23 Eylül 2007 Pazar

Üç Kitap, Dört Şiir ve Bende Kalan Dizeler

Üç Kitap, Dört Şiir ve Bende Kalan Dizeler

Merhaba şiir dostları;


Bugün sizlere, şiirimizin anası Gülten Akın’ın Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanan “Kuş Uçsa Gölge Kalır”, Şükrü Er­baş’ın Kanguru Yayınları tarafından yayınlanan “Unutma Defteri” ve Şeref Bilsel’in Yitik Ülke Yayınları tarafından “Mecnûn Dalı” adlı kitaplarından seçtiğim şi­irler ve dizelerle konuk olmaya çalışacağım.

BAĞLAR

Solmamıştık daha çağla zamanlardı
siz ikiniz gelirdiniz küçük kızlar
birinizin iri mavi komik bakışları
öteki sessiz edilgen

mavi, taklidini yapardı dünyanın
dönülmez terlerden Ulvi Uraz esintisi
abla kabuğum içine
sığdıramadığım neşe
müzik odasında kaçak dakikalar
pencerede diz boyu çayırla
arka bahçe

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

vardı bir şeyler elbette
o zaman da vardı
ama Afgan şehirleri
masal olmamıştı daha
Iraklı çocuklar, anneleri…
Irak kül, Irak yıkıntı
Ortadoğu yara dünya

Şimdi gündüz sanki yokmuş
atlayıp geçiyor gökyüzü
geceler düş düş düş
yuvarlağın bir yerinde
durmadan büyüyen kara leke.
Leke haşindir, bakanı incitir
yaralar göreni
körlüğü yarattı ilkin
o yüzden medya

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

Ziverbey köşküne bitişik duran
bir evdi İstanbul
güllerle çığlıklar arasında
körmüşüm, kördüm ben o zaman
güneş dışımızdan geçip gidiyordu.

Sıcak yapı soğudu mu
ziyadesiyle soğur
ağız sımsıkı kapanır
göz artık göz değildir

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

Çölden toz da yağdı
üstümüze sonunda
denizler çekildi, ırmaklar soldu
toprak çürüdü

siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

yaşlı bir şairin gösterdiği uçlar
kilise müziği, siren sesli küçük oğlan
kır menekşeleri, Halep asması
kavaklar, zeytinler, rüzgâr
hindiba toplayan çingene kızı
puhu kuşu
ağır taşlardan geçirilen su
henüz duruyorken…

bende bir gülten kaldı
hangi bağa diksem yabancı

“Kuş Uçsa Gölge Kalır” adlı kitabından; s: 11-13
Gülten AKIN

Yanıtını Arayan Sorular:

? ”Karaya vurmuş denizci miyim / bir kadeh yalpa mı aldım?”
? “unuttum eskide kaldı / nerdeydi anahtar”
? “Nerde durduğun mu soru / nereye gittiğin mi / ne taşıdığın mı ya da / gerçeğin tarihi içine?”
? “Sen benim sonsuzca sevdiğim misin / yoksa tarihin biriktirdiği / sanıyla mı örüldün / tutkun olduğumsan şunca yıl / bu nasıl / var mısın?

Bende Kalan Dizeler:

< “Anılar, küllü karanlık”
< “gücüm bir kuytuya bir gölgeye”
< “üşüyorum üşüyorum / şubat kendini kurtaramıyor”
< “Her gölgede yaşlı bir kadın / önünde yürüyen adımları sayar” Elini uzatma yoksa yok olacağım; Ya da Yok olmana gönlüm razı değil, uzatamam elimi.
....
AĞUSTOS

Buğday tarlalarının ortasında bir çocuk. Kirpikten topuğa kadar çocuk. Babanın sesiyle uzayan zamanlar. On iki ay sarı. Hiçlik taşlar kadar. Gökyüzü yalnız ay çıkınca var. Uzaklar yok. Korku cana değiyor. Değer hâlâ. Işıklar, deniz, şiir… bir gün bu ağustostan? Ey küçük düşürülmüş evler. Soğuk hayal. Baba çocuktan çocuğa büyür. Anne kandil. Çocuk her kadında yalnız. Unutmak ey, güneşlerin isi. Herkes senin genişliğinde sonsuz. Çocuk hariç…

Ölüm gelir bir gün, çocuk ağustosu ölür…

“Unutma Defteri” adlı kitabından
Şükrü ERBAŞ

YAZGI

Anne, harflerin de annesi. Çocuktan on üç sessizlik yılı büyük. Çok erken anne. Bilmeden inanıyor harflere. Çocuğun önlüğünü alın çizgisinde yıkadı. Gözyaşıyla kuruladı yakasını. Sustuğu bütün cümleleri kuracak çocuk. Avluya boncuklu zamanlar getirecek. Çantasını parmaklarıyla öperek hazırladı. Çantası evin en küçük odası. Tarlaların sabahını, gaz lambasının isini, babanın kasvetini, kardeşlerin ayçiçeği gözlerini bir bir koydu. Çocuk uzak hayatları bunlarla öğrenecek. İyiliği mutsuzluktan biliyor anne.

Ey kan pıhtısı kasabalar… kaç çocuk yazgınızı okur bir ömür, kaça nne doğurur sizi, kaç anne rüyanızı ölür.


“Unutma Defteri” adlı kitabından
Şükrü ERBAŞ

Yanıtını Arayan Sorular:

? “hangi mutsuzluğu hangi mutlulukla bağışlar insan…”
? “İnsan neden hep sona bırakır kendini?..”
? “Nerdesiniz ay ışığı saatleri…”
? “Mezarlar… ey buğusuz beden taşları… / kaç hayat alacağınız var sonsuzluktan.”

Bende Kalan Dizeler:

< “Zamana iki nokta kulak memelerin / …/ Sevgilim… ilk öptüğüm gün öldürdüm seni.”
< “İncelik, kimsesiz bir vakit./ … / Gecikmenin hapishanesinden çıkamadım. / …/ Ağzın gözlerinin cümlesi. Sözlerin hece hece soyunan dünya.”
< “…annem yalnızlık, adresim korku…”
< “Evlerin anne fotoğrafıydı. Sevmek karın zarında acıydı.”
< “Kim yalnızlığı yürürse beni yürürdü. Büyüdüğüm yılları bıraktım.”
< “Sözlerin şehre inmiş kenar mahalleler. İyiliğin sabahına mavi haritamızdan.”
< “İnandığı ne varsa birer harf ölüsü, uzaklık atlası.”
< “Bütün pencereleri kendine bakan bir ev.”
< “Elleri su kuşları. Unutmanın öyle uzağındaki zaman. /… / Yalnızlık yok dünyada. Ölüm büyüklerin oyunu./
< “Önüne bakan sözlerden yapılmıştı evlerimiz. Çift kanatlı bir kapıydı bütün uzaklar. / … / Bir gökyüzü hecesiydi yüzümüz, lâmbaların kederinde susarak okuduğumuz./
< “Zaman ölümün eviymiş. İnsan kendinden doğururmuş kendini.”
< “İnsan geçmişi değil geleceği bağışlarmış. Alnımda ışığı kalmamış harfler."
< “Yalnızlığı temize çekiyorum.”
< “Geçmişten başka zaman kalmadı defterimde.”
< “Uyudum uyandım, mektubun gelmedi. / Oturdum gözyaşımı okudum.”
< “oğlan akrep kız yelkovan / bir saklı zaman anne çocuklarda.”
< “Babam akşam, annem sabah… / içim dışım uzaklar. / Büyür hâlâ, kalbimdeki çocuk…”
< “İki çocukla büyüdüğüm tenha. / … / Rakı bardağında eve geldiğim geceler…”
İyi ki size rağmen şiirinize girmiş bu şehir. İyi ki Antalya’dasınız. İyi ki yazmışsınız bu şiiri. Bir şehir bir şiire bu kadar yakışır. Bir şiirde bir şehir bu kadar güzel anlatır kendini, anlattırır / yazdırır kendini. Eline, diline, şiirine sağlık adaşım…
...
Ya Ev


Eve duygu, eve saygı, eve tüp alınacak
ev nerde Ayşe?
ev, bizim kâğıtlarla yüklü ağzımız
ev sizin paylaştıkça küçülttüğünüz
gözleriniz olmasın…
-Ayşe bunları duyunca alınacak-

Akşam olsun “ve” deyince ev anlayalım
ev deyince tamam olsun üstümüz
sen ben olmasın
bir ev iki kişiyi kaldırmaz
eve boya, eve koku, eve bebek alınacak
sürünsün, koklansın, oynasın ev
biz yokken…
üzgün bir adam alınacak nefesini tutan
bir ocak, iki aralık kapı, üç iskemle
ve tahta parçası ikişer
ayaklarımızın altı için
duman porselen tabakları yalayıp geçecek
birkaç saç lastiği balkonları toplamak için
evi ev yapan insan değil mi
eve ne alınabilir başka
eve eş ya alınacak ya alınacak
alınacak da ev bizi içeri alacak mı?

“Mecnûn Dalı” adlı kitabından
Şeref BİLSEL

Yanıtını Arayan Sorular:

? “… öğrenmek için soruyorum elbet: / insan ölmüş babasından bahsederken niye başını kaşır?”
? “Neyin sesini bekliyorsun / yağmurun tuttuğu defterlerden”
? “…geceler, sırtımıza dokunan geçmişin elleri mi?”

Bende Kalan Dizeler:

< “yıllardır hicaz’a giden trenlere bakıyor Serdar / zaman bulsa kendi içine de bakacak elbet / uyurken balkonları içeri alıyor.”
< “yüzünde eski bir yağmuru çalıştıran iyi akşamlar…”
< “neremi kessem sevgilim oluyor / sızlanıyor zaman”
< “doğurmak isterdim seni / geceyi doğuran sokaklı bir fener gibi”
< “göz göze gelince bütün evliler bekâr”
< “dünyada ömür, evde anam, sobada kömür ağlar…”
< “bir tüfek kime yarar aşk için çatılmazsa / gördüm kendiyle konuştuğunu gecemin”
< “Biz yoksulluğu doğu’ya gelin verdik / ve bir daha hiç kesilmedi saçları!”
< “Bir kuğu bir harfle yer değiştirdi içimde / doğrulurken boynunu kırdı”
< “güller akşamın kapısında durdurulur”
< “aklım balkona kalbim ağaçlara sürtünür / mektup gelir zarfı yok zamanlardan”
Şükrü KIRKAĞAÇ

Hiç yorum yok: