(1978 - )
Şiirleri ve yazıları Akatalpa, Edebiyatta
Üç Nokta, Eliz Edebiyat, Heves, Sonra Edebiyat, Varlık, Yasakmeyve gibi dergilerde
yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Orontes Mensurları (2014, Islık Yayınları, İst., 88 s.)
Çevirileri:
& Maya Angelou, Kafesteki Kuşun Şarkısı (Seçilmiş şiirler;
2015, Ayrıntı Yayınları, İst., 176 s.)
Şiirlerinden
Seçmeler:
BALABAN’IN ANLATTIĞIDIR
“simurg, kuşların gönüllerinden sabrı ve
kararı aldı. aşkları birken yüz bin oldu.”
feridüddin-i attar
nereye tutunsam bir
yangın artığı
bir bahar eskisi
hangi kadını öpsem
kınsız yatağan ve
sinsi bıçak dünyasında
bana aşkı anlatma
ey sararmış kitap
mürekkep kurur,
sular durulur
gün ayazında
çırçıplak kalırsın
ben bir ses
arıyordum ey eski zaman yazıtları
ey tirşe gölgeler
sustu mu
çağlayacak, korkutacaktı tiranları
mezmurlar sussa ne
başlayacak ki ardından
hiçbir şeyse
kabulümdür
kabulümdür ancak
uğultulu bir sessizlik
yârim benim kanayan
yerim,
benim ağrıyan
yerim.
ne adanmışsa sana
söküp at
at ki kuzgunlar
üleşsin
yatırlardan
korkmayasın diye
çaputlar bağlıyorum
o bilge ağaca
günü görünce
sevinmek niye
niye umutlanmak
denizin kokusuyla
çıplak ayaklı
nebilerin ak sakalları vardı
onlar korurdu
taşlanmış mukaddes fahişeleri
çiçekli evlerden ve
çıkrıklardan ve kuyulardan önce
yaban hayvanlar
şehirlere küsmemişken daha
her gün bir
efsaneye gebe, her an ilahi bir müjdeyken
söz kirlenmeden
önce ve ses burulmadan önce
seviştim ahitlerden
sakince çıkıp gelen fahişelerle
fahişeler kana
kesmiş birer ucube doğurdular
ve rivayet odur ki
adsız tanrılar emzirmektedir onları hâlâ
Akatalpa, Sayı: 116, Ağustos 2009
KAN
“unutulmuş bir ihtilal bildirisinin arkasına
yazılmıştır”
devrildi mevsimin
ak sancağı
karardı her yer
örtüldü pencereler
baharla mı
aldatacaklar beni
kuşlarla mı
kitaplarla mı
kapattığım kapılar
aldanmışlığımdır
benim
kıvıldayan
akkurtlar benim
özkardeşlerim
toprak çürüdükten
sonra nefret neye
yarar
ne yana gidilir
harita alkanlar
içindeyken
güz bile değil
yaprağın sararması
tırnağın uzaması
ölüm bile değil
kıyamı bildim ve
gördüm kıblelerin
ihanetini
nasıl da koşuşurduk
uğruna
gökçekimlerinin
genç ölüler tutardı
ihtilallerin güncesini
bir kan bilirdi
bir ben bilirdim
işleyen
rotatiflerin kıymetini
geldi ki sonu
gelmez sandığımız
tuttuk dinledik
tevekkül hain
dostumuzdu
ey kardaşlar ey
yaranlar imdi sözüm vardır size
unutun adlarınızı
onlar size titreyen
nabızlardan başka ne verdiler
değil mi ki her yer
günlük güneşlikti
değil mi ki
kırılmıştı kabuklar
sıkılı yumruklarla
umut terennüm edilirdi
merhaba mı diyelim
şimdi elveda mı
siz yarası soğumuş
kızgın bakışlarım
kendini bükülmez
sanan dizlerim benim
sözle başlamıştı
her şey, söz bir büyüydü
yaşamaksa bir
kabullenişti ancak
yazılmış tarihleri
unutun artık
karanlık daha çok
anlatır günden
bir tek sorum var
zaman sefihlerine
ben neyi unutacağım
ey biliciler
ve neyi hatırlayacağım
ey susayna eskileri
ağudur suyun
anlattığı
söz biter ve
kapanır kuyular
KÜL
yakın mı uzak mı o
yaralı yüz
o saydam bakış o
kapalı kapılar
yeni mi dersiniz
erguvanın bu hırçın rengi
dönenip duran bu
harmaniler
neden kara ve
yakaları kirli
her şey yerli
yerinde mi ey mağrur zaman
için için akan bir
ırmakta gizlenen tabutum
söz dinleyen
ellerim
gürültüyle devrilen
günün altında verilmiş sözler
saklı sevinçleri
derdest eden
bin yıldır beklenip
de verilmemiş sözler
düş neye yarar
hatırayı unutturmaktan başka
uykuma közlenmiş
ateşiyle bedenler biçiyor
atlas yükünden yük
beğeniyor sırtıma o ihtilal şarkısı
her gece evreni
yıkıp da yeniden kuran kim
siz misiniz
harflere tılsımlar bağışlayan
lanetlenmiş
şiirleri kulağıma fısıldayan siz misiniz ey
alıştım her sözüne
babil’de adımı unuttuğumdan beri
şaşırt beni, ak
göğüslerini göster
yazık ki ellerimi
de aldı düşlerim
ellerim tedirgin
birer balıkçıldı benim
bir kavafın oğlu
olsaydım
bırakıp giderdim
ardımda bütün şehirleri
eskiyen
ayakkaplarıma aldırmadan hem de
ama buradayım işte,
bu kum gibi dağılan odada
bir ümmi dervişsem
kim anlatıyor bu hikâyeleri
ben kanıyorum ey
sisli sokaklar ben ve benim çıplak ayaklarım
kan, benim kanım
yeter mi söylenmemişi söylemeye
ve hangi aşk
göğerir bin yıllık söz kirlenince
kuyulardan güzel
çocuklar mı çıkardı
tiril tiril teriyle
açılır mıydı özleyen babaların gözleri
su böyle paslanmadan
önce
ey göğe sürülmüş
alınyazım, karakaderim
mutluluk
çıkıp gelsen sana
korkak diyeceğim
irişti vakti
sonsözü söylemenin
bana kaldı gün
başaklarını yakan o lanetli kıvılcım
potada cezbeyle
eriyen metal ve
yabanda adını
hatırlamak için bavkırançakal ve
gecenin
gözlerindeki puhu ve
sabahın yelinden
bilinen açık kalmış uykusu
kapalı
kapılaryaralı yüzsaydam bakış
ne varsa apaçık
yazılacak elbet tedirgin ellerim
ta sin mim
KÜN
kalu belada duydum
sesini ben o gündür seni ararım
o gündür seni
ararım ayaklanmaların ilk kargışlarında
bir eskimiş saat
bekler çıkmaz sokaklarda, ıssız bulvarlarda
sana ne söyleyeyim
karakara odalarda içim buruk bile değil
bilmem uyuyakalır
mısın yaz akşamları tahta iskemleler toplanırken
bilmem, istemem
bilmeyi ellerinin yumuşaklığını aklının mavi rengini
kan oturmuş uzuvlarım
var gözlerim var görülmedik sen bilmezsin
kırık kalmış
selamlarım, pazar yıkanmalarım, yapılmamış ödevlerim
kaçıp uzak
koyakların yaprak kokularını bulsam da hep aynı yerdeyim
ölü bir dostun son
bakışına mı benziyorsun, acı gibi değil, değil matem gibi
dönüp dönüp seni
buluyorum sanki hep senden korktum hep sevdim seni
sanki sözlerin
altın varaklı kitaplarda çoğaldı açık yeşil torbalarda saklandı
sanki kün dedin bu
sokaklar o yüzden boş bu oda ondan dağınık
sinsi kâbuslar
tutarken elimden bilmecesini cevaplardım istiharelerin
ah ben ne çok
severdim yağ kutularından fışkıran fesleğenleri
açıl derdim
kapılara ve açılırlardı beni dışarıda bırakarak her seferinde
şiirler okurdum
hiçbir dilde yazılmamış, âşık olunmamış kadınlar severdim
intiharla biten
romanlar alırdım, anlardım ölümün sevgili bir sayvan olduğunu
köleler gölgeleri
özlerdi, ben utanırdım sana biriktirdiklerimden
gel de al bu
kesilmiş saçlarımı saçılmış uykularımı bitmemiş şiirlerimi
sen ol dersin ve
olur, dolar sokaklar taze kokular yükselir karakara odalardan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder