AŞK
öyle güzeldi ki
acılarım kadar sahici
derman aradıkça yenildim durdum
öyle başkaydı ki
ışığından kaçmaya çalıştıkça
karanlık sapaklarda hıçkırık oldum
öyle yaralıydı ki
ne zaman sabaha uyandırsam
umarsız yüzünde som gece buldum
öyle ıslaktı ki
antik şairle savruk çocuk arasında
ırmaklar geçtim bir şebnemde boğuldum
öyle çabuk gitti ki
ömür gibi düş gibi rüzgar gibi
göğsümdeki tarlada harman savurdum
öyle çok bekledim ki
bir kuşlukta geldi, yanında yeniyetme bir
zaman
yaşlıydım tanımadım korktum, ikisini de
kovdum
AŞK
KİMSEYE...
süslemişim yaşadığım kenti sil baştan
süslemişim kapısı açık kilidi kırık günleri
yeniden okunsun diye bilici sabır…
yaşamın ev içini büyüttükçe
ev dışını küçültmüşüm pencerenin önünden
yapayalnız geçti geçiyor gördüm... yorgun
ağaçlar
orman sevincini unutuş kargolarına yüklemiş
dinamit gövdeleriyle... gövdeler ki
fitilleri dal ucunda
yüzyılın sonunda atalara çekilecek
suç ve utanç... çirkinlikten ve herkesten
çok önce güzeli şakıyan bebeklerin
komşu sesleri... gecedir ve hazırlanmışlar
sabaha düş istifleyen bir umutla ivedi
dolamışım yaşadığım kenti ebemkuşağına
dolamışım yaz odalarını yağmur fısıltısına
suyun yarasını sağaltan bahçeler için
yaşamın mangalını büyütüp kül savurmuşum
aşk menzilinde uzayan bir mırıltı yüzünden
bilinir elbet... söz rotasını bulsa isli
mendil
yoğunluğunda mahzunluk... yalan aramaktan
yaşlanmış ve tedavülden çekilmiş bir
yürekte
buruşturulmuş müsvedde kıpırtılar
kendini genişletirken kargışlanan sevda
için
mahzenlerinde ölüm orucu besleyen ışıksız
odalarda
sürtünme sesleri... gecedir ve bulanmışım
yeniden yola çıkmayı engelleyen
tereddütlere
anlamışım yaşadığım kentin aynalarını
anlamışım içindekilerin oyayla tanış
olmadıklarını
çağa savaş kanadı diken yaşlı zaman
terzilerinde
destursuz süs kalır salya ve kanlı giyotin
motifleri
defterlerim binlerce yıldır çocuk terziye
hasret
göz nurundan yama dökerken barış
söküklerine
hâlâ şairim bu yaralı ülkede hâlâ çocuk
terziye hasret
yoksulum yaralıyım saklıyım uzaktayım
inadına bereket... hâlâ bereket
defterlerime
aşk mı... ne yazık... artık kimseye...
GÖLGE
Gece yarısı geldiler göründüğün çiçeğe
kökünden asıldılar olmadı kestiler
ağaçlar otlar şaşkın o var içinde dedim
dinlemediler. Hepsi güzellik düşmanı.
Öldürme emri vardı ellerinde katildiler
barındığın bahçeye baştan sona infaz
kazdılar altüst ettiler yoruldukça
özgürleşti zift. Hepsi zincirini kopardı.
Kan yağmaya başladı gözlerimden
onlar ıslanmadılar alı sevmiyordu kara
kırık dikenlere takılmış kolun kaldı öylece
leylak parçası. Hepsi gördü uzattı
bıçağını.
Duvara sıçradı gölgen lilâ ve uykulu
irinli ter ve küfür boşaltıldı toprağa
sabah oldu yoruldu kara tamam dedi
öldü çiçek. Hepsi
çekildi gölgen uyandı.
HÜZZAM
ODA
çatlamış çıta yalnızlığındaydı kapı
açılış seslerini unuttukça
bir tenhalık
bir geç kalış
aşk...
aşk mı?
hiç söz edilmezdi ondan
kim düşürdü bu güzelim
duvar dostlukları arasına?
işte hüzzam oda, mahrem masa
eklem yerlerinden ayrılmış bir yüzde
segâh perdeli gülüş düşü
taşra takvimli güzellik: potkalını arayan
deniz
ters bir kitapta Bektaşi kavuğu derinliği
bedenleri duvar dibine toplayan kurşunlu
anı
açtığı yaraya baktıkça döküyordu kendini
uçurumlardan birinin kıyısına
sabrını yanaştırdı hüzzam oda
sabrını ve kalemlerini
mahremi yazmaya heveslendi yara
kabuğunu usulca terk etti
Aziz
Kemâl Hızıroğlu
* Şiirler, Aziz Kemâl Hızıroğlu'nun izniyle yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder