2 Ocak 2016 Cumartesi

SELÇUK YAMEN

(1966, Susuz / Kars - )


       İlk ve orta öğretimini değişik yer ve okullarda tamamladı. Susuz Öğretmen Lisesi'nin ardından 1988 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Ömer Şişman, Hasan Basri Ünlü ve Sevgi Köse’yle mevsimlik şiir dergisi Ağır Ol Bay Düzyazı’nın son üç sayısını (2003) yayına hazırladı. Avukatlık yapıyor. Gebze, Kocaeli'de yaşıyor.
       1998 yılından bu yana, şiirleri, öyküleri ve yazıları bachibouzouck, Güney, İmece, Kuzey Yıldızı, Pencere vb. gibi dergilerde yayımlandı.

Şiirlerinden Seçmeler:

BİR DE MARTHA VARDI

Bir de Martha vardı
Söyleşirdik
Başka dil bilmem
Bilmem Martha'nın dilini derdim
Başka dil bilmem
Bilmem dilimi bilmeyenin dilini, derdi
Kumlardan şekil yapardık bir iki
O Ay'ı çizerdi
Ben denize düşerdim şaşkın
Masallar üşüşürdü sahil soframıza
En yasağından bir içki açılırdı
Söyleşirdik
Göz göze düşerdik o saat, bilmezdik dillerimizi
Yanımızdan bir adam geçerdi
Anlardık yüzünden, alışkındı kimlik sormaya
Martha sofrayı toplardı
Martha beni toplardı
Kaçardık
Adam denize kimlik sorardı
Sirenler ötse denizi anımsardık
Sahildeki soframızı
Ayın şekillenmiş saçlarını
Bir kaç tren geçerdi
Bembeyaz olurdu Martha'nın yüzü
Annem beni sorardı
Ben Martha'yı sorardım

Bir de Martha vardı
Söyleşirdik
Kırlara, derelere giderdik
Nisan geldiğinde yağmura binerdik
Martha çiçeğe benzerdi
Ellerim korkardı
Yanımızdan bir adam geçerdi
anlardık yüzünden, alışkındı kimlik sormaya
Çiçekleri toplardım
Martha'yı toplardım
Kaçardık
Adam çiçeklere kimlik sorardı

Bir de Martha vardı
Masallardan yürümüşçesine çıkar gelirdi yanıma
Kentler vardı, ışıldardı
İnsanlar vardı, telaşlı
Bir de Martha vardı
Seyleyemezdim sevdiğimi
İnsanlar sökün ederdi, kimlik sorardı
Annem beni sorardı
Ben Martha'yı sorardım
Kent hızla kaçardı
Trenler hızla geçerdi
Kondiktör beni sorardı
Ben Martha'yı sorardım
Herkes Martha'yı sorardı
Martha
Bir bilet miydim cebinde eskidim
Martha topla beni: yalnızca gidelim!..

İHANET

Zamanı çaldığımız bedenlerimizde
geçmişin düşlerini büyütüyorduk yeniden
Çay içmek için değildi verdiğimiz molalar.

Issız sokaklardan dönüşlerimde
bensiz bulurdum seni
Bensiz yükselmiş olurdu gözlerinde binalar
Bensiz okunmuş akşam şiirleri
Bensiz bırakıldığın akşamların
rakı sofralarında örgütlediğin suç ortaklarının
yatak odalarında boyanıyordun kırmızıya.
Haydut yanaklarında ıslanan geçmişinin
ağıtlarında yitiremediğin korkularına alış
yağmurdan koruyamazsın yolları.
Bu yüzden kırmızıya boyanıyordun...
Bu yüzden aynalardan bakıyordum sana...
ve aynalar olmadan bakamıyordum artık. 

İSKEMLE YA DA SEN MAVİ GİYİN BEN DENİZİ UNUTURUM

saatler yorulmadan ben gideyim

her şey değişti, her şey değişiyor biz bunu unuttuk
biz bunu unuttuk yeni şeyler için bekleşiyoruz
ruhlarımız yeni biçimler kuracak, buna niçin inanalım
gece iniyor yüzlerimize alışalım
gece iniyor korkularımız asla bitmeyecek
kapılar ve gözetleme delikleri burunlarımızı şekillendirecek
kapılar ve gözetleme deliklere
sokaklar, içki satıcıları, iskemle
biz buna oturacağız, buna alışacağız kimi şeyler sürecek
içerlerde kimi sevinçlerimiz olacak, unutalım iskemle
zehre de panzehre de iskemle
sandalye olmayı düşlememişti çam ağacı

sandalye olmayı düşlememişti çam ağacı
buna inanalım
taşlardan, sopalardan bir ateş gezegeni...
bekçiler, yargılayıcılar...iskemle...
kafka okumuşsun, bachman okumuşsun, başka şeyler
oysa bizim gerçeğimiz tekerleği döndürmeyi bilmiyor

acı bizi değiştiriyor
bıçakları değiştiriyorum, elmaları değiştiriyorum
dışarsı bu değil
çünkü yüzüm anlamımdır sizi bağışlayamam
çünkü yüzüm anlamımdır sizi doğrulayamam
kareler, kareler
onüçbinbeşyüzseksenbir diyorum
onüçbinbeşyüzseksenbire inanmıyorum
her şey yavaş, her şey yavaş
biz hızlanıyoruz,
bir kadın, bir oda, bir kedi,
kedi hızla acıkıyor
süt oluyorum, dökülüyorum, bu her şeyi yatıştırır
bu her şeyi yatıştırır, hiçbir şeyi açıklamaz
çocuklar: etten ve sevinçten
bunlar son grevcileri yeryüzünün
dışarsı bu değil

o yatağı değiştirelim, geniş duruyor oda, bu gerçek
o yatağı değiştirelim, kimi şeyler küçülsün
gardıroplar, şifoniyerler, kırmızı beşik...boş
dolduralım, o bize sorsun

ahmet kimdi
oda gidiyor, kedi gidiyor
oda bizden başkası değil
ahmeti soruyorum
dokuzbindörtyüzdoksanbir kez değişiyor kadının yüzü
bıçakları değiştiriyorum
kadın dokuzbindörtyüzdoksanikiye gidiyor, gitmesin
ahmet, diyorum kimdi
artık bilmiyorum

ahmet kimdi, artık bilmiyorum
fabrikalar bugün de çalışıyor, ne değişti
elbiseler dikiliyor, şortlar, mayolar, ayakkabılar
kandahar
ayaklarımdan biri uçtu siparişin tekini iptal edelim
ayaklarımdan biri uçtu
bir şey daha diktiririm, fabrikalar durmasın
bir şey daha diktiririm, mavi olur, oysa her şey karardı...zirve !
uçmayı öğrendik, zirvedeyiz, bazı şeyler sadelik istiyor
uçmayı  öğrendik oysa her şey karardı

biz niçin hayattayız, bunu kim biliyor
bunlar derin mevzular unutmak lazım
bunlar derin mevzular unutmak lazım
seni seviyorum ama  unutmak lazım
kapılar, gözetleme delikleri, iskemle
her şey yavaş, her şey yavaş
zirve...

torunlar tümümüzü birden astı !

KIRIK BİR GİTAR YA DA YUSUF EROĞLU'NUN YAĞMURLARI

1-
Bir el tutar yanaklarını
yağmurlar havalanır
denizle dolar bahçe
ıssız adalara yelken açar sandal
sen geçerken çoğalır taşlar
güneş
gece ardından
ne varsa bulur çiftini
sen bulamazsın.
Çin saraylarında bülbüldün eskiden
hüzünlerinle neşe kaynağı kalabalığın
gülmek yasaklanmıştır bir kez
ayrılığın yasada yeri var
uzak sevmeler kolaçan eder tüylerini
nehirler küser sesine
akşamsefaları kıskanır hüznünü
her iniltinde bir yıldız kayar
ben duyarım
bir şiir bulaşır üstüme
gitmek bilmez,
düştüğün yerler mimlenir
bir şarkı dökülür dudaklarından
bestesi istanbul
güftesi anadolu

2-
Şairim bekçisiyim hüzünlerin
bir ayrılık yaşanır taş devrinde
bütün şaraplarım devrilir
kırık bir gitar inler peşimde
acının elçisi diz çökmez
ben çökerim,
padişahlar bozar oyunu.        

SON MARTI

Gül'e

Bir öğle sonrası, güneşli
vitrin...ardında resim sergisi
içeri girsem benim baldırı çıplaklığım
içeride lordlar kamarası, kalırım dışarıda...
her gün bir üniversite kurulur beynimde,
her gün yerle bir olur kitaplar.
bir resme diksem gözlerimi
bunu anlatırım kendime, camekan dağılır.
yayılan içki kokusudur şimdi
sergiden kalsa kalsa bu kalır geriye
diye düşünürken
günlerden cumartesi hızla çıkar karşıma
dövülen kadınlar...eksilen güvercinler...

işe gitmediğim bir cumartesi tuhaf duruyor.
böyledir yaşamak, soluklanıp üç şiir okumanın
altı gün çalıştırılmaktır cezası.
saf şey kalmış mıdır dünyada,
pazarlanırken ay ışığı, gece ve yıldızlar...
gökyüzünün altında demire keser insan sevgisi.
Yaşı fırlatan çocuğun düşlerindeki
martılarla dans eden kızdan kalan
kum taneleri dağılır.
Yitmez bu fırtınada o ağıt yeniden yakılır.
Denizinden en son martılar kovulur.

SÜPÜRGE – ÇALI TİPİ -

yürüdü bahçe


bir geri 35

gerginim

a

dönelim yedi  kars

o her şeyin satıldığı dükkânlarda...

ileri ondört

piçler değiştirir tarihi
demirdendi...
bu tarlaları ben ektim yağmur, ben toplayacağım

yaklaş onaltı

‘ruhum tehlikedeydi’
otlar çıtırdıyordu ayaklarımın altında
traktörleri bekliyordu ellerim
ben hangi ülkedeydim
ellerim hangi ülkede
elektrik vermişlerdi, televizyonlar kurmuşlardı evlere
orda gördüm
bize benzemiyordu yüzleri
bize benzemiyordu evleri
reklâmlar çıkıyordu gün boyu
kadınlar, bakımlı-güzel, hızlıydı otomobiller
silahlar patlıyor, içkiler içiliyordu durmadan
ben bunları çocuklara anlatamam...
o gün bıraktım sevdiğim kadını
çıtırtı dindi

bir ileri
ankara

neden mavisi yok şehrin, diyordu adam

bekle

bir suç işleyelim
şehre gitmeyelim

oooo

ufak ufak soyunurdun
akşamın kılıç çekmiş serinliğinde
karşıda bıçağı kendinden portakal bir kadın
gözlerimi çalardı
parmak izleri inkâr ederdi suçunu

ilerleyelim
istanbul

ben yalnızlığımı kedi gibi severim uzaktan

ya sonra

deniz bağışla, yoktum, şimdi geldim.

devam

tabelaları korumak lâzım

kedimi yiyorlar!
kedimi...yiyorlar

devam

elbiselerimi çıkaracağım sözgelimi lâl rengi
bunda ne tuhaflık var
sözgelimi
minarelere ve çivilere dair rahatsızlıklarım var
pencerelere ve böceklere... çalıştım ya bugün
arabalara ve garsonlara dair bir şeyler düşünebilirim
sözgelimi hâlâ inanabilirim
evlerin ve bahisçilerin bulunmadığına...
garson diyorum, garson oluyor biri
bekle, değişebilmenin de bir sınırı var
  
otuzaltı

güneş ısıtsın-hayır vazifelendirmiyorum, böyle bir alışkanlık edinmedim-
kadının ışığa yaklaştığı
sarışın ve kuzeyliydi bunu unutmam
müzik ille de müzik
saplandım kaldım, demirdendi
bunda amerikanın parmağı var
uzandım, arzuladım
kadının ayakları...
düştü!

bir gol fener galip
bir gol aslanlar bozgundadır
bir gol soğuyarak çekildi dudaklarımızdan...
avlu taş
düştü ve boşaldı  hayat
boştayım, sokaktayım
çocuğun elleri, sarsıntı...
merdivenler yıkıldı
ille de gürültü
beni bu kadına soğuttular
beni bu kadına...
müzik...taş
kadın
diyorum, kadın oluyor biri
dediğim kadar değil
benim bunlardan haberim var
  
yürü kim tutar seni

şiir !?
az önce buradaydı.

YÜZÜNÜN YANLIŞLIĞINDA

başkası yok
Sokaklar nehirlere açılıyor bu gün
kırmızının maviye dökülüşü geçiyor önümden
bir renk kirlenmesidir diyorum yeni renk
kırmızının acısı mavinin dinginliğine
melez duygular ekliyor bir kez daha

bütün sabahları gece okuluna göndermişler
hava aydınlanmıyor öğleden önce
bozuk türkçesiyle korkuyor cengaver
-çıkmışta gelmiş ulaşılmaz zamanlardan-
suyun aydınlığında bir kurbağa
yüzünün yanlışlığını anlıyor
yüzünün öpücüklerle doğrulanmasını diliyor içinden.
"ne yaptım peygamberlere
bütün kitaplar
çirkin imgelerimle donatılmış,
bana bir peygamber yarat
benden bir peygamber donat tanrım"
yakarırken tanrıya-o yalancı tanrıya-
ağlıyor sahip olamadığı şeylere
ağlıyor sahip olamadıklarının ne olduğunu bilmeden
içinden geçiyor zaman,
üstünden zemin kaygan
her suya düşüşünde biraz daha ihtiyarlıyor
"yaptığım şeylerden aldığım sevinç ne saçma
ölüm yaklaşıyor
bana bir peygamber gerek" diyor doğrulduğunda
suya düştükçe unutuyor
bir ayak sesi yaklaşıyor kulaklarında
"unutma" diyor cengaver
"unutmak hatırlayamamaktır
unutmak kurbağa kalmaktır"
susuyor kurbağa
susuyor ve düşüyor suyun dayanılmaz maviliğine
unutuyor
susuyor ve ağlıyor çıktığında
"bütün kurbağalar sağırdır
bütün kelebekler...''
ses kesiliyor, rüzgarda susuyor
yağmurun da sesi diniyor
başkası yok

oluyor suya düşerken.

Hiç yorum yok: