SARIL
BANA
gece korkuları ki hazırlar
her kadını yeni bir aşka
sarıl bana !
rüzgar, balkon kapısı, ayak sesleri...
neler oluyor ki dışarda! kemirgenler de var, etoburlar da, kan emici vampirler
ya da... işte, çarpıyor camlara yarasa! işte, gülümsüyor duvarda tarantula!
sarıl bana!
bilirim niçin çekilir salyangozlar
kabuğuna, lir kuşları niçin gizlenir çalılıklarda... senin kabuğun yok,
dikenlerin de... tedirgin böceğim benim ! yalnızlık bir iguana...
sarıl bana!
düşün, tropikal ormanları, derin denizleri,
uçurumları ! sonra leoparlar, sırtlanlar, sansarlar... sonra leşçil sinekler
etlerinin altında...
sarıl bana!
görünmez tehlikeler de var, kötü ruhlar da,
tuhaf şeyler ya da... işte, çamaşırlar toplanmış, hayaletler balkonda! işte,
bir yastık, gizli bir el boğazında!.. senin kimselerin yok, fener bekçilerinin
de... zavallı kırmızı balığım benim ! yalnızlık katil balina; sarıl bana…
sarıl bana!..
“Sesler
İncelikler” adlı kitabından
İlyas
Tunç
BEN
SANA KAPILDIM
kıyılarda kalamazdım...
sevgilim; tatlı suyum, akıp gidenim ! atlar
huysuzdu, taşlar yosunlu, başım döndü, sendeledim; ürkütmedim yengeçlerini,
nergislerini ezmedim...
ben sana kapıldım !
soyundum, iklimine alıştım; gecelerine...
köprüler uzaktı; uzun urganlar verdiler, almadım, tutunmadım kimselere...
salsız, sandalsız, kuytu yerlerinden...
ben sana kapıldım !
hadi, hazırla tuzaklarını, hortumlarını,
girdaplarını... saçlarından,
sarmaşıklarından soyun... hadi, çığırından çık, dökül yatağıma... balçıklara bata çıka; çökeltiler ve delta...
ben sana kapıldım !
sevgilim; tatlı suyum, akıp gidenim !
söyle, hangi koldan inelim denize
taşkınlar diner, değişirmiş
harita...
“Sesler İncelikler” adlı
kitabından
İlyas
Tunç
KIŞ
SESLERİ
1.
kar taneleri
yıldız yıldız ekiyor
kardelenleri!
2.
kefen dediğin
kar beyaz yorganı mı
yoksul evlerin?
3.
can yongaları
onarıyor rüzgârın
kırdığı dalı!
4.
kış esintisi!
gidersen kim tarar ki
perçemlerimi…
5.
sustum! uykusu
uzun sürdü yılanın,
dedi, kar suyu…
İlyas
Tunç
MASAL
pinokyo ve ben bir de çizmeli kedi
nil nehri kıyısında buluverdik sepeti
acıkmış ağlıyordu içindeki Musacık
sakar çocuk pinokyo, kırıverdi pipeti
iyi ki
Mc Donald's gelmişti peşimizden
Musa, sahipsiz oğlum ne bilsindi diyeti
sepetin kulpu hasır, ha koptu ha kopacak
nil nasıl taşımıştı bu taşınmaz külfeti
suları bulandıran tufan'a hamd olsun ki
yetişti son karede tanrının silueti
dedi, kavmi olmayana kimseler inanmaz
gerçeği bekliyorduk sundu masal demeti
pinokyo hokka burun, kedi çıplak ayaklı
peki ben mi kandırdım şu koskoca milleti
beni nineme sorun, hızır' la beraberdim
bu şiir, kırmızı başlıklı kız'ın marifeti
Varlık
Edebiyat ve Kültür Dergisi, Aralık 2000, Sayı: 1119
İlyas
Tunç
KADIN
ŞİŞE VE ÇÖL
gözler gedik verir de dile yerleşirse tik
çöl imajı büyüler, susuzluk olur nothing
şişe arka planda, önde su gibi kadın
önden arkaya doğru, düştü düşecek tetik
siz yanlış anladınız, tetik bir
deklanşördür
sözcükler tab edilir çıkar ortaya etik
kadın, şişe ve çöl bir de üç beş bedevi
tamamlanır böylece postmodern estetik
şu milenyum çağında yabancıyım kendime
şark köşesi, nargilem ne kadar da otantik
meşeler gölgesine serselerdi uyurdum
eğrelti otlarından bir yatak ortopedik
kumullarda bata çıka vardım ki tapınağa
ince işler peşinde son tanrımız genetik
tetik uzunca pipet, ben yanlış anlamadım
şişe düşer incinir, kadın olur everything
Kül
Edebiyat ve Sanat Dergisi, Ekim 2001, Sayı: 17
İlyas
Tunç
NESNELER
VE SÖZCÜKLER
Nesneler insanı
kışkırtır...
Görmek, çoğu zaman yetersiz kalır, dokunmak isteriz. Belki de bedensel
varlığımızı kanıtlamak için gereklidir bu. İlk dokunma ürperti ve şaşkınlık
yaratır; bir fotoğrafın arabı gibi belirsizdir. Beynimiz, karanlık odasında
nesneleri tab eder, ikinci kez dokunma gereğini duymayız. Duyumsal algılarımız
zihinsel tasarımlara dönüşmüştür artık.
İmgelem gücümüzün egemenliğine giren her şey tabu olmaktan çıkar...
Aklın soyutlama yetisidir bütün bunların kaynağı; öyleyse yabancılaşma
trajik yazgısıdır insanın.
Geriye dönme şansımı yitirdim; yine de hiç dokunulmamış bir nesne
arıyorum. Nereye gitsem sözcükler benden önce oradalar, her şeye bir ad
yakıştırıp uzaklaşıyorlar. Suçsuzum; çünkü sözcükler karşısında ben de bir
nesneyim. Adımdan kurtuluş yok:
İlyas !
Dönüp bakınıyorum; masa, kalem, kuş, ağaç... Bütün nesneler beni
çağırıyor. En iyisi, şu yaşlı salyangozun güz güneşi altında parıldayan
izlerinden yürümeli. Yaprağa karışmak istemiyorsan, diyor yaşlı salyangoz,
kaleme koşmalısın, kalıcı olan odur.
Kalemin sesi, zorba ve ürkütücü; bacaklarımı karnıma çekip,
düşünüyorum...
Düşünmek, eylemi erteler. Ertelenen eylemin saati yaklaşıyor. Nesnesi
olmayan son sözcüğe hiç dokunmadım; kışkırtmaktan korkuyorum. Siz anladınız;
ama tasarlayamam. Onu algılarsam ben olmayacağım.
Keşke, yaşlı salyangozu dinlemeseydim.
Yaprağa karışmanın hazzını yaşayamadım.
“Savrulmalar”
adlı
kitabından
İlyas
Tunç
ÇIT
Nesneleri konuşturmak bilincimizin ilkel kalıntılarından biridir.
Uğuldayan ağaçlardan korkuyorum. Taşı anlamak için suya karışmak gerekir.
Animizm, en egemen dindir. Somuttan soyuta tam olarak geçemedim... Düşünmekten
yoruldum, uyumak istiyorum:
- Çıt !..
- Televizyonu açtım, dedi kızım.
Ortada televizyon falan yoktu; çizdiği
resmi gösteriyordu. İmgeler gerçekliğin yerine geçince geriye çıt sesini
çıkarmak kalır. Şiir de Sevecen'in yaptığı gibi yapar. Canlı, çocuksu ve
bulaşıcı bir şeydir bu. Herhangi bir sözcüğü fısıldayın onu imgeyle
yüklersiniz:
- Çıt!..
Anahtar döner; çıt, düğme çözülür; çıt,
yürek açılır; çıt, kıvılcım başlar; çıt... Çıt, çıt, çıt...
Çiçekler, çekirdekler, günebakanlar... Masalar üzgün, çekip gitti
konuklar. Ne kaldı avuçlarımızda! Eridi dudaklardaki tuz. Parklardan,
bahçelerden çıt yok, renklerden, çizgilerden çıt yok, çıt yok şiirlerden,
inceliklerden...
Ey şairler! Lir kuşları çalılıkların!
Nesneleri küstürmeyiniz.
- Çıt!..
“Savrulmalar”
adlı
kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder