13 Kasım 2010 Cumartesi

ENGİN TURGUT'TAN ŞİİRLER




ENGİN TURGUT'TAN ŞİİRLER

SAAT AKŞAM


Beni burada bul diye geldim
Her şeyim üşüyor, işte geldim
İçim acıyor kimse anlamaz
Sözcüklerle geldim saat akşam.

Akşama karıştım, geldim
Her yerim uçuyordu, geldim
Silkeledim gözlerimi, kimse yok
Sarılmalara geldim, saat akşam.

Seni sana getirdim geldim
Eski şarabım, ahşap evimle geldim
Kaç yıllıktı yüreğim
Külleriyle geldim, saat akşam.

Kendi sesimle geldim sana
Ötüyordu geçmişin kuşları
Durmuyordu yüzümde sisli rengin
Ömrümü içip geldim, saat akşam.


“Küs” adlı kitabından


MIZIKA VE YAĞMUR


Sarışın bir göğün saatini esmer bir
ürpertiye ayarladım. Bu yüzden sinir
uçları topallar yüreğimin. Kırlangıç
katkılı bir kafiyenin peşine düştüm...

Yağmur tanesi kendini güneşe
öptürür. Ufkun ardında yakamoz
bir gece vardır. Yırtılır anıların
derisi. Bir şarap lekesi gibi matlaşır
günler. Irmak yüzlü bir kuş uzun
bacaklı sokaklara dadanır...

Ve aşk, onarımı olanaksız bir nehir
durmadan kanar. Ayışığı resitallerine
gecikmeyen güneş denizlere bırakır
inceliğini...

Portakal lekesi sürgünüm. Geceler
yıldızları kemirir, ben kendimi.
Çırılçıplak bir ceviz kabuğunun
içindeyim. Mis gibi bir yangın
arasından yüreğini uzatmış kum
gözlü bir çekirgeyi. Gökyüzüne
sakız yapıştırdığım ileri geri
ıslıklarım var hayata...

Barok bir tavrın kokusu ve koşusuyla
hangi kulvarda yol aldığımı biliyorum.
Biliyorum bir gül daha sıçrar alnımın
göğünden. Dökülür umutsuzluğumun
belleği...

Ağzımda sızlıyor bir sözcük. Kulaklarını
çekiyorum mutluluğun. Ayak oyunlarını
beceremedim, yüzümün yarısını atıyorum!..


“Küs” adlı kitabından


AH!


Her şeyi masal yaptım, yıldızlarda kaldım.

Evlere, sislere, kendime kaçtım
Ah! hangi sesleri gecesiz bıraktım.

Akşamcı dedeler olgun, pişmiş ve kül! Eller yukarı ha-yat, ey siyah kahkaha, gül!

Aklımı cebime koydum, çıktım yollara Düşlerimi gerçek sandım, attın beni aşklara.

Kumrular düşer balkonlardan, çürümüş akşamlar
Çıldırır bir düş, içini çeker sabahlar.

Kentlerde rüzgârdır gece ve gündüz
Ah! hüzündür bu, öldürür beni güz!

Karanlık tek giysim. Ayna kullanmam.
Sabırsız bir çığlıkla çözülür alfabenin sırrı.
Kaygan gecelerden sıyrılan korkular sevgili
birer ufukturlar. Yorgundur sızılarım.
Adresim nemli. Sözcüklerimin tozu alınmamış.
Güneş, buğu, su ve akortsuz bir keman.
Güz öğütürüm boyuna. Susuzluğuma utangaç
bir mavi saplanır. Alnımda ezik çocuk kokusu.
Bir çağ daha patlar ve her şey aşk olur! İçimdeki
büyüyü bozmayan bir uykuyum.
Yok kendimden başka kendim! Masallar yedi
kedilerimi, kuşlarımı, balıklarımı.
Nice hayatlar kırdım, düşler kemirip.
Fırlatırım denizlere güllerimi. Denize arkamı
dönmem. Hangi kuşu öpsem, bütün çiçekler
diz çöker acıyan yerlerime. Kimseye kızamam
çıt diye kırılırım.

Ah! neyi sevdiysem yanlış oldu...

Yalnızlığın bir ucu Kafka, öbür ucu süs!
Gecikmiştir yaşadıklarım, küs!

Banadır adressiz yolculuklar
Tahtadan dünya, esrik kuruntu
Hayat damarım! Bir düşten bin söz kalır
Aşk, cam olur ve nar çatlar.

Herkesin kendinden kaçtığı yerdeyim
Ey yalnızlığın kanlı çadırı, bana aitsin.

Göğe çalışırım, öyle çakır durmam
Karaya vurur içimin kayığı.

Bir yaradan kuş yapsalar
Dünya kalpten gider orada.

Adım çocuk: Ağaç yapmaya çalışıyorum
gökyüzünden.

Hayata takla attıran hayta çocukluğum. Siyah günlerle geçiyor ömrüm. Hapşırı-yor içimdeki kırmızı. Bir kulağım şiir olmayanı duymuyor, öbürüne dağ yapıştırdım. Bir öcü daha kaçtı içime. Kimse benzemiyor kendisine. Mutsuzluk Nobel ödülünü
alıyorum. Hayatın yanağına kondurduğum öpücük dünyaya sığmıyor. Çocukların düşleri daha büyük evlerden! Hayat herkesi sevmiyor, herkes hayat değil çünkü.

Dünya kaçacak delik arıyor. Ey, düşlerimdeki hayalet kadın. Uçurtmamın en iri-sini sana uçuruyorum. Boynu kırılmış göğün. Herkes cesedine beyaz bir yalnızlık bırakıyor. Memesini emiyorum karanlığın. Deniz sürüyorum ağaçların gövdesine. Tek parmak kalıyorum bir şeyleri göstermekten.

İki gözüm önüme aksın
Boynumu yok sayın beklemekten.

Ağzımda çırılçıplak yüreğim
El yordamıyla akşamlara düşerim.

Uzun saçlı bir hasretten doğdum
Yarası açık bir aşk kalmıştır.

Aşk, bir ışık çizer etrafımda, siyah olur us!

İlerleyen göğün şarkısı sus!
İçimdeki korku konuşkandır.

Uzaklıktır yakınlık, ipek ses dalgınlıktır
Kaçar gider kimi dostlar, bana yürümek kalmıştır.

İç dünyam daha sahici, içime kaçsam
Ah! yüreğimin etrafında bir tur daha atsam...

“Küs” adlı kitabından


MASKELER DIŞARI


Herkes yüzünü terketsin!

Kara hayatıma deniz sıkan çılgınımsın
Gövdenin büyüsü kalsın.

Öpücüklerle büyüyen uzay serserisiyim
Her şey nasılsa öyle sürüyor.

Sussun sızılar korosu
Eşyanın gönlü kanamasın.

Ütülü pantolonuna saygılı çocuk
Yarasını öpüp taşıyan serçe tadındadır.

Gözleri ağlayan eflatun bir balıktım.

Yeryüzü dalgınıyım.

Tanrının saçlarına fırlayan tozdum
Bir tatlı sisle uyan ey boşluk kapmaca
Oynayan ruhum.

Kaptırmadım çocukluğumu
Dedem masalları vardı.

Bileklerimi bölen ayışığı
Kendini gagalayarak çatladı ömrüm.

Özlemenin rengi pas tutmaz. Ağzımdan çıkanı
dünyaya yapıştırdım. Üşüyen tırnaklarım kaldı.
Ellerimde güzel evlerin kokusu. Sarsak
şarkıların yurtsuz sürgünüyüm. İçimde bir
çağlayan kendini tıngır mıngır sallar iken
şişman bir rüzgar eser. Kuşlar göğe başlar.
Neremi üflesem sizi bana getirir hayat.

Aynı masalı tersten yaşayanlar
Sizi uzaklar bile kurtaramaz

Şiirin ruhu bu kadarla kalmaz
Kim kendini açıkladı ki.

Hepimiz kendisiyle kaplı birer yalnızız
Atın ölümü! Arpa da vermeyin.

Yorulmam yıldızlara bakmaktan
Sizi derimin içinde bile duysam.

Sivrildi yüreğimin ucu ah!
Parmak uçlarımla kalsam.

Uçar yüz göz olduğum aşk. Aşkın işine
karışılmaz. Aşk ne derse o olur. Sesimin
anne ve babası yok. Öpün gıdığından anlamın.
Dünya sevmesini bilene getto bir yara.
Ve her sözcük her şairi sevmez!

Ey içimde patlayan ecza beni evime götür!

“Küs” adlı kitabından

Hiç yorum yok: