(20 Temmuz 1986,
İstanbul - )
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Felsefe ve Tiyatro Eleştirmenliği Dramaturji Bölümü’nü bitirdi. İstanbul’da
yaşıyor. Öğretmen.
Şiirleri Akatalpa, Hayal, Onaltıkırkbeş, Spleen, Yuxexes Karakalem
vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Gölge Oyunu (2011, Hayâl Yayınları, İst., 64 s.)
Şiirlerinden
Seçmeler:
APSİSİ ÇÜRÜK ORDİNATIN İRADESİZ GEÇİRİMİ
“doğuya bakan yüzünle bak bana
ve kalbimin
porselen gibi olduğunu
hiç unutma.”
Lale Müldür
Ve o hakikat kendisi
değilmiş doğruluğun meğer.
Koordinatlarından
yürüdüğüm
Koridor boyunca.
İçime öyle bir
kondun ki tanrım sana rağmen yerinden
edemiyorum
Mutsuzluğumu.
—İçimi dondurup öylece bırakın.
İnzivaya çekilmiş
göktaşlarını
Ağırlardın bütün o
sabahlar huzursuzca. Uğursuzca salınışı
şuurun o bitmeyen
Kelimelerin gibi en
iç açıcı saatlerin telepatisinde
uyandırdım seni
sonra
—İnfilak
sonrası bütün alarmların…
Celbeden simülasyon cezbettirir
Si
Minör Losyon koruyacak ellerini talaş
Parçacıklarından
Bilmezdin şimdilik
kanama yapar apsisi çürük ordinatın
geçirimsiz iradesi
Akatalpa, Sayı: 138, Haziran 2011
FLAMİNGO
Şom bir sülfürdür
şimdi yalayıp geçen tenimizi
Ben uzun bir süre
Varlıkla yılgındım
Nasıldım peki,
doğrulttum yüzümü meta-feza’ya
Işıdı benden
beklenmeyen acımalarla:
Benim küçük
evrenselim şizoid bir tutkuydu sadece
Kutsala rağmen
ezoterik bir duruşsun Denge Sen
Yüzünde semenderin
kutupsal istikrarına karşı
İnkârını yakaran
rahatlık.
Yakaran susturan
Tinin flamingosu
Senin gelgitlerinle
yaşardı.
Ey flamingo kutsal
direnişçi!
Yakaran ve susturan
Tinin Tınısı
Hangimiz kutba daha
yakınız?
Semenderin istikrar
sağlamaya çalışan
Terazisi mi yoksa
Flamingonun rasyonel
Rahipliği mi?
Gül Ateşin Tanrıyla
dansıdır, Savrul
Ben uzun bir süre
Varlıkla dargındım
Sen yokluğumun
özdeşliğine vardın
İlk malumata duran
Sırrımdın.
Doğruldum dünyadaki
Anlam’a
Veluttu: ışıdım
yılgınca dürtülere
Bir ses kırıldı
çarpan dağlarda aşındım
Vardım
İsmine sülfür
üfleyen Evrenseli karşılamaya
Gidiyorum bu Denge
karmaşasında
Düşünen Semenderin
dönüşümü bu
Birliğime duruyorum
parçalanmış larvalara
Aşk kader mi teklif
ediyor şimdi bana yüzünde?
Akatalpa, Sayı:
113, Mayıs 2009
GÖLGE
OYUNU
Deniz’e…
Seni ki bu un ufak eleyip rüzgârına
saldığım geceyi
Kır çiçeklerinden ihtişamın olasıdır
büyülüsün yazıyorum
Sakladığım hırpani susuşun odalarda
erteleme ayetlerini
Bırak insin yeryüzüne akran gibi dalgınlık.
Gökyüzü dualarımdan da ağır kapanmayan
ağzıma
Soruyorum karanfiller taraf tutarlar mı
yargılarken
Gerginleşen kuvvetiyle kaldırım taşları mı
hırpalayan tenimi
Ne çare, sağıyla soluyla ardışık değilim
birinin maviliğine.
Düşün şimdi baldıran otuyla çıplaklığımı
çırpındıkça
İçimden ilk karşılaşma geçti -söndür
Ölümlülerin bu bendeki açık emanetini-
Yağmuru oyalıyorum raylara dalgınlık süren
gözlerin yerine
İkindilerde ve hep korkuyorum bana
baktığında ilk dizeye
Başlamış olarak görmekten kendimi.
Bu sessiz hükümlü geceyi giydir bana
saflığından çılgınlığı
Akıt çığlığıma döşe bir ikimiz geciktirelim
şeylerin nihayetsizliğini
Gizlice dağıt yerleşikliğini saklan göçebe
surların karaltılarına
Umur çok erken daha, bu sünepe yeraltı
yeryüzü kovuğuna henüz
Daha derin; isterdim ki yaşmaklı kadın başı
denizel insin martı tozu
Serpsin tortularına yaşamın karşıtı
değildir ölüm biriktirdiğin uçkur
Toprağın yağdırdığı kırmızı lalelerdir
aslında.
Beni ki bu safran salgını genişletip bırakıyor
zarif ağzına
Gümüş kolluklar geçiriyorum tutukluk
yaptığım zamanlara
Çarşaflara boyalı terhisimi bütün
camekânlar yakarıyor susturuyorum
Elime geçen avazlarla bu şamata dinsin
yeter ben göllere birikiyorum
Gökyüzünden uzaklığımı arşınlarla ölçüyorum,
sağıyla soluyla ardışığım
Gerekliliğin aczine. Serpiyoruz bir gölge
boyuna iliştirdiğimiz bu miracı.
Bağışla bizi Tanrım boyuna uzuyoruz aynanın
tersine. Gölge boyunu geçiyor
İlişikliğimiz.
İNDUS’TA ÜÇ EL…
Ve solan bir gülün
perdelediği astarsız gerçeklik
Duy yakarışlarını!
Ters açan her lalenin kaderine bir
diyeceği var
Çöküntü ovalarda
aradım kanımı sulayan nesli
Koşulsuz
dinginliğiyle yeşile durdu gözlerin ansızın
Kaç kez diledim
yakarışlarını işitmeyi, kaç kez dinledim
Brel’den
“Ne me quitte pas”
“Patetik dokunuşlarla serpilen tohumdun sen
Boy verirken en aykırı duruşunla toprağa
Aydınlık çağrısını yinelerdim sesinin
Geçit vermezdi yaşananlar ikimize birden.”
Çağların yangınıyla
yıkanan utancım
En derin yerinden
sancıyor kesik yarası
Bütün köşelerimle
tutulmuşken mesken
Ayrımında değilim
henüz gerçeğin görünmez üç eli
İndus’un karşı
boyunda rastladım en kutsal yanına
Üç el restleştik
önce.
Üç el sessizlik
çekildi kınından geriye.
Üç el sessizce
çekildik birbirimizden geriye.
Bir kirli
taşkınlıktı bu, ortada bırakılan kan
Derisi
yüzülenlerce…
Akatalpa, Sayı: 130, Ekim 2010
KÂBUS
Kâbusların İçin….
R’ye….
Kâbus örtüsünü
çekiyor olmalı her gece üstüne
Çünkü tanrılara
misafir gittin ayağının tozuyla
Bu yüzden her yarım
ay çağırışlarında beni
Kasabalar rüyalarına
iner, rivayet odur ki ayetler kurbanlarına
Omuz verir, sen
kulak ver şimdi ıslaktır mührün
Cevaz vermez
ağızlara. Nil sularını döven sırların var diyeydi
Kaçak uykular.
Metafizik adamlar mı
dedin ve onların baş döndüren ivmeleri
Birbirimize
yüklenmiş giderken sen tutarsın ellerin gibi naçar
Atlıkarıncalar, sere serpe yatak aylak ve ucuz
Ani hep ani geldin
nerde başın o uçsuz bucaksız
Nasıldı bir bavulun
hikâyesi, aşk tiner koklatmaktır dinmeyen yağmurlara
Pervazlar uçucu
histerik av mevsimini başlatır
İyelik eklerini
atlattım da geldim nasıl da üryan pencerelerin
Bir solukta üşürsün
kadife perdelerin havalanır
Dağların eteklerinde
diz boyu rüzgârlar kalın bedenleriyle
Devşiriyorlar
senden daha da vardır, uzar akciğerlerinde sevmediğin
Sakallar uygunsuz
evler niyetinedir, çekilir.
Çatlayan kaburgalarından sezdim İlkyaz tümcesinde sarp
bir hevestin sen
08.10.2010
Akatalpa, Sayı: 133, Ocak 2011
KARA PARS
R. için
Sen! O kara pars
düş kendini biraz gecikince ben
Bir yığın kemikle
kırışmış kan bulursun ötende nasılsa
Ve duyuların
yıpranmış olur ak cumartesilere akarken
Kehribar renginde
şiirlere gebe kalırsın benden
Bir yığın azınlık
üflemiş olursun böylece
Kazara gider kalbim
anımsamalar sofrasında
Onlara dönüşmekteysen ben hiçbir şeyim
Bir yıldızın
acısını saklar mı köklerinden koparılmış olmasa
Gözlerinde bozuk
imlasıyla yaşam.
Sen bulursun en
geniş zamanlı eylem kiplerinden nasıl doğulur
Tek heceli
ölümlerin, rüya artığı başın ve samurayın terk ettiği uykusunda
Soluğun kadar
ağırdı Pars
Yerçekimine en
eğimli yerinden kaldırıyorum tozlarını
Sürmek için
oralarına o naif gökyüzünün
Satır aralarını okuyamadığın yüzüm çizer suretini
Büyütürüm kendimi o
şeye doğru
Narçiçeklerinin
ezemediği ellerim boyunca
Sen az önce yumdun
kara zamanını pars kulelerinin
Senden geçmelerim
ötesine bir iyilik haliydi eklediğin
Boş amfora, yırtık
yelken, suyu çekilmiş derinliğinde akrebin dansı
Unutma iyi geviş
getirmiş atların yurdu sürgündür bize.
Duvardır, eleğin ince hava boşluklarından geçemeyen
hali.
07.10.2010
Akatalpa, Sayı: 135, Mart 2011
KAYBEDEN ÇAĞRI
Ruhi’ye…
Şimdi sen
patikaların uğrağı sessiz parmaklarını
Kubbesinde
hahamların dinlendiği geniş kalabalıklara uzatırsın
Göğsündeki silik
atları kavuşturan kahverengi balıklar misali
Unuttuğumuz o sonsuz sağlamlık hissidir üşüyen yağmur
Yine de bulunamaz
mutsuz sincapların yuvaları bitimsiz arayışlarda
Gidişin: Bozkır
ardıçlarının bıraktığı izdir uzarken salarsın gölgesini köklerinin
Ve sen orada öylece
gerginliğini bekletirdin uysal ve itaatkâr
Mırıldanmalarından
geçir beni çağrısını kaybeden dudaklarından indir
Benden bahsetmemiştim henüz uzun tren yolculuklarından yani
Ele verirsin
kendini alçak şeritte düz kavisler çizerken
Majör çıkışlarda
mihrap altındaydı ellerin döverdi hiddetini.
Oradaydın işte
mutsuz sincapların kanatsız uçuşlarında
Gözlerini dar
evlerin bize uzak komplimanlarına çevirmiştin
Düşlerinden sarkmayan cıvıltılarıyla minördü kuşlar
öğle sonlarında
Paspasları
eşiklerinde bırak yatağını nehirlerin suyollarında
Eskil töreleriyle
direnen ey akil adamlar kutup yıldızlarını
[akıtan teninden
Süt liman
şehirlerin demini alarak geldin.
Kaybedecek hiçbir şeyim
ya da kaybedemeyeceğin her şeyim olduğunda
Ardıçken susar
gözlerin rayların üzerinde mi açardı yoksa kıvrımları yüreğinin?
Ekim 2010
Akatalpa, Sayı: 132, Aralık 2010
PARADOKSAL GÜNCELER TARİHİ
“Ve adını
yazdırarak matador dövüşlerine
Korkunç
imajlarıyla geliyorlar
Anlatmalı onlara
doğanın eşsiz diyalektiğini
Geç kalanların
kök salanlar olmadığını anlatmalı.” (S. E.)
Deri değiştirmesidir
dünyanın saldırıya açık utancı
Şer kırsalında bu
kör dudaklar
Boyuna dikizlenen
minvalde gizlenir
Alçak şeritte kuş
sürülerine tutulur ağzın
Soyunur
kadavraların peşrev nağmesini hicazkâr.
Kıvrık su
kemerlerinde rastladığın
Boynundan aşağısı
İsis’in
Travma etkisinde
çözülür, bilmezsin
Birleşik dekadan
gecelerinde aşk
Osiris’in ince
topuklarıdır.
İlmiksiz atıyorum
bütün düğümlerini, çözülmez artık
Bu kent bin yıllık
hüznünü buduyor içime
Katliamsız günceler
kitabının
Açık tutulmuş
okumalarına saklıyorum seni
Ve sürgit bir
kuşağın anılarını paylaştığım
Pek ihtiyatsız
yüzünde arıyorum katilini.
Akatalpa, Sayı: 127, Temmuz 2010
PARAKLİT’İN
GÖZLERİ
ruhun buğusu bu
aydan taşan
ve kıpkırmızı düşü lotusun
çiğ taneleri eğilirken üstüme
yığılan yıldızların kederi gibi
hırçın ve sert ellerinin gölgesi
zihnimde gün ışığından kalan hiçbir şey
çağıltısı olmayan ırmak, paraklit’in
muştusu
paraklit’in muştusu çağırıyor beni ve
gözlerin çıplak
oluğunda kaynayan su ve acının gözleri
simsiyah
paraklit’in de siyah mıydı gözleri ve beni
teselliye çağıran
senin gözlerin soluk lotus rengi
kanayan istek, korun sesi ve son akşam
yemeği
“ve ölümü bulacaksın tenimde benim cesedimi
bin kez ölmüştüm ben orada buhur
kokularıyla”*
bin kez doğurmuştun beni yitirdiğin
koynunda,
Paraklit’in gözleri şahit
kulaklarımda muştusunu kaybeden gerçek
senin hırçın ve sert ellerin hazırlıyor
toprağımın şölenini
zihnimde gün ışığından kalan her şey
göz oyuklarımdan yükselerek gökyüzüne
tırmanan bir gemi
suya düşen şavkı Paraklit’in
ve yalvaran havariler, çarmıhın gergin sesi
oluğunda kanayan ölü yıldızlar bir de
suyu dinlendiren ayindin sen.
18.12.2013
*
Gülseli İnal, Lale Sesiydiler Ve Yoktular,
1987
Akatalpa,
Sayı: 171, Mart 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder