13 Kasım 2010 Cumartesi

ENGİN TURGUT'TAN ŞİİRLER

ENGİN TURGUT'TAN ŞİİRLER


ACI VE ARZU

“Zira dün bir rüyadan ibarettir”


'Sen kırılgan ve kırıcı bir hayalden başka bir şey değilsin' dedi adam. Yaralı ve çok üzgündü. Bu dünya ona göre değildi belki de. Belki de onu bu dünyaya kapatmışlardı. Hep yenilendi adam. Hep kaybedendi. Uzun bir kırmızıydı kadın. Hüznün pas tuttuğu yerde bir cıvıltıydı kadın. Mülksüz ve çıplak bir rüyaydı adam. Aşkta ayıp ve günah yoktu. Acıdan ve arzudan kıvranan kayıp kelimeler otelinde çok yalnızdı adam. Kadın zihin açıcı şarkılar bestelediği zaman kalbimiz bayram ediyor, duygularımız tazeleniyor ve şımarıyordu canı sıkılan ruhlarımızın. Hüznü, aydınlığı ve umudu mesken edinmişti şarkılar. İlahi bir lezzetin tadını çıkarmanın sevinci kalbimizi ısıtıyordu. Adam, kadının kalbine nazar boncuğu takmak istiyor ama bir türlü onun kalbine ulaşamıyordu. Kadın ‘bir yokluk gibi susuyordu’ bazen.”Sen ne dili tatlı bir belasın, aşk gibi gülümsüyor sözlerin’ dedi kadın. “İki siz, iki de biz, dört ederiz, dört daha, eder sekiz, ikiye böl, bak biz bizeyiz” diye acı ve arzuyla mırıldandı adam. “Batıda Nobel, doğuda bedel ödersin” diyordu Aziz bir arkadaşım. “Ruhumu nasıl tutsam da seninkine değmese” diyordu Rilke.

“Ben bittim: Hiç olmazsa bir başkası başlasın benim bittiğim yerden!”


“57 Model Chevrolet ya da Küçük Caz Şarkıları” adlı kitabından


GECE VE KOKU

“Kişiliğiniz kaderinizdir.”



Aşkla damıtılan renklerin arasından çılgın bir hayat geçiyordu. Mor imgeler yağıyordu yaprakların arasından. Renklerin hayatı ruhumuza sığamayacak kadar resim olmayı bekliyor ve benim şu iflah olmaz serseri rüyalarım uykusuz bir sahil yürüyüşü kokuyordu. Belki de biz Itri ile Bach arasında sıkışıp kalmış yalnızlık şarkılarıydık. Belki de açılmayan bir kapının önünde yıllardır o bilgeyi bekleyen, sır kokan masum çocuklardık. Sen benden, ben senden vazgeçemiyorduk ve her birimizden aşk kıyameti kopuyordu. Üşüyordu kıymetli yanlarımız. Tutkuyla geceye hazırlanıyordu kadın. Boynundaki küçük melek dövmesi üşüyordu. Düşlerden birlikte uyanmak mümkün müydü? Uzak ve yetim olanın gurbetine düşmüş üzgün birer şiir gibiydiler ikisi de. “Sizin şarkılarınızdaki o ince derinlik bende yükseklik korkusu yaratıyor” dedi kadın. Gecenin ıslığı hiç susmuyordu. Vazodaki beyaz gül hıçkırarak ağlıyordu. “Biz birbirimizin içinde ‘Ullyss’in Bakışı” gibi kaybolduk dedi adam.

Mektuplar kıymetlidir, yanlış okursanız kıyamet kopar, pula dönersiniz!


“57 Model Chevrolet ya da Küçük Caz Şarkıları” adlı kitabından


ISLIK VE UÇURUM

“Dünyada bir tek hakikat vardı, cahiller onu çoğalttılar.”


Hayat ıslık çalarak geçiyordu önümüzden. Kokuşmuş, acı çığlık seslerinden geçilmeyen bu ikiyüzlü, bu vahşi, bu namussuz çağımızda cehennemi yasamadığımızı kim söyleyebilirdi? Bırakın ruhumuzun kirlenmesini, gövdemizi de yıpratıyorduk. Aşkın, üzümün sapına kadar yaşanması gerektiğine inanıyorduk. Aşkın varlığını ve yaşanabilirliğini hissetmek gerekti; aşka güvenmek ve onun hizmetine girmek lazımdı. Aşkı oraya buraya çekiştirip aşka yön vermeye kalkışırsak, aşkın altında kalırız diye düşünüyor ve aska inanmayanlara soruyordu: Aşk size inanıyor mu sanıyorsunuz? "Niye intihar edecekmişim; daha yaşayacağım onca hayal kırıklığı varken." Böyle mi demişti Emil Cioran. Doğrudur hem sanal, hem banal bir dünyada yaşadığımız. "Ancak kötü olabilecek kadar cesur olabilirsen, gerçekten iyi olabilirsin" diyordu birisi. Türkçenin saadeti geceleri uyumuyordu. Sürekli arzuda dolaşan, her şeye aşkla bakan, küçük şeylerden büyük hazlar çıkaran, derdi olan, derdi olduğu için şiirler yazıp, resimler yapan biriydi adam. Sanki uçurum çağına gelmiştik; vicdan çekilmiş, akıl çürüyordu sanki. Daha önce yazdıklarını düşünüyordu adam. Yazdıklarını tekrarlamaktan ve çoğaltmaktan da asla çekinmiyordu. İçinde yaşadığımız dünyanın ve ruhumuzdaki karanlığın, şiddetin, kuşkuların ve iletişimsizliğin ciddi bir şekilde sorgulanması gerekiyordu. Acıyı bir oyuna dönüştürerek mi yaşıyorduk yoksa? Kendi iyiliğinden başka aksesuarı olmayan kalbimiz karşısında, gerçeğin gözleri fal taşı gibi açılıyordu. ‘Yüzünde kaç maskesi var insanın’ dedi adam. ‘Sanki bir nükleer sonrası hepimiz tuhaf yaratıklara dönüşmüşüz! Sanki ne çekiyorsak, kendimizden çekiyoruz. Yüzlerde hep acı! Zaten acı dolu bir çağda yaşamıyor muyuz? Hepimiz kargaya benziyor ve bu dünya sirkinde utana sıkıla varlığımızı sürdürüyoruz’ dedi kadın.

“O sevgi gibi, hatta aşk gibi görünen şeylerin altında eşsiz hesapların yattığını” gördükçe canımız daha çok yanıyordu!

“57 Model Chevrolet ya da Küçük Caz Şarkıları” adlı kitabından


MEKTUP VE TERZİ

“’Mesnevi’yi anlamayan nesle aşina değiliz”


Adam, Ahmet Haşim’in bir dizesindeki kelimeyi değiştirerek kadının kulağına fısıldadı: ‘Seni zarafet kumaşından mı yapmış terzi? Hayatın içine kaçmış olduğundan bir mıknatıs gibi her derdi ve sevinci kendine çekiyorsun. Seni içimize mi dikmişler? Evcil kadın, ehlileştirdiğin şarkılar bir yengeç gibi gülümsüyor ruhlarımızda. Şarkıların nazar çiçeği olmalı, dinleyenin aşk ağrısı diniyor. Hiçbir kelimeyi incitmeyecek kadar merhametlisin. Kanatsız meleklere kanat takıyorsun ve bir vefa güvercini olmuş kalbin. Şarkıların olmasaydı eksik ve yarım kalırdı sevgililer. Sen bir aşk burcusun ve falından batmayan bir güneş göz kırparak geçiyor. Senin kaderinde keder durmuyor ve sen keder bahçesinin de yüzünü güldürensin. Duygu selisin. Duygu yağmurusun. Duygu dolu bakıyorsun. Sana kem gözlerle bakanların gözlerinden güz yaşları ve cam kırıkları aksın. Seni kıskananların diline acı biber sürsünler. Aşk şekeri bir kadınsın. Şarkıların hem ağzımızda eriyor hem de kalbimizde bir yumruk gibi takılı kalıyor. Senin bal küpüne düşmek için bey arı olmak isterdim. Şarkıların kalbimizi acıktırıyor ve senin su gibi akan yüzüne ve arkadaşlığına doyulmuyor. Gülüşünle dünyanın yaralarını sarıyorsun. İyiliğinle ve cömertliğinle yoksul çocukların üşümüyor elleri. Aşkın ve gönüllerin göğüne sığmayan kocaman bir sıcaklıksın. Sen seçilmiş, tek başına çağıldayan bir çağsın ve seçen sensin. Dost ve seçicisin. İncelikler şiirisin ve çok şirinsin. Gönüller meclisinde demlenmiş bir cansın. Aşk kumaşından derviş hırkası giyinmiş gibi bir kadınsın. Düşler denizine demir atmış tek başına yüzen bir gemisin. Sahil de sensin liman da. Şarkılar dükkânın ve ruhun hep açık kalsın. Seni yaratan Allaha şükürler olsun ki, terzinin ellerinden, senin kalbinden öpülür. Seni seviyorum arkadaşım, canım, canım, cancağzım.’ Kadın, gülümseyerek Rumi’den bir dize okudu:

“Bir ağacım dallarımda eğitimli bir papağan, sessizliğim, düşünceyim ve sesim. Bir flütten gelen müzikli hava, bir ta-şın kıvılcımıyım, parlayan gülüm ve bülbülüm kaybolmuş bir ıtır içinde!”


“57 Model Chevrolet ya da Küçük Caz Şarkıları” adlı kitabından

Hiç yorum yok: