(1984, Trabzon - )
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde sosyoloji eğitimi
aldı. Arkadaşlarıyla Trabzon Sinema Derneği Sinezon’u kurdu. Natama dergisi
yazı kurulunda yer alıyor. İstanbul'da yaşıyor
Şiirleri Beyaz Manto, Natama, Ücra, Üç Jeton vb. gibi dergi ve fanzinlerde yayımlandı.
Ödülleri:
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Az Daha Güzeldik (2015, Natama Yayıncılık, Natama Şiir
Dizisi: 4, İst., 40 s.)
Kaynaklar:
Şiirlerinden
Seçmeler:
BİREYSELLEŞME
MANİFESTOSU
1. buradan bir merdivenle gökyüzüne
uçtuğumuz günün tarihi yok, merdivenler çıkmaya yarar. Buna saçmalamak
diyemeyiz. bununla övünmemeliyiz. herkesin bir düşünce tarihi var ve o tarihin Sovyet
bloklarında mevzilenebiliriz.
2. çok kalabalıklar var. çok insanlar var,
bunlar bazen sadece beş altı kişilerdir. Durunca düşündüğümüz şeyler önümüzde
hava olarak durur ve bu bizim mimik çizgilerimizi eritir. bu hava iyidir. bu
havadan uzaklara gidilmez. saçlar hareket verir. saç hareketleriyle daha özgür
bir dünyanın ilk çiçeği olabilir. insan olabilir. kadın olabilir. rapunzel
olamaz.
3. bir şeyin ilki olmak cennet gerektirir.
ilk su damlası, ilk ağaç, ilk organik tarım hep buralarda yetişmektedir. ilk su
birikintisinde yansımasını gören kişiye, birey denilmiş. buradan yürü, burası yoldur
ve devlet eliyle şekillendirilmiştir.
4. ilk aşk bin dokuzyüzlü yıllarda icat
edilmiştir. çünkü bin dokuzlu yıllarda insanlar bin dokuz yüzlü yıllar
dememektedir. bütün bunlar nostalji, instagram, fildişi ve fransız gipürü
gerektirmektedir. uzaklara gidemeyenler dünya böler. bu bölünmüşlükle
adımlarını genişletmek zorunda kalmazlar. meridyen der, takvimi günlere bölen
çizgi der ve atlaya atlaya yaşarlar. bunlar geyik insanlarıdır. geyik insanları
çok planlıdır ve gülmezler. sanıldığının aksine garanti bankasından
parakartları ve en çok birikmiş suları parlatan flaşlı bir makine taşımaktadır.
5. kuş geldiğinde saçını çeken 3 adet çocuk
vardır. saçları önemlidir. kuşlar insanı delirtir ve üç küçük insan delirmeyi
çok küçükken öğrenmişlerdir. salıncağa binmiştir. salıncak tehlikeli. bu
çocuklar resmen delirmiştir.
6. dans etmenin pedagojisi insanı yavaş yavaş
büyütür. kocaman büyütür ve insanlar bütün o ayna da grubu bir kenara bırakmamız
gerekiyor çünkü bunlar insan
değil
topluluk derler, böyle dememeleri gerekmektir. zamanla dönüştüğümüz her şey
zamanla bizi avucuna alır, sıkıştırır. bizi birey yapan etmenlerden biri de budur.
gelişine düşündürülmüş bir insan hayatında sürekli bin dokuz yüzler vardır. sigarası
çoktan içilmiş bir eylemin çocuğu olarak insanlar bu çağda sigaraya başlarlar. ağlarlar
ağlarlar ve her yerleri su olur. beyaz yakalardaki su lekelerini ruj lekelerine
dönüştürmeye böyle başlarlar. ağlarlar. söylemiştim.
7. büyüdükleri zaman kalemleri olur.
saçlarını kalemle toplamış ya da saçlarını kalemle toplamışlara bakarak
okurlar. okurlar ve fikirlerini kimseye söylemezler. söylememeleri gerekir. fransa
burada başlar. herkes başka bir ülkenin en büyüğü olur. başka ülkelerden
bireyselleşme alınır. insan alınır. insan olarak. dönüşmeye başladığını
öperler, danışmanlık hizmetlerinden yararlanırlar.
8. bütün bunlardan sıkılma uydururlar
sıkılmalar bir lambanın altında yazı yazmayı gerektirir. Masalar çok sıcaktır.
kumaşlı ya da kumaşsızdırlar ve bireyler masadan çok etkilenirler. üzerine
koydukları bazı anlamlar vardır mesela kalemler de bu anlamlardan biridir.
libido işte. libido bir mürekkep olarak bin dokuzlu yıllarda icat edilmiştir.
dünya düşleri görülmüş gezegenler amacından sapmış ve göğü süslemek dışında başka
hareketlere girişmiştir. Çok güzeldir gezegenler. insanlardan daha
bireysellerdir.
Beyaz
Manto, Sayı: 14, Temmuz 2014
AZ
DAHA GÜZELDİK
insanlara omuz yetiştiremiyorduk
savaşlardan çıktıkça
herkes omuzundan vuruluyor ve hâlâ
yaşıyordu
herkese bir yaslanacak beş yüz bin lazımdı
çok soğuk miğferlerden devlet olmuştuk,
yeni çıkmıştık
kendimizden gelenleri omuzumuzdan
devirecektik
ama kökler bize bir ruhtan önce etnik
kökenler bize
bakın sallanıyoruz dar ağacında dünyanın
anadolusunda
herkes ağlıyordu sınırları bildirilmiş
ülkelerin kutsal sularında
derelerde dereler çoluk çocuk yüzmeyi
buralarda öğrendi rengini sormadan
kıyım var ama onlarda bizi kıydı bize nasıl
yani hani güzeldik
insan sevdiğini omuzunda biriktirir ve
sınırlar belliydi
kasparov bizi bestelesin, parmaklarım
genetik çalıyordu
kaşlarım çalıyor bakışlarım çalıyordu allah
bizi açıklasındı
kökenlerim lensli bestelensin, kökenlerim
piyondu
dünyayı unutuyordu ilahisini unutuyordu
dinlerim bin beş yüz tane
düz tanelerde gülümsüyordum birbirimizin
bebeklerini sulara atıyorduk
bir bir kibrit çöpleriyle ateş almaya
gidiyorduk dilek mumlarından
dereler ne renk bilmiyor musunuz diyorduk
fransız devriminden
beridir sınırlarımız bellidir artık akan
şeyler klorlu ölçülü atıyorduk
tahta sandalyede beklerken birikmiş benleri
ayaküstü,
benlerden ayıklayarak biz ediyorumdur ve
idamlar korkuyorumdur çanlar eşliğinde
yıldızlar aylar,
iman ediyorumdur içinde bulunduğum tahta
kutu beni
bir başka sınırın dışına atarsa çanlar
çalamaz,
susuyorumdur, işte biz olduk.
hepimizin evlerine mutfaklar ve banyolar
geldi sonra ama tuvaletler türk
tuvaletleri biz bulduk benim bir yanım rum
buldu bir yanım ermeni
benim yanlarım doktor bey hücrelerim
mikroskopta kan olarak bulunduk
içimden bakıyorum sulara taşıyorum çünkü
bileklerim, bileksizliğim
her güreşte kendimi deniyorum, yenilirsem
bu masaya başkasının kanı dökülecek diyorum
yenilirsem bu dünyadan bin beş yüz beygir
atlar biriktirmiştik
orta asyadan beridir savaşıyordum
sataşıyordum süngülerimde kökenler
kadınlar almıştık ermeni köylerinden rumlar
da güzeldir babaannemler annemlerden
benden
her suyun
rengi akıyor
bileklerimden
VUR
ONU SEN TÜRK FİLMİSİN
*
dünya üzerindeki bütün rujsuz kadınları
toplayarak
kendi filmini aldatmaya karar verdi
müzik devam etti
doldurulmamış bardaklar kırılmaya
mutfaklar dolap kapılarını ters açmaya
düğmeler yanlış iliklere bağışlanmayı bile
eller soğuk sulardan diğer soğuk sulara
kabul ettiği bu karışıklıkta insan
düşünemezdi.
yatağın yolunu ağlarken bulanlar bir
sana saatler mi yok uykusuzluğunun
küllüksüz gökyüzünün silikliği
bütün ayakkabıların tek kişilikliği iki
boş çerçeveler, boş çerçeveler üç
pencereyi kapama çünkü zekai özgerler
kapıda beklerler ve eşikler çürür
okuduğun anahtar sallamaları, onu vur
silahları içinde biriktir ve de ki:
acaba nasıldır senin
kapılara hoyrat davranma günlerin
yatağın yolunu unutur ve ağlamayı erteler
kadınların
ayak vuruşları kaç
günlerden hangi
bu günleri vur
düşünüyorum durdukça paspasın üzerinde
toza dönüşmek için
ayaklarımla basıp gitmek yapıp
ayakkabımdan içeri yürüyorum
**
ellerimi soktuğum bütün soğuk sular
birazdan ruhuma klor
kandırılmış olabiliriz ve kızdırılmış
olamayız
çünkü kan insanın içinde değildir
kan konuşarak ben de sana aşık oldum der
her an her yerde
bazı istanbullar büyük şehirler büyük
memeler
büyük sevinçler der,
kaçarak görüşürüz
***
gelelim şimdi burada bıraktığımız
topraklara
dönelim bakalım bir seyirci halk gözünü
kapatırken
makinist gıcıırrrrt diye seslerse ne olur
sonrasında çekyatları iki kişilik yapmak
için,
o sesler olarak gıcırrtt
böylelikle kalabalık ve daha kalabalıklar
olur
dünyanın dönme hızına merdiven dayayan bir
durgunluk
çekyatın iki yakasını bir araya getiren
şeylere
hayranlıkla bakamamak
durgun bir dövüşememek olur.
**
yarın olacak ve günler perdelerden arınmaya
başlayacak
kanepe örtüleri ve kırlentler
buyrun burada kırlentler diyin,
***
vur onu sen türk filmisin bir pazar saatinde
*
bilekliğimi takarak ve rujumu sürerek
eve temizlikçi çağırıyorum
durdukça temizlenen ışıklara
durdukça bakıyorduk ellerimiz arkada
esnaflar oluşuyor kar topları bile
suçu ısmarlamak istiyorum bu gelsin
doğsun, herkesin kanından dışarıya
kaldırımlarda oturup otursun düşünmeden
beni karşısına alıp telefon eden adamlar
karşımdan bana konuşanlar beni
parmaklıklarına
komşusu olduğum diğer ağlama yataklarına
çağırmasın n’olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder