(30 Ağustos 1966, Karataş
/ Adana - )
Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü mezunu. Öğretmenlik yapıyor. İzmir'de yaşıyor.
İlk şiiri Mavi dergisinde yayımlandı. Şiirleri,
öyküleri, yazıları ve söyleşileri Akatalpa,
Akköy, Amanos Edebiyat, Askıda Öykü, Beri Gel Oğlan Beri Gel, Evrensel Kültür, İle,
Oğlan Bizim Kız Bizim, Öteki-siz, Sincan İstasyonu, Şiirden, Şiiri Özlüyorum, Varlık, Yeniyazı, Yolcu vb. gibi dergi ve
fanzinlerde yayımlandı.
Ödülleri:
2007
yılında “Düşkondu” isimli şiiri ile Ümraniye
Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Anne’ konulu 3. Geleneksel Şiir Yarışması’nda birinci oldu. “Kül Falı” adlı dosyasıyla 2008 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nü
aldı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Kül Falı (2008, Mayıs Yayınları, İzmir)
& Elmanın İlk Anlamı (2012, Yeniyazı Yayınları, İst.)
Şiirlerinden
Seçmeler:
AY SESİ
anlayıverdi gölgem
ölümün gerçek yüzünü
ve yalanını
duvarlarda çivili kitapların
giymeden tenimi
girdiği gölde
duymayınca
serinliğini balkıyan suyun
çöl kumunu eşeleyen
bir kumrunun umudu benimki
görüp göreceğim
başka bir kum tanesi
duyup duyacağım
karanlık boşluklardan
yeryüzüne
bırakılmış kristal bir ay sesi
niçin yavaştı
bildim…iştahla batan her kaşığın
çukurumuzu da
büyüttüğünü anlayanlar
neden çoğalmıştı
yalnızlığımızla bir
bakmayla yüz
bulduğumuz aynalar…gördüm
hayat tebdil gezen
ölüm dışarda
BİR SÖZCÜK HAYAT
aynada görüntüm
kadar kısa kaldım
bir göründüm bir
kayboldu ayna
camın aklına geldim
gövdemi bağladığım
toprağa gölgemi bağışladım
ardımdan döktüğüm
sular karşıladı beni
ne çok ses
eskittimse
dilinde kaldım
neyin
kulağıma üflenen
ömürmüş bilemedim
bana kadar ölüm
diye gelen
gürültüler içinde
bir oyun
kulaktan kulağa
oynanan
hayat
kestiğim
yerlerinden çoğalan kör solucan
dilimle kanırttığım
her sözcüğün altında
ve camdan
yalanıp durduğum
yalan
Akatalpa, Sayı: 113, Mayıs 2009
ECZA
göz alıştıkça eşyaya karanlığı seçer
çeker tetiği kendini ölümle avutur avcı
hayatı ölümle unutur hayatı gürültüyle
gökyüzüne çarpan kuşların tüyü
duyulur
yer ki iki yüzlüdür gündüz ve gece
tanrısı bekler içinde yürek yerine
çarpan bir tanrı utanmaktan yapılma
esvab ile örterken dünya edep yerlerini
söylenmez en edepsiz yeri tetikteki
elleridir
zaman eski cambaz olsa da şaşar
aşağıda nasıl durakaldığına ipsiz
kalabalığın
kalbine her kim kıble ayarlar
yıkadığı ölüden ağır ölü
sulara değdikçe daha kirlidir
su bir de dağılmayı sever
toprak dağ olmayı uzak
bir kapıya sıkışan insan
- yine başka bir duvara açılan kapıya -
tanrının yaralı serçe parmağıdır
her gün geçen
kahverengi bir rengeyiği sürüsü alır
aklın ağrımayışını
üzerimizden
ve denir ki sonsuz uzayan cezadır
iyi olmayan yaraya sürdüğü ecza
yer: yüzünden düşen bin parçayken tanrının
Akatalpa, Sayı: 121, Ocak 2010
GÖZÜN
SAKARLIĞI
buğdayın gürültüsü ekmeğe geçiyor
zamana geçiyor her şeyin ölüsü zaman insana
sonunda aleve mumyalanmış ipiz
sonunda yaşamaktan ölmüş her adam
taammüden iyi davranıyor kadavraya
susku: aramızda o derin nehir
sesim bilinsin diye bir ağacın yokuşundan
düşüyorum
en çok hangi taş kanatırsa şeytanı oradan
taşlıyorum çünkü en iyisi dil
narkozunu almak unutulmuş her şey densin
densiz ve dengesiz yakalanma korkusuzluğuyla
aslında ölümü en çok cellat ipliyor
daha ilk ilikte parmağı şaşırınca hayat
kısa
kalıyor göğsümüzde öbür yarısından
sular tuzla kanatırken kendini mahcup
vurup orada öylece duruyor kıyı
ya da susku: kuyumuzda o rehin nehir
dünya ateşler içinde tanrının sayıklaması
göz kapaklarında unutulmuş bir parça an
bulsam hiçbir şeye vakti olmayan ölülerin
ah inansam boşluk mürekkep lekesi uçurum
kenarında
ve ölüm bir kerelik sakarlığı gözün
TÜY
hayatım gerçek oldu
düşüydü annemin tanrıya görünmeden
harfsiz ve tensiz denediği şiir ve
sevişmelerden
topladı beni genzi şarapla yıkanmış kentin
nasırlı avlularından avuç içi kadar yoksul
geçimsiz bir de lekesi çıkmaz sokaklarından
hayata kancayla asılı bir ipin inancıyla
sarıldım
boşluğa asılı yükünü kendi çeken
ama kendinden çok boşluğa inanan ipin
kimliksizdim ve suratsız duvarda durdum
aynayla yüzleştim
sonunda her ayna duvara açılan yalancı
gökyüzüdür
sonunda her ayna yalancı yüzümde gök ama
hiç kimse
kendine bakamaz yalnızca kör bir yarasa
karanlığı en iyi görür belki dilimi tutsam
yani ayaklarım yere basmasa hafifler mi
dünya
kuşlara kalsa hepimiz yerliyiz bir yılanın
diliyle
sokuluyoruz birbirimize kim daha zehirliyse
en az o ağrıyor oysa farketmiyor bir insan
dağda
ya da şehirde ölümü tam cepheden görüyor
cehennem oluyor yolu cennet oluyor
yokluğun bahçesine varmak için herkes
zamanın çattığı çitin içinden geçiyor
sonra insanın biçimini alıyor zaman
keyifsiz bildiğim hikayenin en keyfi harfi
bu
bilmediğimse: ölsem
yani aynanın arkasına geçsem sır olsam
hafifler mi dünya de ki rüzgarda cılız
tüyüm
çürüyen kabuğundan tüyüyorum bir şeftalinin
“Elmanın
İlk Anlamı” adlı kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder