13 Ekim 2016 Perşembe

HALİL İBRAHİM ÖZBAY


(30 Ağustos 1966, Karataş / Adana - )


       Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Öğretmenlik yapıyor. İzmir'de yaşıyor.
       İlk şiiri Mavi dergisinde yayımlandı. Şiirleri, öyküleri, yazıları ve söyleşileri Akatalpa, Akköy, Amanos Edebiyat, Askıda Öykü, Beri Gel Oğlan Beri Gel, Evrensel Kültür, İle, Oğlan Bizim Kız Bizim, Öteki-siz, Sincan İstasyonu, Şiirden, Şiiri Özlüyorum,  Varlık, Yeniyazı, Yolcu vb. gibi dergi ve fanzinlerde yayımlandı.
Ödülleri: 2007 yılında “Düşkondu” isimli şiiri ile Ümraniye Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Anne’ konulu 3. Geleneksel Şiir Yarışması’nda birinci oldu. “Kül Falı” adlı dosyasıyla 2008 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Kül Falı (2008, Mayıs Yayınları, İzmir)
& Elmanın İlk Anlamı (2012, Yeniyazı Yayınları, İst.)

Şiirlerinden Seçmeler:

AY SESİ

anlayıverdi gölgem ölümün gerçek yüzünü
ve yalanını duvarlarda çivili kitapların
giymeden tenimi girdiği gölde
duymayınca serinliğini balkıyan suyun

çöl kumunu eşeleyen bir kumrunun umudu benimki
görüp göreceğim başka bir kum tanesi
duyup duyacağım karanlık boşluklardan
yeryüzüne bırakılmış kristal bir ay sesi

niçin yavaştı bildim…iştahla batan her kaşığın
çukurumuzu da büyüttüğünü anlayanlar
neden çoğalmıştı yalnızlığımızla bir
bakmayla yüz bulduğumuz aynalar…gördüm

hayat tebdil gezen ölüm dışarda

BİR SÖZCÜK HAYAT

aynada görüntüm kadar kısa kaldım
bir göründüm bir kayboldu ayna
camın aklına geldim

gövdemi bağladığım toprağa gölgemi bağışladım
ardımdan döktüğüm sular karşıladı beni
ne çok ses eskittimse
dilinde kaldım neyin

kulağıma üflenen ömürmüş bilemedim
bana kadar ölüm diye gelen
gürültüler içinde bir oyun
kulaktan kulağa oynanan

hayat

kestiğim yerlerinden çoğalan kör solucan
dilimle kanırttığım her sözcüğün altında
ve camdan
yalanıp durduğum yalan

Akatalpa, Sayı: 113, Mayıs 2009

ECZA

göz alıştıkça eşyaya karanlığı seçer
çeker tetiği kendini ölümle avutur avcı
hayatı ölümle unutur hayatı gürültüyle
gökyüzüne çarpan kuşların tüyü
duyulur

yer ki iki yüzlüdür gündüz ve gece
tanrısı bekler içinde yürek yerine
çarpan bir tanrı utanmaktan yapılma
esvab ile örterken dünya edep yerlerini
söylenmez en edepsiz yeri tetikteki elleridir

zaman eski cambaz olsa da şaşar
aşağıda nasıl durakaldığına ipsiz
kalabalığın
kalbine her kim kıble ayarlar
yıkadığı ölüden ağır ölü
sulara değdikçe daha kirlidir

su bir de dağılmayı sever
toprak dağ olmayı uzak
bir kapıya sıkışan insan
- yine başka bir duvara açılan kapıya -
tanrının yaralı serçe parmağıdır

her gün geçen
kahverengi bir rengeyiği sürüsü alır
aklın ağrımayışını
üzerimizden

ve denir ki sonsuz uzayan cezadır
iyi olmayan yaraya sürdüğü ecza
yer: yüzünden düşen bin parçayken tanrının

Akatalpa, Sayı: 121, Ocak 2010

GÖZÜN SAKARLIĞI

buğdayın gürültüsü ekmeğe geçiyor
zamana geçiyor her şeyin ölüsü zaman insana
sonunda aleve mumyalanmış ipiz
sonunda yaşamaktan ölmüş her adam
taammüden iyi davranıyor kadavraya

susku: aramızda o derin nehir

sesim bilinsin diye bir ağacın yokuşundan düşüyorum
en çok hangi taş kanatırsa şeytanı oradan
taşlıyorum çünkü en iyisi dil
narkozunu almak unutulmuş her şey densin
densiz ve dengesiz yakalanma korkusuzluğuyla

aslında ölümü en çok cellat ipliyor
daha ilk ilikte parmağı şaşırınca hayat kısa
kalıyor göğsümüzde öbür yarısından
sular tuzla kanatırken kendini mahcup
vurup orada öylece duruyor kıyı

ya da susku: kuyumuzda o rehin nehir

dünya ateşler içinde tanrının sayıklaması
göz kapaklarında unutulmuş bir parça an
bulsam hiçbir şeye vakti olmayan ölülerin
ah inansam boşluk mürekkep lekesi uçurum kenarında
ve ölüm bir kerelik sakarlığı gözün

TÜY

hayatım gerçek oldu

düşüydü annemin tanrıya görünmeden
harfsiz ve tensiz denediği şiir ve sevişmelerden
topladı beni genzi şarapla yıkanmış kentin
nasırlı avlularından avuç içi kadar yoksul
geçimsiz bir de lekesi çıkmaz sokaklarından
hayata kancayla asılı bir ipin inancıyla sarıldım
boşluğa asılı yükünü kendi çeken
ama kendinden çok boşluğa inanan ipin

kimliksizdim ve suratsız duvarda durdum aynayla yüzleştim
sonunda her ayna duvara açılan yalancı gökyüzüdür
sonunda her ayna yalancı yüzümde gök ama hiç kimse
kendine bakamaz yalnızca kör bir yarasa
karanlığı en iyi görür belki dilimi tutsam
yani ayaklarım yere basmasa hafifler mi dünya

kuşlara kalsa hepimiz yerliyiz bir yılanın diliyle
sokuluyoruz birbirimize kim daha zehirliyse
en az o ağrıyor oysa farketmiyor bir insan dağda
ya da şehirde ölümü tam cepheden görüyor
cehennem oluyor yolu cennet oluyor
yokluğun bahçesine varmak için herkes
zamanın çattığı çitin içinden geçiyor

sonra insanın biçimini alıyor zaman

keyifsiz bildiğim hikayenin en keyfi harfi bu
bilmediğimse: ölsem
yani aynanın arkasına geçsem sır olsam
hafifler mi dünya de ki rüzgarda cılız tüyüm
çürüyen kabuğundan tüyüyorum bir şeftalinin


“Elmanın İlk Anlamı” adlı kitabından

Hiç yorum yok: