(1954, Yünbüken köyü, Hanak
/ Kars – 4 Eylül 1994, İstanbul)
Ardahan Yatılı Bölge İlkokulu'nu, Kars
Kazım Karabekir Öğretmen Okulu’nu ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Siyasi düşünceleri ve sosyal kimliği
nedeniyle 1979-1981 yılları arasında gözaltında kaldı. Yine siyasi gerekçelerle
açılan davalar sonucu 1983-1989 yılları arasında İstanbul'daki cezaevlerinde
tutuklu kaldı. 1989 yılında “Çağrı” adlı
şiir kitabı toplatıldı ve hakkında iki ayrı dava açıldı. Cezaevinden çıktıktan
sonra değişen değerlere uyum sağlayamadı ve 1991 yılında "susma"
kararı aldı. Baskılara dayanamayarak 4 Eylül 1994 tarihinde İstanbul’da
yaşamına son verdi.
Dili çok iyi kullandı,
kabalaştırmadan, sloganlaştırmadan toplumcu - gerçekçi izlekle, yakaladığı
devrimci şiir diliyle yurt ve dünya sorunları karşısında duyarlı,
kırılganlığını, yalnızlığını, tedirginliğini yansıtan, imge zenginliği ve
derinliği olan, çarpıcı, duygulu ve yoğun şiirler yazdı. Şiirleri cezaevindeyken
çeşitli dergilerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
&
Biri Yitik İki Ülke (1989, Belge Yayınları, İst.)
&
Çağrı (1990, Alan Yayıncılık, İst.)
&
Yıkıntılar Altında (1991, Alan Yayıncılık, İst.)
&
Toplu Şiirler (Tüm şiirlerinin toplu basımı; 1995,
Toplumsal Dönüşüm Yayınları)
Kaynaklar:
A Cumhuriyetten Günümüze Türk Şiiri
Antolojisi Cilt 5 / Abdullah Özkan – Refik Durbaş / 1999, Boyut Dosya
Yayınları, İst., s: 1059
Şiirlerinden
Seçmeler:
ANAMA
ŞİİR
değil bir değil beş on
anaların olsa yıl 365 gün yetmez
tutsak oğul anasına fazla bir şey veremez
bitmemiş bir şiir yazar en fazla
ve
der ki tüm analara andaç ola
dayanamaz sen de ağlardın bizi
susturamadığın gecelerde
yırtık atletlerden fitil takardın
neftini ödünç koyduğun şişelere
bir dövendir sevgi sende
yüreğinin harmanında taşlanan
yaralı dilleri dağlayan dikenler
üstünde
öyle bir borç bıraktın ki üstümde
elli yıllık kutsal anneliğe dayanan
karşılığı ödenmez içerde
şimdi benim ilkel kölelik günlerimin
hüznünü arıyor
lekesiz lamba ışıklarında sabitleşen
gözlerim
kıvrılıp giden çıra islerine
karışırdı özlemlerin
üstümüze bir gelincik gibi açardı
yıkadığın rubalar
böyle zamanlarda gülerdi gözlerin
kurtulurduk damlara sığmayan
hüzünlerden
çam kokusu dizlerinden sarı arpa
saplarına dökülen
ay altında nar suyunu kaplardı
ve sen onları hepimizden gizleyerek
çevirip çiğneyerek
çelik dişli dirgenlerle ilençlerdin
bağrımızda oturan kına taşlarında
çalınırdı
akşam ayamıza bağladığın yeşil
desenler
sabah çatlak ellerimizde
bayraklaşırdı
gözlerinden okurdum yüreğinde
diyemlenen derdini
GİTMEKTEN VAZGEÇ derdin BIRAKMAZLAR
BU KEZ SENİ
feryadınla ne çözdün ne de
tutabildin beni
sil gözlerini duvarlar büyütüyor
şimdi
topraklarla kundakladığın fideleri
bir gün yağmur öyle yağacak ki
karanlığı mavileyen şimşeklerin ardından
kayalar su saklayacak kuşlar için
FİRAR
TÜRKÜSÜ
oturmuşum bir köşeye
bir kuş tutsak ellerimde
iki damla yaş dizimde
gözlerimse yok yerinde
kuşu gagasında bir ses
"haydi firar firar!" diye
inansam mı uyansam mı
tenim yapışmış demire
fırladım ayağa kalktım
karşımda bir demir kule
üstünde üç büyük lamba
"sakın!" diyor gözederek
yüksek kulede lamba
nöbet kulesinde memet
lamba bir dakka sönmeli
memet bir rüya görmeli
demir kule büyük lamba
yanıp sönen tuzak ışık
hazırladım her şeyimi
bu gece ben firariyim
demir kule büyük lamba
bana sahte umut verme
şaka değil bu dediğim
bu gece ben firariyim
bir dakika geç yanmazsan
kuledeki büyük lamba
nöbet kulesinde memet
başlar kurşun sağnağına
memet gözünü seveyim
çek tetikten parmağını
üşüyorsun yağan karda
ayşe'yi düşüne çağır
kanın kaynasın damarda
ıpıltılı gözlerinle
ayşe'yi düşüne çağır
uyan ki ben kuş olmuşum
tetik düşür yardım çağır
öyle hüzünlü bakman
küçük kardeşimi andırır
bir anlık bir yanılsaman
bana çok şey kazandırır
karşımda alacaduvar
içimde dost ihaneti
gölgelerden geçeceğim
akbenekli atlar gibi
otuz metredir tünelim
çıkışa vardıktan sonra
bir dakika geç yanarsan
menzili rahat geçerim
işte girdim tünelime
çıkışta beni bekleme
görürsen de sen içinden
"görmedim" de tetik çekme
kızılca parladı güneş
geceki yağmurdan sonra
işte alarma çığlıkları
işte fırtına başladı
haydi yoldaşlar camlara
HASRETİNİ
ÇEKERKEN
kavuşmanın yerindeyiz tam yerinde
sevgilim
ele bakıp bu havayı ellerinle
iteleme
ellerimi uzatamam dokunamam
parmağının ucuna
iki parmaklığın arası iki
kolboyundan çok fazla
yine sen gel yine sen gel yine sen
gel
omzum olsun başına aradaki paslı
engel
açtığını göreyim saçlarını sardığın
çiçeklerin
doyumsuzluğunu yaşat, hasretimiz
adına birbirimizi uzaktan sevmenin
nevrimi döndürüyor geceme
sızdırdığın sevi iksirleri
tırmanıyorum kızgın çöldağlarını
ve tarıyorum kum bayırlarının bakır
saçlarını
serabımda, tadılmamış şarapların
kurulduğu üzüm bağları
bir de sen KOPAR BENİ diye sarkan
olgunlaşmış asma üzüm salkımı göğsünde
ikircimler birbirini kovalıyor
içimde
bu salkım benim için HAVVANIN YASAK
ELMA'sı
ve benim gücüm yasal mı bu yasağı
kırmaya
içimdeki mahzenlerin bordo
şişeleriyle
bu yasallık yeter miydi seni şarap
kurmaya
ayakların sızısı kalçalara vuran
karasularına
merhem taşıyan çarıkların manda
gönünden olmasıydı
ve karşılığını hasretimizde arayan
bir çileyle
katılmasaydın ilkdirilenler arasına
kendiliğinden
küller içinde küllenen sevilerini
türkülerken
seslerini öptüğüm alfistanlı
kızların vaadleri gibi
seni de silerim serimden
nevrimi döndürüyor geceme
sızdırdığın sevi iksirleri
ben yükseldikçe gece küçülüyor
gözümde
kızıl şafakların kuşluk sütlerini
sulayan ıslıkları çalıyorum
ve tarıyorum parmaklarımla kum
bayırlarının bakır saçlarını
belki de hiç silinmeyecek içimden
çöl eşkiyalarının hummalı
baskınlarında üstümüze düşen gölgeleri
ve belki de bu yüzdendir yüreğimin
çöken barikatların çürük tahtalarını
böyle pervasızca yakmaya çalışması
zaman bile yetmiyor durdurmaya
yüreğimin bu yönde sürüp giden
havariliğini
bir yandan da diyorum ki
varsın korksunlar o tahtaları o
barikatlara çakanlar
varsın dağlansın
ağzımdan çıkan gül dikenlerine
habersizce değmiş gibi elleri
sevgilim yine de biz
kavuşmanın yerindeyiz
tam yerinde
ele bakıp bu havayı ellerinle
iteleme
İLK
KISSA
Kırkına kadar ne aşk ne ölüm
umrundadır insanın
Her şey hayvani bir intikam
duygusuyla harcanır
Düşüncenin ince denizinden güneşe
serilmemiş bedenler
Durmadan kendine sıcak bir yatak
aranır
Kırkından sonra bütün ibadetler
US’lu bir dost içindir
Her anı başka bir pişmanlıkla
yaşanır
Ki soysuzlar aklanırken kamuda
soylular karalanı
YOKSA
BEN ÖLMEK YERİNE "DURUM ŞİİRLERİ"Mİ YAZSAM
1
İhanetler silsilesinden geçtim
Ne aşk, ne arabesk sevgilim
Ben gerçekten kederdeyim
2
Mart yine soğuk geçti, uzadı
sakallarım
Düşman gibi bilinen tarafların
ortasında şaşırıp
kaldım
(Eski yoldaşlarım,
Yargısız infaz timleri,
Ve bir de kirletilen doğanın
sayrılık melekleri
Üçlü bir ölüm çaprazına aldılar
beni…)
3
Ne zaman düşünsem aynı
Ne zaman üşürsem yağmur yağar
Yoksullar koşar sokakta,
Şimşek üstüne yıldırım,
Yıldırım üstüne şimşek iner başıma
4
Sokaklar umutsuz dolaşılmıyor
Şiir desen işsiz ve aç yazılmıyor
(Bozkırda da öyleydi
Yalnız kaldığımda
İki dağ arasında aç ve umarsız
Sular beni çekerdi
Orda; kille yıkanırdım başıboş akan
kül nehrinde
Dorukları kimin için boyardım
şehvetin kızıllığına
Belli değil sevgilim;
Ben neleri sevmişim, kimlere
bağlanmışım bilir miyim
Şimdi ama, tek şey varsa bildiğim;
Ormandaki kuşlarına aşıktım,
Tıpkı tutkunlara edilen ihanetler
gibi,
Baharlarına doyamadan ayrıldım
Bütün ömrüm
Ufkun o tatlı renkleri altında
geçecek sanmıştım…)
5
Uzun yıllar bu şehirde
İşsizlikle iş arasında gidip geldim,
Cebim para görmedi,
Hangi sofraya baktıysam,
Gözüme emeğin teri kaçtı, yememe
gerek kalmadı
Hangi özneye bağlandıysam
Sonunda öteki eliyle beni tokatladı,
Açtığım musluklar
Yüzüme çarpacak bir yudum su
akıtmadı…
(Geçtiği yollardan sadece toz
çıkarırdı araçlar
Şimdi yağmurda bile koku var;
Mıncıdı çöp, mıncıdı toprak, mıncıdı
beton yığınlar)
Evler sokaklar küçüldükçe insanlar
iyice domuzlaştı
Okullar paralandıkça medreseler
mantar gibi çoğaldı
İşportaya düşmüş bir mal gibi
Caddelere serer oldum kıldığım bütün
namazları
6
Dedim ya şiir
Umutsuzken yazılmıyor sevgilim
(Kitaplara bakarken Beyoğlu
sahaflarında
Müslüman bir matbaacı
Abi gel hele, gel otur dedi
Sanki benden yüz yıl önce doğmuş
gibi;
Biz seni tanırız, yetmedi mi kitaba
verdiğin para
Sen işçi değil efendi olacak adamdın
ama…
Madem ehli İslamız
Madem birbirimize yardım için varız,
dedi,
Ve benzeri bir sürü kocakarı
öğüdünden sonra;
Sigortasız bir şapka geçirdi başıma.
Aslında şapka mıydı geçirdiği, kazık
mı belli değil,
Belli olan tek şey varsa sevgilim,
geceyi gündüze kararacağım
Ve örtüldüğüm bu çöplüğün altında
Sonuna kadar senin için
çırpınacağım…)
Sevgilim,
Ah benim yanlışlarım yüzünden,
asyada
Ölümünü bile örgütleyip öyle örten
sevgilim
Keşke ölmeseydin, keşke ölmeseydin
Sevgilim bu yaştan sonra gulyabani
Bukalemun ve hayalet gibi
Nasıl gezersin bu şehri, nasıl
gezerim…
7
Çekin üstümden, bütün ışıkları çekin
Yönümü saptayamıyorum öğle vaktinde
bile
Güneş değil batışa sürüklenen benim
Karanlık bir hücreye hapsedin beni
Orda
Işıkla gölgeyi karıştırıp
Resimle yapmalıyım bir zaman
Karda izi okunmayan giz’li bir ceren
Ve sokak fırtınalarında uçmayacak
kadar
(Belki bir yer altı kayası gibi)
ağır olmalı resimdeki kadınım
Olmazsa simler çekmeliyim üstüme
Bütün aşıklar öldü, bütün aşklar
kirlendi madem
Aşksız ve kadınsız
Gebermeliyim bu şehirde
Sabah şebnemi kadar kısa olmalı
hikayem
Kürdistan’da kirletilen masum aşiret
kızı
Ve dağda düşmüş bir gerillanın
kesilmiş hızı gibi
Benliğinizi sarıp, iliklerinize
kadar titretmeli sizi
Su istedi, toprak istedi deyin,
kurumuş çiçeklerine
Bir kuyu açabilseydi,
Bir kova, çıkrık olabilseydi
Sorabilseydi kuyunun başına gelen
herkese
Sorabilseydi
Mutluluk taşırdı onu bizlere…
8
Ne kadar düşünsem aynı
Ne zaman üşürsem yağmur yağar
Yolum değilse bile sevgilim
Benim sonum belli
Sevginin ince tülüyle sarmadıkça ben
seni (sen beni)
Yine kana düşerim hiç yoktan
Yine davalar açılır aleyhimde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder