Fotoğraflar: Özgür Zeybek'e ait olup kişisel sitesinden alınmıştır.
(10 Kasım 1979, Turgutlu
/ Manisa - )
Dış Ticaret ve İktisat öğrenimi gördü. Uzun
yıllardır fotoğraf çalışmalarını sürdüren Zeybek ilk kişisel stüdyosunu 2011
yılında, ilk kişisel sergisini ise 2010 yılında açtı. 2012 yılından bu yana
fotoğrafçılık alanında hizmet veriyor. Bugüne kadar pek çok edebiyat dergisinin
yayın kurulunda ve seçici kurulunda yer alan Zeybek, 2017 yılında yayına
başlayacak olan, "Sakin Oda" isimli kültür ve sanat seçkisi içeren internet
sitesi çalışmalarını sürdürüyor. 1999 yılında, M. Özgür Mutlu ve Olcay Özmen ile Vesaire Fanzin’i hazırladı. Manisa’da
yaşıyor, evli ve bir çocuk babası.
1999 yılından bu yana şiirleri,
öyküleri, yazıları ve söyleşileri Aletheia,
Aykırı Sanat, Ayrıntı, Bireylikler, Düşe Yazma, Edebiyatta Üç Nokta, Gediz, Imagine,
Koridor, Kum Edebiyat, Kurgu, Milliyet Sanat, Muzica, Öteki-siz, Papirüs, Patika,
Sandal, Şiirden, Vesaire vb. gibi dergi ve fanzinlerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
&
Ne Meşhur Silahtı Aşk (2011, Kanguru Yayınları, Ank., 80
s.)
&
Kuşlarla Uzak (2018, Şiirden Yayınları, İst.)
Kaynaklar:
Hakkında
Yazılan Yazılardan Alıntılar:
/ “Özgür Zeybek
kelimeleri usulca yerleştiriyor şiirin kılcal damarlarına. Titreşimsiz
bırakıyor, soluk aldığını duyduğunuz kelime aralarına kattığı harç; kıvamında, yoğun, kesif ve dingin: fazlalık
taşırmıyor. İstiflenen duygu ve kelimeler düzenine yaklaşırken rahatlık
duyuyorsunuz. Onu ezberler gibi okuyorsunuz. İçinize işleyen bir duygu seli. Ön
tema'sı aşk. Bel bağladığı, tüm kararların ordan çıktığı. Hayatın içinden
koparıyor yazdıklarını. Bir de Ege kokusuyla sıcak ve yakıcı. Küçük kalp atışlarıyla
'beni öp, bu evi başıma yık' diye
kendini haklı çıkarmayan kavgasını aktarıyor. ‘İçimden bir organ çek’ diyecek
kadar içten ve değiştirime açık. ‘Aşk mektuplarından yapılıp fırlatılan
uçaklar’ kadar rüzgarlı.Saçlarını kurban
ettiği aşkını anlatıyor. Deniz kokan, onu her yakada saran aşkını. 'Beni
ağlamak için sakla' dediğinden daha
duyarlı. Gitmek, kalmak ve aşkın her
türlü hali. Özgür Zeybek'te yaşadığı, karar verdiği her şey inandığı aşkın
çemberinden geçirilmiş.Hayattan nakaratları yazıyor. Çekmecesinde sakladığı
kelimeleri, defter arasında kuruttuğu yapraklar arasında değerlenmiş, ince
yerleştirmesiyle sunuyor. Yerinde koşturuyor, yerinde yakınıyor. Sonunda gene
kalp içinden saydam tele tutunuyor.
Özgür Zeybek'te Necatigil'in küçük
sokaklarında gezinen, onun eksiltilmiş dilini tutkuyla yoğuran bir yaşam
neferinin sesini duydum. Özentisiz, kendiliğinden ve aşk hırsının tanınmaz
duvarından düşürülmüş dizelerle.”
Hüseyin Peker
/ “Ne Meşhur Silahtı
Aşk, her şeyden önce gecikmiş bir ilk kitap. Özgür Zeybek imzasını son on yılda
sık olmasa da hemen her yerde gördüm, görmekten geldim. Bir şairin bir şairi
görme/duyma sevabını Dağlarca'dan değil İlhan Berk'ten öğrendim çünkü.
Türk şiirini iyi özümsemiş olan Zeybek,
şiire ve aşka “sen” diye seslenmesiyle de kendini çabucak şiirin içine atıyor.
Bundan olacak, içindeki ses biraz meczûp biraz yâr sesine terzi aşk-ı şeydâ !
Yer yer Ege duyarlılığıyla derdini söylemeye çalışsa da Özgür Zeybek aşk ve
travmalardan ötürü bir o kadar da Akdenizli.
Hüseyin Alemdar
/ “Özgür Zeybek ilk
gençlik yıllarının kelebekler gibi uçuştuğu ‘Kuşlarla Uzak’ adlı şiir kitabında
dilin olanaklarını özgür ve özgün bir şekilde geliştirerek muhteşem bir imge
dünyasına uçuruyor bizi. İnceden inceye sezdirdiği mesaj ve felsefi kayganlıklarla
örülü şiirleriyle benim Türk Şiiri için aradığım bir şair.
Daha açık söylersem: Türk Şiirini kirinde
temizleyecek bir şair.
Hiç gürültü ve patırtı yapmadan köşesinde
sessizce şiirini büyütüyor:
‘’fotoğraflara sürte sürte incelttim
gözlerimi
bu yıldızsız ve külhani karanlıkta ‘’
‘’sana bu şiiri mahallenin çocuklarından
gizli yazıyorum
telaşlı kedilerin arasından fırlatıyorum
ya gerersin göğsünü, ya eğersin başını
ben bütün canımı kullanıyorum’’
Özgür Zeybek sessizce ve gizlice yazıyor.
Mahalleni çocukları bilmiyor ama yaşamın her teline vura vura yazıyor
şiirlerini. Sözcükleri kaza kaza çıkarıyor yeryüzüne. Bir imge ustası olan
Özgür Zeybek’ten çok umutluyum.”
Özkan Mert
/ “Özgür Zeybek,
küçük harflerle mutluluğun sesini uzatıyor önümüze. Kuş dilinden mektuplar
yazdığını söylüyor atletlerine, bazen kuş ötüşü kadar narin tellendiriyor bunu;
gerek uyaklarla, gerek yürek çınlamalarıyla.
Atlasa koşan çocuk dediği kadar var
kendinden söz ederken.
"Aşık olan herkes, gözleri açık
ölür" yazan birinin kederi ve adım sesleri var dizelerde.
Olanca kuvvetiyle hüzne çağıran; ayrıca
umut dolu hep: kendine bağlı ve tekrarlamaktan sakınmayan...
'küstüm, bitmedi' diyor bir şiirinde.
onun kendiyle olan hesaplaşması bitmeyecek, hep sizi de ortak edecek koşusuna.
Telaşlı bir söyleyiş, mahallenin
kedilerinden selam getirmiş kadar içten..
Onun sesini hep bir ağacın devrilirken
çıkardığı çıtırtıyla bekleyin odanıza,
kuşlarla uzak ama yürek çağrımızla
oldukça yakın biri: “
Hüseyin Peker
Şiirlerinden
Seçmeler:
AŞK
MUNSABB
gökyüzü ağırıma gidiyor, eğdim başımı
çocukluğum, döner misin akşam ezanından önce
bir şarkının sus yerinden
başka bir şarkının sen yerine koşuyorum
iki(e)lem tutuyorum ensemin içinde
güz bir gürz gibi sallanıyor başucumda
dilimdeki akrep çekiyor, ağzımdaki sigarayı
yeniden yıkıyorum gözlerimi Eylül sonlarına
yeniden öğreniyorum annemden
papatyalardan taç yapmayı, sabrı
-
sevişmesinler diye,
ayaklarından toprağa bağlanmışlarsa
siz, birbirine yakın dikin
meczûb değilim, ben aşk-ı şeyda
gökyüzü ağırıma gidiyor, eğdim başımı
ayaklarıma yapışan bu kentte
öpüştüğümüz caddeler patlıyor, sokak sokak
öyle cesur, bir başıma kalamıyorum
işte sen ! yüreğimi suda sektiren
tırnaklarım yüzüme gömülü bekliyorum
aksak bir ritimle dirseklerim, titriyorum
gemiciler denizle tutuklanır, aşk munsabb
bir bardak su gibi duruyor hayalimde
gözlerin
gözlerimi Ege’ye bağlıyor özlemin
Al ! sana gönderiyorum
bu yağmurdan uçurtmayı
Ankara’nın da deniz kokan bir yeri var mı?
“Ne
Meşhur Silahtı Aşk” adlı kitabından
EN
TANIMSIZ CİNAYET: AŞK
I
Ağzımda demir döven işçiler,
dilim balyoz gibi damağıma vuruyor.
Kalbimin tomografisi çekiliyor,
daha iyi görünmek için, gülümsüyorsun.
II
Gözlerinin içinde, sus pus’uyor,
binlerce nakaratla uyanıyor şehir kınından.
Diyorum ki; bir sudur aşk diye tuttuğun,
ne kadar sıkarsan elini, o kadar kaçacak
avucundan.
III
Ağzımda köpekler uluyor,
içimde gümüş bir nefesin depremi.
Gün oluyor her şey..
Güne karışıyor aklımızdaki en meşhur şey.
IV
Gün de kaygılı kitaplar gibi ağır sözlerle
başlıyor,
dayanılmaz karanlığın annesi uçurum,
soruyor.
Her bıçağa bir katil düşecek mi?
V
Ve dönerken Tanrı'nın ışıklı çemberi,
incecik bir kadın belidir o dediğin...
hafız’A’nlam
kaldırımlar altında ezdiği kollarım
nasıl sarılmışsa rüzgar ağacına
Yusuf unutmadı
ben unutamadım
hatırlayamadın
tanışmıştık biz seninle
sulardan şarkı yapıyordu genç bir adam
kumrular söylüyordu
okul zilleri çalmadan
ezan okunmadan
dokunmadan terli anlın
tren camlarına henüz
ben unutmadım
unutamadı raylar
hatırlayamadın
gitmiştik seninle biz
uzak değildi Ankara, o zamanlar
çamaşır ipleri arasında zıplayan kuşlar
tövbe ettiğimiz gökyüzü
adını değiştirdiğimiz sokaklar
tokaların ve düşürdüğün kan
değiştirmedim hiçbirinin yerini
yalnız mavisi soldu biraz gökyüzünün
birde yeni isimler
anlıyor musun?
heryerde aynı şarkıyı söylemiyor
kapanmış meyhanelerden dağılan
darmadağın aşıklar
heryerde cömert değil toprak
kaldırımlar altında ezdiği kollarım
duruyor yerli yerinde
ellerimin dudakları ıslak
ama tarif arıyorum neslime
Türkçe ağlıyorum
dilsiz özlüyorum seni
kuş dilinden mektuplar yazıp
atletlerime, göndermiyorum
seviştiklerimizi
ama biz mektuplar yazarmışız birbirimize
unutmamış
unutamamışsın
hatırlayamıyorum
anlıyor musun
“İfrazat”
adlı
kitabından
ÖP
BENİ
çoluk çocuk demeden öldürüyorlar
yine de gözlerin gülümsetiyor
utanmadım hiç
aşkta da, savaştaki gibi
mübah cinayetler var değil mi?
kaldır kollarını,
ellerini birleştir
boynumun arkasında
burnunu, burnuma yasla
gazze’de patlarken bir bomba daha
öp beni,
öyle öp ki
duyurma !
bu da benim ihanetim.
şansını sorguladıkça bir adam,
Afganistan’da mayına basan çocuklar geliyor
aklıma
öyle ki, Irak’ta, Suriye’de ve Lübnan’da
üşüyen boynuna atkı sarınca benim canım
kardeşim
boynunu kopardıkları çocuklar sonra,
yine de bir çırpınışı var kirpiklerinin
usul usul değiştiren zamanı
utanmadım hiç
gözlerime bak
kaldır alnını,
alnıma yasla
öp beni,
öyle öp ki
hatırlatma !
bu da benim felaketim
dinle! gün doğacak birazdan
bağıra çağıra uyanacak şehir
uykusuz çocuklar geliyor aklıma
yardım et ! müzik aç, bi'şeyler yap
yine de bir dans edişi var ellerinin
utanmadım hiç
kapat perdeleri,
saçlarımı okşa
dizlerinde uyut sonra,
dudaklarını
dudaklarıma yasla
n’olur ölecekse bir çocuk daha
öyle öp
öyle öp ki
uyandırma !
bu da benim cinayetim..
“İfrazat”
adlı
kitabından
SAATLER
TENİME İŞGAL
kalemi oynattıkça içime yürüyor kurşun
uzun, rütbesiz
kelimeler kalır mıydı aklında çocuğun
hırçınlanmış yüzüyle daha derin
akrep koynuna kusarsa
suya,
üzeri jiletlenmiş bir kalp düşerse
kuzeye, hep kuzeye uçan aşklardan
suya, parmak buz tutarsa
aşkta endişe sağır gardiyansa
uykusuzluğuna konacak er erkek kuş
-iki kanadı, iki mektup-
çıkıp kurşun yaralarından bedenimin
yaralar: sefil savaşta onurlu kahraman
aşk: miğferin, miğferim benim
gözleri hep pazartesi, çocuk...
korkunç iğneler taşırlar gözkapaklarında
gelinler. İçine devrilen hacıyatmazın
bozduğu yemin, çözdüğü bekaret,
uzun ışıklarla gözlerinde kentlenen
hayaller
hala kirletiyorsa duvağını
bak! bir gemi
bir ömrü götürüyor, yırtarak beyazını...
uğurböcekleri saatler kadar...
zaman durur olduğu yerde
akarsan sen akarsın
yalınayak uyanırken sabahlarıma
şans değil, yatakta soğuyan yerinde
ellerin, gözlerim quartz
yüklü şimdi
dur o savaşın en işgal yerinde
ellerinde kibritler,
ellerinde ellerim
dudaklarımın bütün özlemiyle, kum
bıçaklanır gibi, kın
sızarken sızlayan dudaklarına, cam
bak! bir gemi
saatleri götürüyor, yırtarak mavisini...
iz, sır ve düş
kimin ölen oğluyum ben anne
kimin diri göğsüyüm
içime eriyen mum
kimin uykusuna damlar
alnımdan akan rütbesiz terim
yürürken içime kurşunu kalemin
“Ne
Meşhur Silahtı Aşk” adlı kitabından
ŞEREFE
hadi gel, seninle
bazı şeylerin olmayışına içelim
boynumuzdaki zincirler,
hangi salıncaklarınsa
o çocukları anlat bana
bazı trenlerin varamayışına içelim
kurşun gibi geçtiğin şehirler
hangi umutlarınsa,
o çocukları anlat
göğsümüze lacivert kanatlı
heyecanlı kuşlar çizelim
eflatun bir klarnetin içinden
duyulmayışına bazı şarkıların
geçip, gidelim
sonra kırmızı çatılarında evlerin
uğursuz kediler sevelim
bir nazar boncuğu iken
göğsümüzde nikotin ağrısı
gel, seninle
bazı mektupların yanmayışına içelim
bir türlü kapanmayan zarflar
hangi adreslerinse
o sokakları anlat
tek renkli bir hüzne
türlü renklerden çaputlar seçelim
hadi gel, seninle
bazı şeylerin olmayışına içelim
“İfrazat”
adlı
kitabından
TAHAMMÜL
kıvır geçtiğin yolların köşelerini
aralarına güller koy
ah! ne korkunç şey şu ayna
hatırlamak için
unutmak gerek
unutma!
topraktan içeri, kalbimden dışarı
dünyaya taşırdığım aşk için
ağzımdan kaçırdığım öpücük,
dilinden ısırsığım tövbe,
sen için
olan için
bitmesinler için
gözümün yaşından,elimin telaşından
tahammül ettiğin düğümler
olur mu böyle aşk dedikleri
ben sevdim oldu trenleri
bakıyoruz içimizden ikimize
dışımızdan kendimize sarkıyoruz
sonra pelerinli olsa bütün kız çocukları
ellerinde meşaleler erkek olanların
sabahları güneşle esip dokundum heryerine
sen işe giderken, saçlarına ençok
kumrular bağırdı her köşede
ezan sesi, insan sesi, yatağımın sesi
çığlık bastırdı yüzüme, ellerimi tuttu
günah
ayaklarıma oturdu cesaret
uyanakaldım.
ah ki hala anlamadın
uçurtmalar neresinde taşır rüzgarı
aşıklar neresinde
çocuklarını, mektuplarını
su’dan dünyaya, kusurdan hayata sarkıyorum
düşer miyim?
düşerim ya elbet
uçarsam diye korkuyorum
ne
korkunç şey şu ayna
kendime uzandıkça, sana dokunuyorum
tahammül edemiyorum
“İfrazat”
adlı
kitabından
..YA
DA SUSARAK GİTTİ(L)ER
yine o eski cafe’de buluşalım
çünkü; en çok oraya dönemem
nabız ki; şakaklarıma çevirdiğim en
huzursuz silah
kendime doğru oynadığım en deneyimli piyon
eşkali avuçlarda gizli bir sesle dolaşıyor
parklarda
iyimser zamanın katil oyuklarında bir vaha
ki
yeryüzünün bütün sularını içime çekerim
anımsadıkça
hani saçların rapunzeldi, henüz yeni
kararıyordu hava
giderken gözlerinden bir dip not gibi
düşmüştün omzuma
omzundan vurulan o savaşçının kemikleri
uzuyordu hala
suya düşüyordu aşk mektuplarından yapılıp
fırlatılan uçaklar
üstelik imza atılmamıştı hiçbir tutanağa,
eriyordu buz
acının imtihan ettiği bir şehir, limanları
yeşile boyayan çocuk
(t)erk savaşı ve suyun sesi kanatırken
adalesini müziğin
sesleniyordu o yığılgan sesle, kuytuna
vuran soluk;
- kırmızı bir satranç tahtasında bembeyaz
ölen şah
soluk ve barok yüzümdeki ayna yüzündeki
skalaya inat
ellerim saten ellerinde suçlu ve mat, hep
mat
aramda kızgın sular yüklü öksüz bir nehir
seninle daha da tekil, kanını
pıhtılaştırarak
damarlarına eridiğimiz çoğul hayat...
unutmak doğru değil acının içine yürüyen
doğurgan oğlunu
yasaklanmış bir bulmacanın en suikast
sorusu
ipek bir kırbaç kalkıyor dudaklarından
etime doğru
ağır naftalin kokan kelebek yırtarken
tenini bedenin
-bir yoldan başka bir yola uzanan aşklar al
kışlar-
pür intihar ve kar ardımız...
öyleyse;
sana saçlarımı kurban ediyorum, çocuk
yanını içimdeki
dişlenmiş yalnızlığın, sana sen olmak
mümkün mü artık
larını toplayarak pişmanlığın...
“Ne
Meşhur Silahtı Aşk” adlı kitabından
YATAK
yatağımda sen varken;
unuturdu her şey adını, kayıp, sir
adı konmamış bir bozkırın ortasında
sevişirdik, her yanımız sarı, toz ve yeşil
yatağımda sen varken;
elleri suya inen ağaç olurdum
ortasına uzanırdın, duru ve yorgun
bembeyaz,
nehir gibi, upuzun
yatağımda sen varken;
ağlamak ne çok yakışırdı bana
ne güzel kıvrılırdın, ne tuhaf
cevabını bilmediğim bilmece!
yatağımda sen varken
ne büyük huzurdu savaş
askerler damlardı terimizden
ne meşhur silahtı aşk
seni ıskalar kendimi vururdum
yatağımda sen varken.
“Ne
Meşhur Silahtı Aşk” adlı kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder