(15 Nisan (28
Aralık) 1971, Ortaören köyü, Elbistan / Kahramanmaraş - )
İlkokulu köyünde, ortaokulu
Elbistan’da, liseyi Kahramanmaraş’ta tamamladı. (1988). Fırat Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi (1994). Aynı yıl
Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde
Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. Aynı üniversitenin Sosyal
Bilimler Enstitüsünce yürütülen Yüksek Lisans Programı çerçevesinde Yeni Türk
Edebiyatı Ana Bilim Dalında, “Sezai
Karakoç’un Şiirlerinde Kadın ve Aşk Olgusu” adlı teziyle mezun oldu (1998).
Doktora eğitimini yapmak üzere YÖK Kanununun 35. Maddesiyle, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüne görevlendirildi (2002). “Cumhuriyet Dönemi Roman Kahramanlarında
Kültürel Bocalama” başlıklı teziyle Doktorasını tamamladı (2009). Bir süre
Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde
görev yaptı (2009-2010). Daha sonra Ardahan Üniversitesi İnsani Bilimler ve
Edebiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak çalıştı (2010-2012). Halen İstanbul
Kültür Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde
öğretim üyesidir. Üniversitede okurken bir grup arkadaşıyla Nilüfer isminde bir
dergi çıkarttı. “Türk Edebiyatı” dergisinin yayın yönetmenliğini yapıyor. İstanbul’da
yaşıyor; evli.
Şiirleri, öyküleri, yazıları ve söyleşileri Bizim
Külliye, Dergâh, Dil ve Edebiyat, Gerçek Hayat, Nilüfer, Süveydâ, Şiiri
Özlüyorum, Türk Dili, Türk Edebiyatı, Yedi İklim, Yom Sanat gibi dergilerde
yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Su (2004, Babıali Kültür, 111 s.)
& Kalaycının Dediği (2015, Okur Kitaplığı, İst., 112 s.)
Öykü
Kitapları:
& Kentin Haberi Yok - Sessiz Hikayeler (2012, Kesit
Yayınları, İst., 131 s.)
& Cennetin Son Saatleri - Sessiz Hikayeler (2015, Ötüken
Neşriyat, İst., 151 s.)
Deneme, İnceleme, Eleştiri Kitapları:
& Günebakan - Yeni Türk Edebiyatı Değerlendirmeleri (2012, Kesit
Yayınları, İst., 213 s.)
& Muhan Bali’ye Mektuplar (Araştırma-İnceleme;
2015, Kesit Yayınları, İst., 272 s.; Kitapta on yedisi Prof. Dr. Mehmet
Kaplan’a, on dördü Turgut Günay’a, üçü Behçet Necatigil’e, dördü Orhan Şaik
Gökyay’a, dördü Andreas Tietze’ye, altısı Cemil Cahit Güzelbey’e, on biri Talat
Sait Halman’a, onu İnal Cem Aşkun’a, ikisi M. Sabri Koz’a ve yedisi Uğur
İbrahimhakkıoğlu’na ait olmak üzere toplam yetmiş dokuz mektup yer almaktadır.)
Şiirlerinden
Seçmeler:
RÜYAYDI
I
rüyaydı bir rüyadan akan saçlarınla gelişin
ikindi sonrası gelir gibi öldükten hemen
sonra
çok var kalbimin atışını dinlemedim
çoktur bir ölünün elini aramadım kendi
ellerimde
rüyaydı ölmeyi de unutur insan diyerek
tekrarladığımız
kim var öldükten sonra unutmayan ölmeyi
kim kendi aşkının tanrıçası olarak
yükselenlerden
yahut bir tanrı yanılgısıyla kendi aşkına
uygun kadın yaratarak
ölmeden önce hatırlamadığımız ölümü
kim var öldükten sonra yanında taşıyan
aşkı böyle mi okumalı ölümün ağzıyla
II
rüyaydı uykudan ve ölümden evvel göğsümüze
oturan
kapıda bir çıngırak gibi asılı duran
yahut içinden geçildikçe öten perdeler
-bize uzak doğu/mu hatırlatan çın çın ya da
çin çin-
o fağfur kâsenin ağzından boşalan dünya çay
gibi
öylece ölüp gittin benden benzersiz bir ses
bırakarak
uzun asırlar sonra bir kitabın arasında
kurumuş bir çiçek gibi bir ses kapıda bir
renk gibi
ağzım sonsuz bir çölün tadını diziyor söz
ipine
rüya en güzel kelime en acı en gerçek
rüya bir çölün sonsuzluğuna çeper çünkü
kalbin hükmünün okunduğu tek ülke
III
rüzgârdı kalbinin bir yanı yazının rengi
mektupların sırrı
her akşam okunup katlanan uzaklardı
rüyayı da okuyup katlayarak yaşıyoruz belki
ölümü de katlayıp çoğaltarak
çünkü göğsümün sol yanında parlayan bir
ocak gibi adın
ağzımın kenarında kanayan kızıl bir lâle
ölüm karda yürüyen beyaz bir gölge gibi
sokuluyor
rüyada öleceğim biliyorum gerçek bir ölümle
rüyaydı bir rüyadan akan saçlarınla gelişin
Yedi İklim, Haziran 2012
TECELLİ
canımın ocağa düştüğü yerde bir ağaç
bir ağaç filizlenir diye oturup bekliyordum
siz bana “gel” dediniz orada ay vardı
çocuklarının gözlerine arpacık için
sarımsak süren kadınlar
ruhtan yalnızca onlar anlıyorlardı
onlardan geçerek geldim dedim ya ay vardı
orada
orada saçlarını toplayarak yatan ölülerin
haberi dolaşıyordu
kubbelerin bir su damlası gibi sessiz
sessiz uğuldadığı
bize meleklerine ateşi söndürmeyi emreden
tanrıyı anlatır gibi uzattınız elinizi
orada ölüme aşı yapan rençberler içinde
gezinip durdum günlerce
bir tazı gibi koşan ayrılığı geçtim bir
hamlede
elmaların içine saklanmış şeytanı
kanımla bilediğim bıçakla doğradım
ayın üstüne kan damlayacak sandımdı
irkilerek gölgemden
kapkara taşları ruhumla boyayarak yol
yaptımdı
oysa dudaklarınızdan uçan mercan kuşu
-daha önce görülmemiş miydi-
konacak dal ararken bulmuştu yüreğimin en
titrek yaprağını
içimden insan fışkırıyordu hançeri nereme
vursam
ve sizin bunda parmağınız vardı bir de
gözleriniz
kurşun bir koku gibi sokuluyor dağlarda
beklerken
alıp götürmesinler diye geceyi
ikimiz bir çıkrığın sesiyle ağlarken avluyu
kaç kere dolaşıyor aynı rüzgâr
ileride kubbelerin altında dünyayı
omuzlarının üstünden seyredenlerin
gözlerinin toprak olmadığını söyleyin bana
toprağı ve kurşunu eriten gözlerinizin
hatırı için
ölümle hafifliyor insan bunu toprağı
dinleyerek öğrendim
çiçekler renginden yıkanırken hafifliyor
yaşadıkça bir kanat dileyin tanrıdan bizim
için
yaşamak ağır ağır geliyor yaşamak ağır
geliyor
aşk aşığın olmadığı yerde de vardır
toprağa çizerken kalbimin haritasını bir
ağaç dalıyla
bunu böylece söyledinizdi
köpüklerin ışığının nasıl toplanacağını
talim ediyorduk saçlarınızla
ben yalnız ölümü talim etmek istiyordum
gözlerinizin önünde
ölümü sizin gözlerinizle görmek için
alçıdan günahlar işledik alçıdan ve
kireçten
hiç kimsenin inancı geçemedi kendi putunu
biz geldik ve kapında çöl develeri gibi
yorgun duruverdik
gölgemizin duvarları kana boyadığı bir
vakitti
taşların kırılan yerlerinden güvercinler
fışkırıyordu gömgök
canımın ocağa düştüğü yerde bir ağaç filizleniyordu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder