(23 Mart 1876, Çermik
/ Diyarbakır – 25 Mart 1924, İstanbul)
Toplumbilimci, şair ve yazar. Babası,
aslen Suriye Türkmeni olan Vilayet Evrak Memuru Mehmet Tevfik Efendi
(1851–1890), annesi Pirinçcizade ailesinden Zeliha Hanım (1856–1923), dayısı
dönemin Diyarbakır belediye başkanı olan, 1895 yılındaki Ermenilere yönelik
saldırıların örgütleyicilerinden olan Pirinçcizade Arif Efendi'dir.
Eğitimine doğduğu yer olan Diyarbakır’da
başladı. 1886 yılında Mektebi Rüştiye-i Askeriyye’ye (Askeri Ortaokul) girdi,
özgürlük düşüncesini ilk defa bu okuldaki hocası Kolağası (Önyüzbaşı) İsmail
Hakkı Bey aşıladı. Askeri rüştiyenin son sınıfında iken babasını kaybetti. 1890
yılında amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den geleneksel İslâm ilimleri ile ilgili
ders almaya başladı. Öğrenimine İstanbul’da devam etmek istediyse de bu imkânı
bulamayınca 1891 yılında Diyarbakır’da İdadi Mülkiye’nin (Sivil Lise) ikinci
sınıfına kaydoldu. O sırada okul süresinin beş yıldan yedi yıla çıkması üzerine
1894 yılında okuldan ayrıldı. Liseden ayrıldıktan sonra amcasından Arapça ve
Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı.
Diyarbakır’daki kolera salgını nedeniyle bu şehirde görevlendirilen Doktor
Abdullah Cevdet Bey ile tanıştı, fikirlerinden etkilendi. Ekonomik sıkıntılar
yüzünden öğrenimine devam etmek için İstanbul’a gidememesi, ailesinin evlenmesi
için baskı yapması gibi nedenler 18 yaşındaki Mehmet Ziya’yı intihara
sürükledi. Kafasına sıktığı kurşun, güç koşullar altında yapılan morfinsiz bir
ameliyatla çıkarıldı. İntihar girişiminden sonra kendisini tekrar okumaya
verdi. Özgürlüğe düşman olanlara çatan pek çok şiir yazdı.
1896 yılında, Erzincan Askeri Lisesi’nde
öğrenci olan kardeşi Nihat sayesinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte
İstanbul'a giden Gökalp, ücretsiz olduğu için Baytar Mektebi'ne kaydını
yaptırdı. Buradaki öğrenimi sırasında ülkedeki özgürlük hareketine katılmış
insanlarla tanışmak için gayret gösterdi; İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile
görüştü. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı.
“Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak” nedeniyle 1898 yılında
tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldıktan sonra gözaltında tutulmak koşuluyla
1900 yılında Diyarbakır'a sürgün edildi.
1908 yılına kadar bazı küçük yerel memurluk görevlerinde bulundu, daha çok
okumaya zaman ayırarak kendisini yetiştirmeye çalıştı. Jön Türk hareketiyle bağlantı kuran Ziya
Gökalp, 1908 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Diyarbakır Şubesi’ni
kurdu. Diyarbakır Maarif Müdürlüğü yaptı. II. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve
Terakki'nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. "Peyman"
gazetesini çıkardı. Peymân ve Diyarbakır gazetelerinde şiirler, yazılar
yayımladı. 1909 yılında Selanik'te toplanan İttihat ve Terakki kongresine
Diyarbakır delegesi olarak katıldı. 1910 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti
genel merkez üyeliğine seçilince yeniden Selanik'e gitti. İttihat ve Terakki
İdadisi'nde Sosyoloji öğretmenliği yaptı. Tevfik Sedat, Demirtaş, Gökalp gibi
takma adlar kullanarak Selanik’te yayımlanan bir felsefe dergisinde yazılar
yazdı. Dünyadaki Türkleri birleştiren, güçlü bir Türk devleti kurulmasını
tasarlayan Ziya Bey, bu ülküyü dile getirdiği Altun Destanı’nı 1911 yılında
Genç Kalemler Dergisi’nde yayımladı. Genç Kalemler dergisini yayınlayanlar
arasında yer aldı. Selanik'te 1910-1912 yılları arasında yayımlanan Genç
Kalemler dergisi çevresinde toplanan şair ve yazarlar Milli Edebiyat
akımını ve 'Türkçülüğü' benimsemişlerdi; Ziya Gökalp' in "Turan" adlı
şiiri bu dergide Tevfik Serdar takma ismiyle yayımlanmış ve büyük yankı
uyandırmıştı (22 Şubat 1910). Ziya Gökalp' in "Turan" adlı şiiri bu
dergide Tevfik Serdar takma ismiyle yayımlanmış ve büyük yankı uyandırmıştı (22
Şubat 1910). 1912 yılında Ergani Madeni Sancağı'ndan mebusu olarak Meclis-i
Mebusan'a seçildi ve İstanbul'a yerleşti. Bu dönemde gittikçe artan bir
etkinlikle görüşlerini yaymaya başladı. Dârülfünûn’da Sosyoloji Müderrisliğine
getirildi (1913-1919). Kurumda onun eğitimle ilgili görüşleri kabul gördü;
Darülfünun ve Eğitim Fakültesi’nde ders programları, okutulacak kitaplar onun
önerileri doğrultusunda kararlaştırıldı. 1913 ve 1914 yıllarında kendisine
önerilen Maârif Nazırlığı (Millî Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmedi,
üniversitedeki görevini sürdürdü. 1915 yılında İstanbul Üniversitesi’nin
Felsefe bölümünde İctimâiyyât müderrisi (Sosyoloji öğretim görevlisi) olarak
atandı. İstanbul Üniversitesi’ndeki ilk sosyoloji profesörü idi;
üniversitelerimize toplumbilim (sosyoloji), onun sayesinde girdi. Türk
Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı olan Türk Yurdu
başta olmak üzere Halka Doğru, İslâm Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası,
İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası ve Yeni Mecmua'da düşünsel ve
bilimsel yazılar yayımladı. Balkan Savaşı öncesinden I. Dünya Savaşı başlarına
kadar Türk Yurdu dergisinin yönetim kurulunda kaldı, derginin her sayısın bir
şiir bir de yazı verdi. Türkleşmek-İslâmlaşmak-Muasırlaşmak başlıklı yazı
dizisinde önemli konular yer verdi. Sonraki yıllarda Yeni Mecmua’yı çıkardı.
I. Dünya Savaşı'nın yenilgiyle bitmesi
ve İttihat ve Terakki yönetiminin son bulması üzerine tüm görevlerinden alındı.
1919 yılında üniversite içinde İngilizler tarafından tutuklandı; dört ay
Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldıktan sonra Ermeni soykırımı iddiaları ile
ilgili işgal mahkemesi tarafından yargılandı ve Malta Adası'na sürüldü. 2
yıllık sürgün döneminden sonra İstanbul’a döndüğünde üniversitede ders vermeye
devam etmek istediyse de bu isteği kabul edilmedi. Bir ay kadar Ankara’da
yaşadıktan sonra ailesiyle Diyarbakır'a gitti, Ahmet Ağaoğlu’nun desteğiyle
Küçük Mecmua'yı çıkardı. Kurtuluş Savaşı’nı desteleyen çalışmalar yaptı. Yazı
ve kitaplarıyla yeni Türk devletinin oluşmasına, kültür politikaları
geliştirilmesine katkıda bulundu. 1923 yılında Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme
Heyeti Başkanlığı'na atandı, Ankara'ya gitti. Ağustos’ta İkinci Dönem Türkiye
Büyük Millet Meclisi'ne Atatürk tarafından Diyarbakır mebusu olarak seçildi.
Ankara’ya yerleşen Ziya Gökalp, kültürel ve düşünsel çalışmalarına hiç ara
vermedi; dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilip yayımlanması ile uğraştı. 1924
yılında kısa süren bir hastalığın ardından dinlenmek için gittiği İstanbul'da
25 Ekim 1924 günü hayatını kaybetti. Fatih'teki II. Mahmud Türbesi hazîresine
defnedildi.
Osmanlı Devleti'nin parçalanma sürecinde
yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun
kendine özgü ahlâkî ve kültürel değerleriyle, Batı'dan aldığı bazı değerleri
kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. Bu sebepten zaman zaman batı
edebiyatı ve düşüncesinin tesirinde kalmıştır. "Türkleşmek, İslâmlaşmak,
Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlâkî
öğesi de İslâmdı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler
olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batı'nın
teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi.
Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi.
Toplumsal modeli, Emile Durkheim'in
teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temelinde şekillendi.
Bireyi temel alan liberalizm ve kapitalist toplumun sınıf mücadelesiyle
yıkılarak sınıfsız toplumun kurulmasını hedefleyen Marksizm'e karşı; sınıfsal
ayrımları değil mesleki ayrımları gören, mesleki örgütleri temel toplum birimi
olarak kabul eden, meslek örgütlerinin dayanışmasıyla toplumsal huzurun
kurulabileceğini savunan solidarizmde karar kıldı. Toplumsal ve siyasi
görüşlerini anlattığı sayısız makale yazdı. "Türkçülük" düşüncesini
sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı.
Ziya Gökalp önce Türkiye Türkçülüğü sonrasında Oğuzculuk daha sonra ise
Turancılık fikirlerinin destekçisidir.
Doğumunun 100. Yıldönümü dolayısıyla,
daha önce yayımlanan bütün yapıtlarıyla birlikte gazete ve dergi sayfalarında
kalan makaleleri 10 ciltlik bir dizi halinde 1976-1981 yılları arasında Kültür
Bakanlığı tarafından topluca yayımlanmıştır.
Ziya Gökalp’ın doğup büyüdüğü ev 1956
yılında müze haline getirilmiştir. Müzede Ziya Gökalp’ın özel eşyaları,
fotoğrafları, kütüphanesindeki kitapları ile yöresel etnografik eserler
sergilenmektedir.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
&
Kızıl Elma (1330/1914, Hayriye Mtb., İst.)
&
Yeni
Hayat (1918, Bukaf-ı İslamiye Mtb., İst.)
Altın Işık (1339/1923, Maarif Vekâleti, Ank.)
&
Şiirler ve Halk Masalları – Ziya Gökalp
Külliyatı I (Hazırlayan:
F. A. Tansel; 1952, Türk Tarih Kurumu, Ank.)
Düzyazı Kitapları:
&
Şaki
İbrahim Destanı (1908, Diyarbakır)
&
İlm-i İçtima
Dersleri (1329/1913, İst.)
&
Rusya’daki
Türkler Ne Yapmalı? (1918, Tanin Mtb., İst.)
&
Türkleşmek,
İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak (1918, Yeni Mecmua Neşriyatı, İst.)
&
Doğru
Yol, Hâkimiyet-i Mikkiye ve Umdelerin Tasnif, Tahlil ve
Tefsiri (1339/1923,
Matbuat ve İstihbarat Mtb.,Ank.)
&
Türkçülüğün
Esasları (1339/1923, Milli İçtimaiyat Ktb., Ank.; Eserin ilk baskısı
Osmanlı alfabesiyle yayınlanmıştır.)
&
Türk
Medeniyeti Tarihi (1341/1925, Maarif
Vekâleti, Ank.)
&
Limni ve Malta Mektupları - Ziya Gökalp
Külliyatı II (Hazırlayan:
F. A. Tansel; 1965, Türk Tarih Kurumu, Ank.)
&
Bütün Eserleri - Kitaplar 1 (Yayına Hazırlayanlar: M. Sabri Koz
/ Şevket Beysanoğlu / Yusuf Çotuksöken / M. Fahrettin Kırzıoğlu / Mustafa Koç;
2007, YKY, İst., 693 s.)
&
Felsefe Dersleri (2006, Çizgi Kitabevi, Konya)
Kaynaklar:
A Abdullah
Özkan – Refik Durbaş, Cumhuriyetten Günümüze Türk Şiiri Antolojisi, Cilt 1,
1999, Boyut Dosya Yayınları, İst., s. 30-31
A Tanzimat’tan
Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, Cilt II, 2001, YKY, İst., s. 937-939
Şiirlerinden
Seçmeler:
BULUT'A
Bulut, bulut karadan,
Denizden geliyorsun,
Pembe kanadların var..
Çıkarak Marmara'dan
Gökte yükseliyorsun,
Yer senden çiçek umar..
Yurdun çam civârı mı,
Dağlarda yürüyorsun,
Koklayıp kana-kana?
Evimi, kızlarımı
Geçerken görüyorsun,
Bir haber yok mu bana?
“Şiirler
ve Halk Masalları” adlı
kitabından
RÜZGÂR'Â
Rüzgâr, rüzgâr nereye
Görünmez kanadını
Açmışsın gidiyorsun?
İnerken bu dereye
Gönlümün feryâdını
Elbet işitiyorsun!
Uğrarsa eğer yolun
İçine İstanbul'un,
Ferah saç diyârıma!
Git, evime selâm ver,
Götür benden öpüşler,
Sevgili kızlarıma!
“Şiirler
ve Halk Masalları” adlı
kitabından
LİSAN
Güzel dil Türkçe bize,
Başka dil gece bize.
İstanbul konuşması
En sâf, en ince bize.
Lisanda sayılır öz
Herkesin bildiği söz;
Ma'nâsı anlaşılan
Lûgate atmadan göz.
Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş, Türkçedir;
Eski köke tapmayız.
Açık sözle kalmalı,
Fikre ışık salmalı;
Müterâdif sözlerden
Türkçesini almalı.
Yeni sözler gerekse,
Bunda da uy herkese,
Halkın söz yaratmada
Yollarını benimse.
Yap yaşayan Türkçeden,
Kimseyi incitmeden.
İstanbul'un Türkçesi
Zevkini olsun yeden.
Arapçaya meyletme,
İran'a da hiç gitme;
Tecvîdi halktan öğren,
Fasîhlerden işitme.
Gayrılı sözler emmeyiz,
Çocuk değil, memeyiz!
Birkaç dil yok Tûran'da,
Tek dilli bir kümeyiz.
Tûran'ın bir ili var
Ve yalnız bir dili var.
Başka dil var diyenin,
Başka bir emeli var.
Türklüğün vicdânı bir,
Dîni bir, vatanı bir;
Fakat hepsi ayrılır
Olmazsa lisânı bir.
“Yeni
Hayat” adlı
kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder