(20 Haziran 1976,
Adana - )
Fethiye Hanım ile Mehmet Çıplak’ın oğlu. Çukurova Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü mezunu (1999). Aynı
üniversitede Eğitim Bilimleri alanında yüksek lisansını 2004 yılında tamamladı
ve 2010 yılında doktora yapmaya başladı. Adana’da bir ilköğretim okulunda
Psikolojik Danışman olarak görev yapmaktadır. Adana’da yaşıyor.
Bir süre Yom Sanat yayın kurulunda bulundu. Cuma
Duymaz’la birlikte “Karayazı Edebiyat”
dergisini yayıma hazırladı.
İlk şiiri “Kalandın” 2003 yılında “Varlık”
dergisinde; ilk yazısı ise “Seyir
Defteri” dergisinde yayımlandı. Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Ada, Akatalpa, Ayna İnsan, Ayraç, BirGün
Pazar, Cumhuriyet Kitap, Çerçi Sanat, Duvar, Dünyanın Öyküsü, Düzyazı Defteri,
Hacı Şair, Hece, Heves, Hürriyet Gösteri, Karayazı, Kirpi Şiir, Kuyudaki Koro,
Le poéte travaille, Mor Taka, Oğlan Bizim Kız Bizim, Seyir Defteri, Sincan
İstasyonu, Sol Kitap, Şiiratı, Üç Nokta, Varlık, Yasakmeyve, Yeniyazı vb.
gibi dergi, e-dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Ödülleri:
“Hilmi Yavuz’un ‘Çöl, Yollar, Hırka’sı” adlı incelemesi ile 2005 yılında Homeros İnceleme Ödülü’nde ikinciliğe değer bulundu.
“Turgut Uyar’ı ‘Kan Uyku’dan
Uyandırma Denemesi” başlıklı incelemesi ile 2007 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü Bir Şiir İnceleme Ödülü’nü, “Eksik Emanet” adlı dosyası ile Homeros Ödülleri 2007 Attila İlhan Şiir Ödülü’nde Birincilik Ödülü’nü
aldı. “Eksik Emanet”, 2009 yılında ‘Karahan Yayınları/Karayazı Kitaplığı’
tarafından kitaplaştırılan bu kitabıyla
2010 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülleri kapsamında düzenlenen ‘İlk Kitap Özel Ödülü’ne değer bulundu.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Eksik Emanet (2009, Karahan Kitabevi, Adana, 64 s.)
& Sen Anlama (2017, A5 Şiir, İst., 72 s.)
Deneme, İnceleme, Eleştiri Kitapları:
& Minima Poetika (Çağdaş Türk Şiirinde Ötesini Söylemek) (2014, Dedalus
Kitap, İst., 205 s.)
Diğer Kitapları:
& Fatih Terim (2013, Çizmeli Kedi Yayınları, İst., 112 .)
Çevirileri:
& Nicholas Mazza, Şiir Terapi: Teori ve Pratik (2014, Okuyanus
Yayınları, İst., 316 s.)
Katkıda Bulunduğu Kitaplar:
& Necmi Zekâ Şiiri / Yavru Aslan’dan Konu Komşu’ya (2003 Akdeniz Altın
Portakal Şiir Ödülü Sempozyum Kitabı; 2005, Yom Yayınları)
& Şiirin Kıyı Dili - Homeros İnceleme Ödülü 2005 (2005, Karşıyaka
Belediyesi Şiir Atölyesi, İzmir; Hazırlayan: Veysel Çolak)
& Bir Şiirin Söylediği 2 (Arkadaş Z. Özger
Şiir Ödülü 2007, Bir Şiiri İnceleme Ödülü: Ödülü alan Ersun Çıplak’ın incelemesi
ile birlikte yayımlanmaya değer bulunan Hasip Bingöl, Ahmet Bozkurt, Mitat
Çelik ve Altay Ömer Erdoğan’ın çalışmaları; 2007, Mayıs Yayınları, İzmir, 128
s.)
& Edebiyatın Penceresinden Bursa (2007, Osman Gazi
Belediyesi Yayınları, Bursa)
Yazarla
Yapılan Söyleşiler:
J Ersun Çıplak ile
Söyleşi /Cuma Duymaz - Ersun Çıplak
Homeros ödülleri 2007’de dosya olarak
birinciliğe de değer görülen eksik emanet, bir ilk kitap. Ancak, ilk kitapların
şairin ilk şiirlerinden müteşekkil toplamlar olduğu inanışının tersine, iyi
kurgulanmış ve kitap bütünlüğü gözetilmiş bir ilk kitap aynı zamanda. Müstakil
şiirler yerine birbirini güçlendiren ve okuru kitaptan çıkacak toplam kanıya
yönlendiren eksik emanet’i yazdığın ve yazmak istediğin şiirler toplamında
nasıl konumlandırıyorsun?
Bir şeyi aramak; bir şiiri ya da... Bir
macera; şairin kendi macerası… Şiirleri yazarken ne olası bir kitabı kurguladım
ne de kitabın bütünlüğünü gözettim. Çünkü şiirin hesaba kitaba gelmez yönünün
süreçte daha belirleyici olduğuna inanıyorum. Yazdıklarımı beklettim;
beğenmediklerimi attım. Biraz sabırlı olunca şiirler birbirini tamamlıyor
zaten. Çünkü şiir, bir maceranın eseridir; maceranın tamamıyla değilse bile bir
ya da birkaç yönüyle kaçınılmaz bir şekilde ilişkilidir. Öteki şiirleri
gördükçe sadece kendi yazabildiğim şiiri yazıyor olduğumu gördüm. İnsanın,
kendi macerasını merkeze alması, bir insan olarak kendinin tüm yönlerini
görmeye çalışması onu şiire daha doğrusu kendi şiirine ulaştırıyor. Ama yine de
bir şeyler yarım kalıyor. Şair, her ne kadar, tabir caizse, bir öyküyü
anlatmaya çalışırsa çalışsın, başaramayacaktır. Bir şeyler muhakkak eksik
kalacak. Belki de asıl yazması gereken, yöneldiği oydu, yönü de doğruydu; ama
olmadı. eksik emanet bu şekilde özetlenebilecek bir sürecin ürünü. Bu yüzden
onu, maceranın devamında, ortaya çıkması olası olanlar arasında
konumlandırabilmem pek mümkün değil. Kimsenin de bunu başarabileceğine
inanmıyorum. Yaşantısı ve şiiri, şairi kesinlikle bir yöne gitmeye zorluyor.
Elbette geçilen yoldaki işaretler bazı noktalarda farklı yönleri işaret
edebilir; farklılaşabilir bir şeyler. Öyle de oluyor zaten. Olmalı da! Zira
şiir uygun adım ilerlemez.
Türk
şiir geleneğinin ve entelektüel birikimin verdiği özgüvenle ‘sağlam’
söyleyişler olarak başlayan şiirlerinde, yaşam deneyimi ve özellikle çocuklukla
kurulan temaslar neticesinde yer yer ‘titreyen’ dizeler çıkıyor karşımıza.
Şiirlerindeki sahihliği temin eden bu dizelerin, aynı zamanda yazma
gerekçelerini de ele veren kesitler olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yazmaya nasıl ve ne zaman başladığımızı
söyleyebiliriz ancak neden yazdığımız konusunda payımıza bir arayıştan başka
bir şey düşmez. Nasıl ve ne zaman yazmaya başladığımı çok iyi hatırlıyorum.
Ancak o kadar düşünmeme rağmen neden yazdığımın cevabını hâlâ bulamadım.
Araştırıyor muyum; evet araştırıyorum. Rilke’nin dediği gibi “Tek çıkar yol,
gözlerinizi kendi içinize çevirmenizdir. Size yazmanızı buyuran nedeni
araştırıp ele geçirmeye bakınız.” Öylece başladı. Yaşamak istediğim halde
yaşayamadıklarım, dışarıda kalanlar vardı. Payıma düşen ufaktı; sonradan
anladım ki mesele bu noktada değilmiş aslında; dışarıda olanın daima tali bir
rolü varmış. İnsan, dışarıdakinin, kendindeki yansımasına baktıkça macerasının
anlamını biraz olsun kavrıyor. Onla kucaklaşıyor. Elinde sadece yaşadıkların
var bir de yaşayamadıkların, istediklerin… Aradaki mesafe gerilimi büyütüyor.
Yeni bir anlamlar tabakası kaplıyor yaşamak zorunda olduklarını. Yeniden
bakıyorsun; farklı görüyorsun. Rahat duramıyorsun.
Şairliğinin
yanı sıra eleştirmen kimliğinle de dikkat çeken birisi olarak şairlik ve
eleştirmenlik ilişkisi üzerine neler söylemek istersin? İlerleyen zamanlarda bu
kimliklerden birinin öne çıkması gerekir mi örneğin?
İlerde, kimliklerden herhangi birinin
diğerini yok etmek pahasına öne çıkacağını sanmıyorum. Eğer öyle olursa da,
durumu kabullenmekten başka çare yok. Elimden gelen bu sadece ve süreçte çok da
iradi bir yön olduğunu düşünmüyorum. Çoğunluk bu konuda olumsuz bir görüşe
sahip olsa da aslında iki kimlik birbirini besliyor. Söylemiştim, Mehmet H.
Doğan da ordaydı; “her şair zorunlu olarak eleştirmendir aynı zamanda”. Yoksa
nasıl kendine has bir poetikaya sahip olabilir? Bir şair, eleştirmenliği
başaramazsa şiir konusunda bir içgörüye de sahip olamaz. Ancak şu söylenebilir:
Şairler bildiklerini genellikle kendilerine saklayan eleştirmenlerdir.
Yaşadıkları kompleks, iyi şiirin neden iyi, kötü şiirin neden kötü olduğunu
açık yüreklilikle söylemelerine engel olur. Bunun bir diğer nedeni de onların
eleştirilerinin bilinen anlamda sistematik bir düşünceden kaynaklanmamasıdır. Bir
şiir hakkında akla yatkın tespitler yapan şairler elbette var. Ama onların da
her şeyi tüm açıklığıyla söylediklerine inanmıyorum.
Son
dönemde karayazı dergisinde yayımladığın ve deney, gelenek, eskitme, dönüştürme
vb. kavramları işlediğin yazıların bir hayli konuşuldu. Yazılarda
söylediklerinden hareketle şiirlerine yeniden bakanlar da oldu. eksik
emanet’teki ve son dönem dergilerdeki şiirlerine baktığımızda geleneksel
öğelerin yanı sırı deneysel olanakları da birer yöntem olarak şiirlerinde kullandığını
görüyoruz. Yazmakta olduğun şiir bağlamında gelenek, deney ve yenilik üzerine
neler söylemek istersin?
Hep söylenir ya, insan daima kendini
keşfeder kim olduğunu araştırmakla geçer ömrü. Eğer şiir, şairin yaşamından
çıkıyorsa; şairin kendinin de oldukça geç içgörü sahibi olduğu sahih
gerekçelerle yazılıyorsa; yani kendini dayatıyorsa, gelenek olarak adlandırılan
şeyin daha öncekilerin bir kabuk gibi yapıştırdığı tanımlamalardan şair
tarafından kurtarılması gerekir. Güçlü bir benlik olarak şairin “ben böyle
görüyorum!” diyebilmesi şarttır. Bunu başarabilir ya da başaramaz; çok önemli
değil. Ancak şairin asıl derdinin kendi şiirini bulmak olduğuna inanıyorum.
Yakasına takılacak madalyalar veya edilecek küfürler onun için belirleyici
olamaz. O halde sahih, kendine has gerekçelerden yola çıkıyorsa; ben buyum
diyorsa geleneği de eğip bükmesi, kırması gerekir. Ancak bunu geleneğe bir
etkide bulunmak için yapmaz asla… Kendi macerası gerektirdiği için buna zorunlu
olarak yönelir. Deney’i de, yenilik’i de böyle kavrıyorum. eksik emanet ile son
zamanlarda yayımladığım şiirler arasındaki bir farklılaşma var elbette. İfade
olanaklarının araştırılması ve zenginleşmesi şiirsel sürecin getirdiği bir
durum. Yenilik yapmak için denemiyorum. Çünkü deney, kendi başına bir amaç
olamaz asla.
Varlık Kitap Eki,
Ekim 2009
Şiirlerinden
Seçmeler:
BERBER BU KADAR ANLATTI
avuçlarıma gel bilirim
hin oğlanları hoşgeldin
traş etmesini tokatlamasını
kolonya döküp ellerime
yanaklarını sık
dişini ve hatırla anneni
eyvallah
nerde kalmıştık
anneni hatırla
aslında herkes bazen annesini hatırlar ben mesela
sıkılınca öyle
yaparım annemi hatırlarım dulda yerlerde
güneş çıkar aniden
sıcak basar üzümler dökülür
şıra kokusu güvercinler
kalkar camii avlularından
imam öğle namazına
abdest almadığını hatırlar
neyse der rabbim
bağışlar dolgun yanakları kızarır
ben biramla baş
başayım annemi hatırlayarak
her zaman öyle
yaparım bazen bi dakka der annemi ararım
o açmaz o
telefonlarımı hiçbir zaman açmadı o anlamamıştır zaten
italyan sağır bir kızın
ismiyle oğluna seslenmeyi
senin annen de
bilir kurutmalı bir sonraki kışa patlıcanları
zamlanabilir sebze
ve unutmaz parçalamamak için
oyacağı yumuşak kullanmayı
babam belirince birden
ben annemi kaynak
yerlerinden ayrılan karyolayı
hatırlarım
bulduğum ilk tavuk
tüyünü başımdaki don lastiğine iliştirdiğimi
giysilerimi soymamı
ev dikimi pazen iri çiçekli delik donum
annemi hatırlarım
kurtarmalıyım bu yazgıdan onu
ellerim ağzımda
uuuuuuuuu yaparak babamı kuytuda korkuturum
son kuru dolma
mıydı yediği babamın
yediyse…
sıhhatler olsun
Karayazı Edebiyat, Sayı: 13
Ersun Çıplak
KARANLIK
geldin bu kadar
yoruldun uzak sınırlar aştın
farklı mevsimler
gördün ırmaklar dağlar
ağrımadın hiç bir
rüya besledi seni
koşturdu ardında
artık yüzünü dönsen de göremem
uzanıp kapatıyor
gözlerimi o kesik el
anladım alışılabilir
bir şeydir karanlık
garcia halkımı
sevdim ben de en az senin kadar
güneş diyorlar işte
bir tas su uzatıyorlar
içerken yine kendimi
gördüm bilsen ne korkutucu
iç terin soğur
diyorlar tenime üfürüyorlar kalsın diyorum
kalan her şey gibi
sağolun çekilip mağarama
uçlarımı törpülemek
için benlerimle yapayalnız kalıyorum
belli ki sürgün
tıraşsız olan bir çocukla el ele masal anlatıyor
gökyüzüne bakarken
yeşil gözlü soruyor bu güneş mi her sabah burada işi ne
bulaşık yıkayan
ademin tanrıyla sözleşmesini düşünüyor
o kim bilmiyorum
bir daha akşam olmaz diye saçlarını siyaha boyuyor
birini tutuyorum
diğerleri durmuyor dur diyorum dur
garcia göğ ekin
biçilmezse ellerinde tırpan
bu kalabalık niye
koşuyor
Heves, Temmuz 2007
Ersun Çıplak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder