırlatan da kalmadı
ya bu kimin çözülmemiş büyüsü
büyü demişken çiçekler
çiçekler demişken uçurum

MÜLTECİ

 “her mancınıkla daha uzağa gidiyorum düştüğüm her yer mancınık”         A. Ali Ural

yüzlerce kamış sazlığın kıyısında köklerinden su damlıyor sazlığa
suya  bakarak yürünmüyor ayaklarıma bakarak yürüyeceğim
aklım iyilerle beraber olmalı iyiler, kervanlar, yemek tasları
biri çocuğu susturmalı ağlamak yaşam belirtisi
ölüler sularını ısıtıyor kendi elleriyle
yürüyenlerin ölebilme isteği
gölgelenip biraz kalkıyor insan başka ağacı aramaya
başka ağaç sonra bir başka
başka ağaca sonra
yok sonra
yüzlerce insan duvarın kıyısında ayaklarını arıyor
bakır bir kayık saklı içinde duvarın nasıl izah edilir
hatırlayacak beni insanlar serinletirken odalarını
ben de hatırlayacağım elbet mevsim değişiyor şimdi
düşmek diyorlar
evet diyorlar bekleyen sabahtır o
avını ıskalamak için kırpmadan gözlerini
ne diyor sevgilisine adam “korkma bize bir şey olmayacak”
demek bir şey olmayacak
çanta çocuğun elinden kayıyor
eşiğine takılı bekliyorken sahibini
şaşkınlığım soruyor  “nerede ayakların?”
çünkü şaşkınlık sarsıntıyla solmasıdır renklerin

PARMAKLAR “Mİ”DEN “LA”YA GEÇERKEN

kaybolduğum olur günlerce
yani günlerce kaybolurum
muradı nedir bilemem
hiçbir yer benim evim değil
gemiye yükleyemem de çölü bileğime dolanır
yani kumdan fışkırarak pusulalar
heyecanla ısırırken elmayı ince bir keder sızar dişlerimden
ne güneşin altına gemiyi
ne şaşırmış müneccimi taşların ortasına
meşgul etmeyin beni

göze görmeyi unutturan öğle sıcağı geçer
yerine göze görmeyi unutturan öğle sıcağı
alkış tutacak ne var
son nefesini verecek parmaklarında
avını küçük küçük lokmalara bölecek
kopacak yine bir tel

benim karşıma müneccim
putun karşısına müneccim
dizini kırarak ve bir gözünü kısarak oturur
çamura ne gerek
sabahları ilk lokma
lokma duadan önce
sessizce dürülür
karanlıkta biri kendini
dökerek omuzlarını
üç kere hem gururlanarak
nasıl da alkışlar

iki kurumuş dal
meyvelerini verir
iki dal ne güzel meyvelerini ne iyi
gemi ne yavaş
gemi giderek
giderek
giderek küçülür

UYKU BAHSİ

avlanmayı bekleyen bir köle asıldı
kapatınca gözlerimi
bir at sahibini vurdu
saman taneleri ve rüzgar
dağınık sahnede yankısını bulamayan bir replik
kapatınca gözlerimi
anne güneşi yoğurup hamurunun karşısına koydu
kollarım selam vermedi
sonra Van Gogh
çıldırmadan önceki
kemiklerini saydılar kölenin kaburga kemiklerini
kemiklerine nişan aldılar kölenin beş para etmez kemiklerine
kapatınca gözlerimi
on ikinci havari
insan anılacak bir şey değil
on, on bir ve on ikinci
insan anılacak bir şey değil
orkestra şefi ceketindeki nehirleri düzeltti
kapanınca pencereler
kutsananlar, kutsanmayanlar ve buna benzer

VESVESE

savaş uçakları alçaktan uçuyor başımın üstünde
iyi bir giriş değil bu
bu sözleri unutacağım
ağır başakları nasıl ufaladığını
yolları kapadığını
korkan başımı ve kulaklarımı unutmak ahmaklıktır baş senin değil mi?
oyun ağrısını dindirir çocuğun buna benzer şeyle iyilik urdur, büyür aklında, aklını koru
unutacağım ahmaklıktır bu

göl vardı, hem karanlık hem değil
ağaçların ezemediği hem benim hem değil
kendini göl sanan ne çok şey

bir anlaşma
inip kalenin burcundan soluk soluğa
hızla koşan bir anlaşma
kaç günüm kaldı hem burada tek isteğin sonsuzluk
anlaşılır değil mi Allah’ın iyileri sevdiği sonsuzluk
günlerimi unutmakla geçireceğim
azdan başlayıp çoğaltarak
uzasın binalar şehirde ben yavaş yavaş
sâdık kalmayı öğreneceğim
bir anlaşma
elimi kavrayan ellerine
kaç  güzel gün kurban edilir kaç teşekkür kaç adak
durmadan bunun hesabını hesap aldatır kalbini koru
hesap öldürür sessiz bir nehirdin
sonsuzluk şimdi çıtırtı bir sestir beni dinle güzel bir son bu

YARIM YAMALAK GÖKYÜZÜ TASVİRİ

işte pencerenin önünde dirileceğim yer
taze yara
taze yaradan çıkan uykusuz ann
pervazını düşünüyorum şu pencerenin
düşünmüyor
çiğniyorum
çiğnediğim yaprak ölüleri diyorum
helal miydi?
gözü kör edilmiş hurafelerim?

bağışlanma diliyorum
ki sahip değilken günaha
bağışlanma diliyorum
sırtı ikiye bölünürken çiftçinin güneş karşısında
neden dilenir bağışlanma bilmem
yine de diliyorum

ekinleri ve otları sevdirsin diye
yaptığım yarım yamalak gökyüzü
benim de mi bir gözüm yoksa
hesaplarım
omuzlarım arasında nasıl ufalanıyor

sen küçük pencere
küçük kırılgan pencere
ekinleri ve otları sevdiresin diye mi seni
üç âciz kulu alnına dayaman
hidayet bulsunlar diye
benden öğrendin sanırım bilmediğin yerde dudak bükmeyi
evet evet benden
ne koyduysam göğe kırılıp yere düşüyor
ne yolladıysam yeryüzüne varlığımı inkar ediyor

YENİ GÜN KUTLAMASI

nehrin ötesini düşlemekten dalgaları görmez oldum
aynı dalın aynı pencereye vurması her sabah
anlatamaz oldum
önce efendiler sonra yoksullar sonra ayetler harpteyken inen
kesik kesik havlamalar sonra yol göstermelerim
oturduğum yer nehrin kenarı senin yerin neresi benim bu sözlerim
çok mu dağınık sözlerim yoksa dünya dağınık değil mi?

upuzun düşündüm kendiliğinden düşen incirin
akşamı hatırlatan incire denk olmadığını senin akşamın hangisi?
ölmek mevsimini bitirdi orman, uzattı ömrünü kaldım öylece
hastalığı sızdıran duvar yok burada üstelik kaldım öylece
yanımdan insanlar geçti şehre yetişir gibi

doğar doğmaz nefesini çalsam bebeğin
dalsam bir kahkahanın içine ürkütmeden kimseyi
olsun bütün bunlar dalgaları görmek isterim
ben dalgaları isterim
dalgaları Allah’ım

akşam yaklaşınca salıncağa asıldı yine zaman
olsun
bütün bunlara rağmen ben de varım

YÜRÜYÜŞ DENEMESİ

bulutlara bulaşıyor yemin ederim yeni pencereleri şehrin
tren sesleri yolumu kesiyor
önceki yıldan asılıp kalmışlar
belki iki yıl
belki itibar görür sözlerim

bulutlara bulaşıyor yemin ederim yeni pencereleri şehrin
kabul edilir bir şey değil zamanın bölünebilir olduğu
ve Yakup peygamber ölüm döşeğindedir
bir şair karşıya geçmek için otuz dokuz yıl şehrin ortasında
elinde domatesler beklemektedir
kabul edilir bir şey değil mi zamanın
iç içe geçmiş bir orman yolu olduğu
sizi temin ederim
bu yıl topladığımız meyveleri
geçen yıl yemiştik belki
çok sebebim var doğrulmak esnemek ve kaybolmak için

yakınlardan sefer alayı geçmektedir

Hiç yorum yok: