27 Eylül 2017 Çarşamba

MANSUR BALCI



(5 Nisan 1957, Göksu/Kahramanmaraş - 17 Mart 2017, İstanbul) 

Şair, öğretmen. Kebire Hanım ile Muhittin Balcı’nın oğlu. İlk, orta okul ve lise öğrenimini Kahramanmaraş’ta yaptı. 1979'da Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu. İzmir ve Bergama’da coğrafya öğretmenliği yaptı. İzmir’de yaşadı, bekâr. İstanbul'da tedavi görmekte olduğu hastanede vefat etti. Cenazesi 19 Mart 2017'de Şakirin Camii'nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra, Ihlamurkuyu mezarlığına defnedildi.
İlk şiiri "Eylül" 1987'de Ayrım Şiir dergisinde yayımlandı. Şiir ve yazıları; Ayrım, Berfin Bahar, Bikem, Dilizi, Dize, Edebiyat ve Eleştiri, Evrensel Kültür, Kunduz Düşleri, Mavi, Sombahar, Ütopiya gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları: Şiir: *Kumdan Kule, Toplumsal Araştırmalar Kütür ve Sanat İçin Vakıf İzmir: 1992 *Zar Zaman ve Tiner, Piya, İst.: 1998.
Kaynaklar: TBEA, c. I, 2010, 172; Zafer Yörük, "Mansur Balcı: Şiir Gibi Yaşadı", Gazete Duvar, 12 Nisan 2018.

*19 Nisan 2022 tarihinde güncellendi.

Şiirlerinden Seçmeler:

BEKLEYİN

gözlerimi yıkadım bu şiire başlamadan
ellerimi yıktım. sardım sarmaladım bedenimi
buhurdanlık olarak aklımda
demlemeye bıraktım ruhumu
bekliyorum
gecenin dervişi geçer mi buradan

hangi sızıntıma iyi gelir hangi ot
hangi yaram hangi otu çürütür
bekliyorum
düşlerimin başlayan kamaşmasını
dem tutmaya yakın aklımın deliren yanını
şapkama kenar süsleri olsun diye
bekliyorum

şiirin burasına akikten bir taş,
incecik bir çöple işaret bırakıyorum, çünkü
çünkü dünyada tutuklu kaldım
bekliyorum
depreşen şeylerin büyüsüyle damarlarımda
kim kimi yenerse yensin
kazanan deliliğim olacak
çoğalansa cinnetim
tek ayağımı süpürge yaptım
dünyayı süpürüyorum
bekleyin
günün dervişi geçebilir buradan…

DÜNYANIN HİÇBİR HALİNDEN BİRİYİM

aklımı kurcalayan yağmurlar gecikti
kumdan bir fanusta çiseliyor şimdi zaman
haytaydım, hayat yeniden bağışlar diye umardım
yeniden alevlenen yangınlara yanaştım
gördüm, gidenler yalnız kendisini götürmüş
kendisini içimde bırakan yağmurlar aklımı çalkalayan

içimde ölmüş bir şeylerin ayak izleri
önceden kutsanıp mühürlenmiş içimdeki kapılar
her şeyin bir şey olmadığı ormanlara yolcuyum
aşk beni kırıyor, ama her gün yeniden kırılıyorum
gri giysiler içinde uyanan uykularımda
ardından yetişemedim, gözlerimi ararım
içimde biriken inci taneleriyle,
kırıktır gülümsemelerim, dokunmayın onlara
dokunursanız, orada donup kalabilirim

kuş işlenmiş bir mendilin sakladıkları
oymalı ceviz sandık, her şeyi yüzünde taşır
Sarıkamış harbi desem kim başını kaldırır
Büyük annem büyük harbin taraflarından
Beklediği yüz için sakladığı o mendil
Açarsam yüreğimi mendil sallamak için
Dokunmayın yüreğime
Yüreğime dokunsanız, kül olur dağılırım

Kan dökülen her yerde ölen ben oldum
Dirildim, yeniden taşların yüzü oldum
Gidemem, gidersem saçların dağılır
Gözlerin su olur ve gücenir
Ağzım ki, bir işgalin kapısında yanaşma
Yüzümse, yüzüme yaklaşmayın
Yanaşmayın yüzüme, buz olur kapanırım

Gidersem yeniden yangınlar çıkarmaya
Kan dökülen yerleri dolaşsam bir bir
Assam suretimi her kan lekesinin üstüne
Geri gelsem ve taşlarla yüzleşsem
Sen bir gülsen, ben sevinip ağlasam
Kocaman bir çan olan gövdemi
Sağır kulaklara dayasam
Aşkın yağma günlerinden geçerken
Mekanik buluşmalarla plastik öpüşmeler sonrası
Kalbimi basan yoğun siste, bir şafak vakti
Kulaklarımı yağmalayan seste belirsem
Kim görebilir talanlardan arta kalan gövdemi
Dünyanın bin bir halinden biriyim işte ben

ÖLÜLER ALTIN TAKAR MI?

Yamaçlarda zeytin büyür
Dallarında siyah altın
Ovasında tütün uyur
Uyanınca sarı altın

Buğday eken altın biçer
Pamuk desen beyaz altın
Çamurunda güzellik var
Kleopatra’nın pudrası

Bakırçay bu yediveren
Almasını bilenlere
Ağaç kesip dağ delersen
Uyanır uyuyan tanrılar

Referandum ettik gari
Madenciye güle güle
Siyanürü duyduk hele
Ölüler altın takar mı?

Bergama’ya yolun düşsün
Siyanürcü şirket duysun
Gördüğün dünya cenneti
Sahipsiz toprak sanmasın

Gittim gördüm bergama’yı
Sordum duyduğum belayı
Yüzler yere düştü ama
Umuduyla birlikteydi

Siyanürcü güle güle
Ölüler altın takar mı?


Hiç yorum yok: