Şiirleri, Diri Ozanlar Derneği, Yalnızlar Mektebi vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Kaynaklar:
Şiirlerinden
Seçmeler:
GÜZ
RENGİ ÇİÇEKLER
önce şehirden kovulduk sonra denizden,
yeşilden ve köyümüzden
yetmiş iki kere yurtsuz kaldık, kimseye de
soramadık sebebini
oysa yağmuru seviyorduk; rüzgârın ve
şemsiyenin kibrine rağmen
yetmiş iki kere yurtsuz kaldık biz
kimsesizler mezarlığında ölü bulunduk
–nereye gitsek hiçbir yerdeyiz–
önce sayımız az idi, sonra çoğaldık git
gide, büyüdükçe büyüdük
derken sığmaz olduk yer küreye –oysa biter
miydi bizim çilemiz?
dünyanın herhangi bir yerinde fazlalık
varsa onlar mutlaka bizdik
malumun ilamı:
kalabalıklaştık ve cezasını çektik: yine
kovulduk
üstüne itildik.. kakıldık.. şerefsizce
birilerine kakalandık
otobüs camlarından kesik yüzlerimize
baktık:
hiç kimseyiz
oysa vardık biz! yaşıyorduk, nefes
alıyorduk
bizim soluduğumuz havayı bir başkası
bir başkasının soluduğu havayı biz
soluyorduk
havanın kirliliği bizim ağız kokumuzdan
değil
onların fabrikalarındandı –yine de biz
suçlanıyorduk–
bahçemizde güz rengi çiçekler suluyorduk:
susuz kaldık
gaybın içinde gark olduk, kaybolduk ve
çokça korktuk
ölüme alışmak istemiyorduk; çünkü çocuktuk
28ocak2016
HÜZEL
1.
pazarda kaybolan çocukluğa inanırım
gecenin efsunluğuna ve çok yıldızlı bir
karanlığa
bereketli iftar sofralarına ve mutlaka sana
inanırım
kokulu mektuplara inanırım sonra
hayalsiz bırakılmış bir insanın çaresizliğine
inanırım gönle düşen bir sevdaya yekvücut
icabet edilmesine
gelmeyen otobüslere, korsan taksilere,
arkadaki boşluklara
küresel ısınmaya, ana haber bültenlerine
inanırım
çiçek satan çingenelerin kirli ellerine ve
sonsuz neşelerine, yarım ağız türkçelerine
inanırım
2.
sahne bir: ansızın dağlardan boşanan yağmur
ve
kızaran yanakların.
esas kız utandıkça güzelleşir
-ki ben utandıkça güzelleşmelere inanırım-
3.
belki arınırdık bu zamandan / aşırı iyimser
bir istek
fakat ben zamanın göreceliğe inanırım
belki kutsanırdı sevdamız ve belki de
çiçeksi bir bulut raks ederdi güneşle
-ihmal ettiğimiz tüm ihtimaller imha
edilirdi-
her şey tamam
ve hüzel
MÜLAYİM
KARINCALAR VE ÇİĞKÖFTECİ ÖMER USTA’NIN ZÜRAFALARI
kendinden bile
nefret eden bir insan
kimseyi sevemez bu
hayatta!
çünkü ona göre
herkes kusurludur
her karakter
defoludur
çünkü ona göre
kıçını klozete
oturtan her beden
bir şeyleri
kazanmak arzusuyla doludur!
kendinden bile
nefret eden bir insan
aşk'a kuşkulu
gözlerle bakar hep
çoğu zaman korkar
sevmekten
her ay başında
yıkar yastık kılıflarını
dolapları,
çekmeceleri, dünyanın en ücra köşelerini
bile naftalinler
çünkü ona göre
her yer ümraniye
çöplüğüdür
herkes suçludur
ve deliller apaçık
ortadadır
mahkemelere gerek
yoktur
nihai karar çoktan
verilmiştir:
her insan nefes
aldığı müddetçe
yaşamayacaktır!
ve sevgiye lüzum
yoktur
kendinden bile
nefret eden bir insan
şimdiye kadar bir
çiçek dahi koklamamıştır!
ona göre mesafeler
yoktur
aylık akbil vardır
iki kere iki her
zaman dörttür
hayal kurmak,
ancak çocukların
oynayabildiği
bir oyundur
ve bir karınca
asla
bir zürafaya aşık
olmamalıdır!
kendinden bile
nefret eden bir insan
kurmamıştır
hayatında kısacık bir devrik cümle!
çünkü ona göre
yüklem her zaman
cümlenin sonunda olmalıdır
ve ölmek, basit
yapılı bir yüklemdir!
leyleklerin ömrü
ortalama yetmiş yıldır
ama leylekler bile
on beşinden sonra
göç etmekten sıkılır
kendinden bile
nefret eden bir insan
nabzının attığı
kadar tanır seni!
ve hayatında
okumamıştır hiç edip cansever'i
kendinden bile
nefret eden bir insan
...
ya gidip ülkesinde
politikacı olmuştur
ya da şeytanın
yanında hizmetçi!
ikibinonüç.
ÖLÜ
BİR BALIK VE PAZAR RİTÜELLERİ
bugün günlerden pazar, ölür canseverler
günlerden pazar bugün, açar karanfiller
bilirim senin pazar günleriyle aran yoktur
ve bulgur pilavıyla ve barbunyayla
fakat üzülerek belirtmeliyim ki:
nefret etsen de her yedi günde bir o pazar
yaşanacak!
yalnızlıktan kapansan da evin en ücra
köşelerine
o parklar dolacak; o mangallar yapılacak
ve sen, yine, malum pazar günlerinin
birinde uyanacaksın
mesela bugün. hava parçalı bulutlu,
yağış yok, on 9 derece
bugün günlerden hep pazar
ve içinde muhafazakar bir anne
belki dokuz otuzda belki –cumartesi
ağırlığından–
on üç otuzda uyanacaksın. uyanacaksın;
ölüm zemheriler diyarında olacak, sen
yoksun
ölüm bir eskimo kabanının iç cebinde
olacak, sen yoksun
uyanacaksın!
pencereyi açacak fakat güneşe bakmayacaksın
balkona çıkacak fakat çiçekleri
sulamayacaksın
çünkü affı olmayan bir pazar bugün
günlerden:
cezalılar – heyhat!
belli başlı rutinlerin olacak: fırına
gideceksin
bir ekmek alacaksın –kepekli–
oradan bakkala geçeceksin, sigara
alacaksın, mahçupsun
çünkü bakkal veresiyeden bahsedecek
ölesiye dinleyeceksin; birden aklına
evde zeytin ezmesinin bittiği gelecek
–dank!
hüzünleneceksin, almaya yelteneceksin;
almayacaksın
hâlâ mahçupsun.. “ay başı” diyeceksin
yolunu tutacaksın evinin
merdivenlerde üst komşun Melahat Teyzeyle
karşılacaksın
Melahat Teyze duvar saatinden daha
dakiktir, asla şaşmaz
“günaydın” diyeceksin “günaydın kızım”
diyecek
ve bir daha otuz yıl boyunca susmayacak
bir bir cevap vereceksin Melahat Teyzenin
sorularına
okulunu soracak “iyi gidiyor çok şükür”
diyeceksin
halbuki okulu aylar evvel bıraktın
konfeksiyoncuda çalışıyorsun
Melahat Teyze bunu asla bilmeyecek
Melahat Teyze iki torunu olduğunu da asla
bilmeyecek
eve gireceksin
balıkların yemini verirken öldüklerini fark
edeceksin
“yine mi” diyeceksin –bu ne acı bir sorudur
ya rabbi
hemen oracıkta cenaze işlemlerine
başlayacaksın
ağlamayacaksın
çünkü daha önce o balıklar için zilyon defa
ağladın
ve hiçbir balık gözyaşlarına bakıp ölmekten
vazgeçmedi
artık bunu sen de anladın
Yalnızlar
Mektebi, Sayı: 10
Batuhan
DURAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder