5 Ocak 2016 Salı

İSMAİL CEM DOĞRU


(1975, Samandağ / Hatay - )


       İlk ve orta öğrenimini Hatay’da tamamladı. Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi'ni bitirdi. Evli ve bir kız çocuğu babası.
       1993 yılından başlayarak çeşitli radyolarda kültür ve edebiyat içerikli programlar yaptı. Antoloji Şairleri Seçkisi isimli bir şiir seçkisi kitabı 2004 yılında Varlık Yayınları/Cep Kitapları tarafından yayımlandı. “Kuşak Edebiyat” dergisinin yayın yönetmenliğini üstlendi
       Şiirleri ve yazıları Ada, Akatalpa, Amanos Edebiyat, Cumhuriyet Kitap, Damar, Kurşun Kalem, Kuşak Edebiyat, Mor Taka, Mühür, Öteki-siz, Patika, Şair Çıkmazı, Varlık, Yaratım, Yasakmeyve, Yolcu vb. gibi dergilerde yayımlandı /yayımlanıyor.
Ödülleri: 2005 Rıfat Ilgaz Şiir Yarışması’nda Başarı Ödülünü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Ara (2016, Mühür Kitaplığı, İst., 94 s.)

Şiirlerinden Seçmeler:

AFRA

Suyun kucağına meme uçlarını bıraktım
Uçurtmanın bir akşam
Bunu yapmasam koridor oluyordum / koruyordum

Acıtmadan sildiklerine toplansın dikişlerim

Dizime yatırdığın dirseklerimden vur afra gibi ürkek
Kilitleri körpe bir havanda onar
Sonra kur beni ayır parlaklıkları dizelerime / düğmelerime

Kuşatmadan gelişine acısın eğilimlerim

Çamurdan bir başlangıç cümlesi miyim ben
Demir mi gerekli dilinize
Dökün beni sesimin ileri gelenlerine / gelinlerine

Çoğalmadan gelişin için kanasın ilerisi

Sen bağışla bir defa dolaş kuyuları yıkanmadan
Kuytulara yakınmadan
Doyur bizi benle beni bizden arındır / yakındır

AKIŞAN

hiç de alışıyorsun gibi bir kuşku dökmek değil
sonra birinin aşk oldum sanması
bir büyütmediğin kalınır bir de büyütüldüğün
yaşlarla karışırsın yaşlar kuruyana karışır

bu da beni öyle bir sindirmek ki
yenilgi gibi duruyor tadının altında beni bulmak
hatırlar dolusu ten artığı denemiştim
çözülen her düğmenin bana örtündüğü anlar
çünkü sende kalanlar ve morun haczi için
bir hücreden bir yalan çıkarabilirsin bir de anahtar

alışıyorsun sonra aşk oluyor  enstrümantal
büyüyorsun yanılgılar açıyor bir ay çiçeği
bir başka ay bir akasyaya keman adını veriyorsun
sonra kan oluyor aşka bir nota

öyle bir keman barut koklamanın tadıyla izler
bir çakılın bir pusuya çakılmasını
ve kayalar tırnak yangınlarından düşerler izimin düşüne
yüzleri kanayana dek kaç adamdan alır hırsını o tırnaklar
gerisi gibi keşke hiç keşke olmasaydı

gördün ya o kadar da kalabalık değilmiş gürültüler
ama bir ses içinden nehirler çıkarıyor
aşk yüzüne yüzüne kapanıyor akıştım sanıyorsun
sonra yapış yapış  aşk kaçıyor içine
yanında fazladan sevgilisi olan var mı diye bükülüyor
[yüzün
iki gözün fazladan tanrısı olan birini arıyor

gerisi gibi herkesin dolacak bir boşluğu oluyor
ya da boşalacak bir fazlalığı
keşke hiç keşke olmasaydı

ANAHTAR

İstemem bir kozalak içinde büyümeyi birden
Durduğum yerlere evcil dilekler kadar yakın olmak istemem

“Biz gereğini yaparız” türünden arkası yazılmış bir aşk
biz gerekeni uygunsuz dileklerden umacak kadar yenik
ama yarımız sırlarının tutsağı, geri kalanlar kendine bir sır arar
Beklemenin de bir salıncağı var kalmadı yakınılacak bir yer

Biz sizi, size karşı birikince ararız; derlenin şimdi

İstemem, düşmesin beklemenin güzellikleri
Durduğum yerlere ilişen söylenceler bizi alıkoysun istemem

Sonra bağımlısı da olalım beklemenin; kurşun haberleri
Beklemek için tutunduklarımızdan kopalım
“kavuşuruz diye ürküyorum” gibi cümleler hazırlayın
bir başına ayrılık için karşılıksız acılar toplayalım

İstemem bir ağlama aralığı kadar monarşi
Günlerin yarışı eşit koşullarla olsun, istemem
Belki süre gelir çalınmış yılların hatırları
Üstüme çökmüş denizlerle uyuşabilirim

İstemem bir köstebek kadar yerim olsun da derleneyim
Hazır şeylerden konuşsaydık tanıdık yaralardan, dahası
Hafif duruyor üstümüzde bir ölüme yüklenen anlam
“Az kalsın” diyorlar tüm kabullere “az” kalıyor durmadan

Ama anahtarımı kaybettim ki ne yazık, kapı da aramızda mahsur kaldı

AYAK SİSLERİ

Ben ölümün haritasını avucumun çiği gibi...

Güneşin hiç batmayan evlerinden bir coğrafya kurduk annemle
Denizi gözümle avuçlar gibi sesime yürümek için şaşkındık
Siz hiç söz diplerimden fener yapmadınız anlaşılan

Hadi siz pamuk prenses olunan yüzünüzle bakın hayata
Annem de yedi cüce çıkarsın her bir köz pınarından
Ama gelemem evinize
Beyaz bir düğüm bizim güneşin rengi
Eğer ben deniziçi yorgan örtmediysem yorgun kayıklarınıza
Vardır bir çelebi
...öpüyorum aydınlığınızdan

Islandınız mı
Cüceleriniz mi okşadı saçınızdan
Açın düşlerinizi annem geliyor
Dediğine bakılırsa güneş doğurmuş babamı
Hep gülümsemem bundan

Ben ölümün haritasını avuçlarımdan temizleyeli...

Benim de bir harfim eksik bazen ‘hazin’ gibi
Çok geldiği zamanlar da olmadı diyemem sözcüklerin
Kim ‘yara’ kalmak ister

Tam da böyle zamanlar dönün ayağa
Bakın hayatın bir ucuna geniş açıdan
Ve bir ucunda geniş uykudan kepenkler
Sırtından gözlükler çıkaran bir avluyum ben
Siz bakınca ben de görüyorum
...üşümedim salıncağınızda
Gerekmiyorsa kımıldamayın

Ama ben gülümsemeden
Sizin evinizde gülümsemez yağmurlar
Boşuna bulutların altını bağlamayın

BİR BUÇUK

istersen herkesi şubata ekleyelim bizi içine almayan
aylardan düşülsün bir buçuk kitap taksim gezisi

bu ne duygusal bir içimize su serpme hevesi
ne zamandır bu üniforma aslanın ağzında ki heyecan
sanıyorum, her rekabet gibi içinden bir küçümseme
nöbeti geçiyor, mazur görmek öngörülmüş

öyle de beyefendi görünüşlü ve gülüşlü otobüsler
bize hep gönül kapısı açık ve bir o kadar kurşunlara
eziyet etmenin tanımsız kederini alıyor içimizden

nasıldı sudan düşmek gecenin dili olsa, görüntüsü
var ama istersen, kendini sesine tanıt
taksime tünel açan düşünsün dünyanın merkezine
kalbinden inmek bir buçuk insan meselesi

ama nasıl bir şey ki dizi izleme endişesi
dahası kafatasıma finans formülleri çizmişlerdi
beyefendi gibi çocuklarını gelip alsın mı anneler
sonra “Taksim'den bizi çıkardınız mı sevgili
ağbilerim, gezi'yi aldınız mı elimizden?”
siz ve köpük hizmeti veren, evinden utanan zebani

ama baktım ki bizi izleme endişesi beğeniyle
daha kinsel bize izlenmemiş bölümler gerekli
her sokağı bir masalın adına vermenin
en güzel yanı saat bir buçuk resimleri

taksimin kapağını açmışlar ben seslendirdim
ve dahi gazı kaçmış bir buçuk saat resimlerini
pengueniyle vardır değişmek isteyen

Akatalpa, Sayı: 176, Ağustos 2014

ÇAN VE EĞRİ

bak bu şakayı rüzgâr sanmasak sonra ne yaparız
kendine gelmek, şarkılar ve sabrımızı sınamak olmasa

yalnızlık gibi ölümü de abartıyor olabiliriz miyiz, sonra
bak şu yargının netliğine yalanın benlik gösterisi hem
neden böyle her esintinin peşinde yancı ve daha yabancı
bir şeysiniz dedikleri itiraz yüklenmiş ölüm haberleri
yoksa ne yaparız sözler olmasa sonra sözcükler

artık adımız mesafe, aramıza zaman girdi
bak şu karganın kinine, çiçeğin dinine, ağacın evini
savunma sevincine, doğmamış bir şey için savaşma
hazına, ama bak melodiyi itiraz gösterişinde
arayıp yarına “su taşıyan kilise papazına” sonra
ne yapardık boşluklarımıza sıkışan şu harfler olmasa

kitapları ve ölümü de anlamıyor olabilir miyiz?
ya da yazı yazma imkânı öyle herkesi bulmasa
sonra bak şu yarın sevgisine dün ve bugün
dengesine hem neden böyle her üzüntünün
peşinde bu denli yabancı ve daha abartılı bir şeysiniz
dedikleri anlam yüklenmiş ölüm yöntemleri,
yoksa ne yaparız ‘orada ne işi var’
diye sormak olmasa, zorlama yazgı ve tarihler

ama bak şu tencerenin ettiğine çatalın kemanla
işbirliğine, bak şu yaşı geçkin meydanının
dünyanın ekseninde dönüşüne

ama diyorum her şarkıyı rüzgâr sanmasak

Akatalpa, Sayı: 181, Ocak 2015

DAĞINIK

dünlerden bir gün üzere, devamsız
düğüm içenden fayda umarsın
bakarsın ya da dağınık yasak toplamışız
öylesine adı olmamış
yolculuklar madem bir yanımı andırır,
bir yanım da kavuşmaktan öte aşırı ayrılık,

birisi "sus" sesinizde davet arar

bu defa daha kusurlu yaprakları olsaydı da günlerin,
yazmamıştı dediğimiz takvimler o yaprağa itiraz gibi
ertelenmesi muhtemel iktidar gibi
yuvasına dönseydi de kavimler,
yine de kimliksiz bir tümce yapayanlış ilerliyor
her yalan yürürlükte aralıksız

"sus" sesinizde davet aşırı yığınaklara çalar

ne zaman yüzünüzde belirsem
zamansız telaş ve aşırı ayrılık
bir dağınık olanaklar vaat ediyor
bir de olağan sabahlar deneyim açısından
Yakından gözleriniz ve unutulan her yeni
daha tetikte, uykular sahibini arıyor

birisi "sus" sesinize aşırı yığınaklar arar

istedim ve derin bir çocukluk gezindi her yağmuru.
-pek duru- diyorum, biliyorum henüz
bana yeter avuçları, bir de içlerindeki ılık.
kırsal alanlardan taşırdığım smokin yaması
bugün daha tüzel gezinen bir dekolte
bir şehirli telaş daha bitiyor; aşk kutluyor yakamı...

Akatalpa, Sayı: 80, Ağustos 2007

MASAL

adım cümle içinde geçsin istemedim ama neden
bensiz kurulmuş cümleler bu denli neşelidir

bir kartvizitten geçiyordum uğradım dediğim adımlar
sonra böyle bir çember içinden elini sıktığım kadınlar
beni kartvizit sanıyor ki, işin aslı adım
cümle içinde geçsin istemedim, geçilsin istemedim
kendi resmini eksik çizen bu ressam
size güven telkin etmiş olabilir ve bir güvencenin
ödünsüz yanları yetkin ellerde böyle kirlenebilir

bir kartvizitten geçiyordum uğradım dediğim zamanlar
sonra böyle bir çember içinden seçtiğim yalanlar
belki dedim olabilir bu güvencenin ödülsüz yanları
ama yeni bir künye için yardım istemenin de kalmalı
inandırıcı yanları, bir çapsız söylem saati kapımı zorluyor

öyle de bir şey içinden kurtaramadım kimsecikleri
kaldı ki bunca melaike içinden düşünceden suçlanmanın
şöhretle bağını ben bozmadım ve hangimizi örtmek istemedi ki
rusya mahkemeleri, dahası mümkün olmasa
çar Petro’nun mütedeyyin vasiyeti içine nasıl sığsın
beni yarına gömmek isteyen onca içkisiz İtalyan şiir matineleri

ben bozmadım bu yolları hem Singapur’da
hava yollarına asılı onca halk taşlayan İsa heykelinin
adını kötüye ben çıkarmadım ama ben bozmadım
hem yasaklayıp hem cennetle aranızda köprü kurma
imkânları adına arz-ı endam etmiş bir kpss ninnisini

Aslında tüm bunlara ne gerek biraz bana
biraz kendine müslüman onca şirketten
öneriler var da ben asıl herkesin kuyruklarda
arayacağı bir roman yazma derdindeyim, kimse bilmiyor

beni anlamıyor hiçbir avuntu tüm konular kamulaştı,
sınavsız kimseye konu verilmiyor ve dahası halkların
yoksunluk masallarını belediye divanı yazıyor
ne yazsam kamulaştırır içimdeki gardiyan

adımın geçebileceği cümleler hızla yalanlanıyor…

Akatalpa, Sayı: 165, Eylül 2013

SARKAÇ

kabul, seviyorsan git komşular sevinsin
sonra gelirsin resimler içinde susmak adına
korkarım gündemi yürüdüğün topraklara
isim aramak olanın çocukları evinde uyuyor

evimde doyuyor senin ölmeyi unutmuş göz bebeklerin
azim dersin tabut manzaralı kilimin olur
direnmenin basit bir fizik kanununu oluşuna inat
senin alyuvarların var okyanus malı
benim nefesim bir köprüye saz çalar

parlak kararlar taşıyan gemim var senin neden olmasın
kabul, şaka gibi bir şey yaptım
ama bir şaka böylesine çadırlar yaksın
bir kitap bir vicdanı böyle ıslatsın
sonra aziz dersin cenaze olur,
direnmenin basit bir ticari kural gibi anlatılamaması
beni de incitiyor bu denli derin uyumaya inat

sadece benim adını koyabildiğim bir mahremin var
diye senin de neden haremin olmasın
bakarsın gündemi ördüğün duvarlara
kur yapmak olanın uykusu aralamak senin işlevindir

kabul, direnç bu ışığın kalbidir ki bahçeyi
aydınlatan bir kandil ay ışığını kirletir demek de neyin nesi
bırak o vakit karanlık daha şeffaf
gibi durmuyor, önümüzü kesme hevesi

asıl münafık, sulardaki kireç oranı
salça desen masumiyetin simgesi
olacak kişi değil, kabul ama bir biber böyle gaz yapsın
sonra bir “mutlu” böyle caz yapsın, kabul sonra
biriniz öpsün gözümden biriniz nişan alsın…

kabul, seviyorsan gidersin konuşma burada biter
susarsın adına vandal denir bir de talihten gelir
alınmazsın, ağaç süslersin evde uymanın haritası gibidir…


Akatalpa, Sayı: 170, Şubat 2014

Hiç yorum yok: