(1978, Bursa - )
Bursa’da yaşıyor.
Şiir, yazı ve söyleşileri Akatalpa,
Eliz Edebiyat, Ihlamur, Mavi Yeşil, Onaltıkırkbeş gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları: Şiir: Merdivendeki Çocuk (2011, Zımba Kitap, Bursa; Taşra Baskısı (2012, Zımba Kitap, Bursa; Kargaşa (2013, Zımba Kitap, Bursa; Acil Çıkış (2015, Asa Kitabevi, Zımba Kitap Şiir
Dizisi, Bursa)
Şiirlerinden
Seçmeler:
BENİ
YAANIŞ ANNAYIN!
bu yaz kara bir sünger gibi emdi her şeyi
dünya asimetrik bir halayda
eller ayaklar omuzlar ve başlar
herkes birbirine geçmiş
her kez birbirinden uzak
hani deseler bu gördüğümüz en anlamlı şey
hani bu ilk defa oluyormuşçasına eski
bu çocuklar bu kadınlar bu adamlar
bu gençler bu orta yaşlılar bu ihtiyarlar
bu işçiler bu öğrenciler bu her neyseler
bu ağaçlar bu ve bu ve bu
tekerleği sevme nedenimiz
beni yaanış annayın
korkmayın söndürmem hevesinizi
size maaş bağlarım
size ümit beslerim
size tabak koyarım
size masa bulurum
size üzerine koyacağınız şeyler
size yukardan sevişeceğiniz devletler
ayarlarım
size medya kurarım size sosyalizm
size liberal pişirilmiş mısırlar alırım
ve n'olur beni yaanış annayın
yoksa size benzemek yaşatacak beni…
“Acil
Çıkış” adlı kitabından
DEVŞİRME
Barışabilir miyiz ölümle?
Yıkmadan suların evini
Ve geçmeden uykusuna taşların
Yeniden olabilir miyiz kuşkusuz?
Diyetini ödemiş bir ağaç gibi
Kökümle gömerler mi beni?
Kalabalığa söylediklerimiz azsa
Yalnızlığa sustuklarımızdan
Ve silemiyorsak hiçbir lekeyi
Sevebilir miyiz kirlenmeyi?
Bir yokluk gibi düşmüşsem rahmine
Var edebilir misin sessizliği?
Sana dilimi verdim dünya
Paslı bir kerpetenle söktün kalbimi…
Onaltıkırkbeş,
Sayı: 26
FALÇATA
cezvesi ceneviz işi
hep ilerisine zamanın
başka kim sektirebilir bunca gereksizliği
artık ütopyası bu yüzsüzlükte bakışmak
neden birbirine karşıdır metro koltukları
kimse yokken üzerlerinde
başkası huzur başka yerlerin
ötede bir gölgenin sarkacı
güneşe karşı bir ağaç rüzgâr dilinde
dudakları neden gözlerim hayat
bu ne saadet içinde gelişigüzellik
uzanmış otel odalarına
ya da gittiğini düşünürken otobüsün
tekerleğin dönüşüne saklanan kenevir
aşağıdan geliyorum aşağılara
bir elinde keder işi ceneviz
belleği usta bir harakiri
söyleyin hangi midenin aslanında
huzursuzluğumu besleyen o falçata…
“Acil
Çıkış” adlı kitabından
GANDİYİ
VURMAK
parçalamak için yapılmış bir çeneyim
sıkıntıyla tasarlanmış bir dil
iki
tükürüğün karşılaşması gibi
tarih denen o tuhaf ağızda
çamur kemik ve inkâr
-ben onu vurmayı seçtim-
Her sabah bu soruyu gezdiriyor oysa
yukarı hintten
aşağı çine
insan sıcaklığı bak hâlâ
her sabah biliyormuş gibi
huzursuz ediyor korkuları
kayanın üstü bulut altı bilinmez
gelip kavrayacak diyorum
gözleri parıldayan o yalnızlıkta
sadece umutlu sözcükler
onunla besleyebilir bütün kuşları
“Acil
Çıkış” adlı kitabından
HARAKİRİ
GEREKTİRİR BU SÖYLEDİĞİN
kabuğu inceymiş her güzelden şey
soyulur gerektirir soyunura
yetişilmez yine de hızına amok koşucusu
kaçından kaçı çıkık
ne çok var ortamızda
giyinmek mi
bir delilikten daha gömleği
evet evet öyle mi
değil estağfirullah
sayfaları çevirsin kendine kitap
kütüphanelerde sevişmek mola
kahveler gerektirir uykunuzun azlığı
bahanelerle gelinse ne hoş
ey zavallılık
sana kimlerdi böyle makûs
sıyırırken aklın koşumlarını
kimlerdi giyinik ardı sıra
yumuşak karnıymış vicdanın
insan gölgesine perde
başkasına gerektir çalmalı vurgu
ve hiçbir zaman gibiymiş ölmek
yontup durursun kabuksuz
bir manadan dumanı…
“Acil
Çıkış” adlı kitabından
HER
ŞEYİN TERK ETTİĞİ
bunu öğrendiğim var bir dolmuşta
havada on kusurlu söylem
kabul etmem gerekirse gayet kafkaesk
buharlaşan dünyadan geriye kalmışız sanki
ellerimiz yok ama tutulmamız var
boynumuzdan aşağı dökülen
kasveti başa geçirilmiş ritüel
içinden en içindenlerin geçerek gelmekteyiz
gittiğimiz neredeyse
sözcükler bizi bıraktığından beri
zehrimi çoğalttınız artık daha zehirli bir
kederliyim
bunu öğrendiğim var bir hastane koridorunda
adımın o mavi ekranda çıkmasını beklerken
yaşlı bir kadının beni delip geçen
tecrübesi
mermer bir sabırla iki yüzlüleştim o gün
kendimin biricik zavallılığı
şimdilerde azalan bir ilgi
dinleyerek tüketerek sürtünerek zaman
şunu öğrendiğim var mezarlıklarda
her şeyin terk ettiği ağırlık herkeste
herçekimi diye bişi var…
“Acil
Çıkış” adlı kitabından
KAREKÖKÜ AŞK
‘aşkın
aşkla çarpımı
nedendir
bilinmez
garip bir
biçimde
hep sonsuzdur
kare kökü de
yoktur’
Turgut Uyar
Bölünmüyor suyun
içindeki anlam
Ayrıştıramıyorlar
yalnızlığı benimle
Dünyada her nesnenin
bir yeri var
Taşların, bulutların
ve çiçeklerin
Yağmurun bile var
gidecek bir evi
Benim yok
Kendimi terk ettim
bir yaz günü törenle
Ağzımda haziran
damgalı kartpostallar
Bir ağacın
gölgesine yaslanmış zaman
Söküyor yaralarımı
Peşimde tutanaklarıyla
temmuz
Hangi yangından sağ
çıksam suç
Kalbin en
gösterişli sayısı
Ömrümün üç virgül
on dördü
Ellerin ellerime eşittir
Tenin tenime
biçilmiş denklem
Her şeyin her şeyde
başladığı umut
Hayatın kareköküdür
aşk…
Akatalpa, Sayı: 125, Mayıs 2010
MOR FİN
Kadife bir iştahla
parlattım silahı
Üç dize verdim
ağzına şiirlerin
Son
Ki
Üç
Ve başlasın seyir
Köşedeki deliden
biliyor herkes
Oysa ben yedim
kalbinizi
Ne iş
Ne para
Ne kadın
Ne erkek
Mazgallara
methiyeler düzülüyor
Çöp kovalarının
boynu eğik
Dik tut oğlum
başını
Dik tut oğlum
Dik tut
Dik
Herkes böyle
seviliyor
Namlusu geniş
ağrılar geçidi
Çöplükte son bulan
şehir
Masum oğlanlar ve
kızlar morgu
Gir içeri
Bu perde
kapanmayacak
Toplayıp yedim
bütün martıları
Show must fuck off
! Huh !
Terimi teninle
sileyim
Böylece anlaşılır
aşkın kerameti
Yalnızlıktan ibaret
Dövmelerden fal
tutayım
Belinde kelebek
olan kız
Büyürken bir otel
odasında
Dünyanın öbür
ucunda ceninler
Denize dökülecek
Utanmaktan
utancımın felsefe taşları
Bir beyaz çubuk
Bir siyah pelerin
Bir gri tavşan
Ama herkes biliyor
ya
Silah sonunda
patlayacak…
Akatalpa, Sayı: 123, Mart 2010
PADİŞAHIM
ÇOK YAŞA!
Teneke düşleriyle gülüyor zaman
Çocuklarını ölüme gönderen “ana”lar gibi
Yaşama biçimiyle uyuşmuyor hayat
Hep yarım kalıyor bir şeyler
Kirli adamlarla yatar İstanbul
Kaç gece tiz bir sesle uyandım
Ortalığa dökülen ibnelerle
Birkaç şişeden sonra
Herkes hermafrodit
Bu aşkı içinin en terli yerine sakla
Ya da sok bulduğun her deliğe
Kimin yalanıysa bu yaşadığımız
Git ona de ki dünya girsin
Gözüne gözüne
Bu yalnızlıktan kaç ölü çıkar
Kaç sağır ve dilsiz
Ya kimleri sakat bırakır gölgemiz
Bahanesi çok
İç cebinde gezdirir bizi tarih
Birkaç cılız itirazdan sonra
Kim kalır geriye
Padişahım çok yaşa!
Padişahım çok yaşa!
Padişahım çok yaşa!
Akatalpa,
Sayı: 121, Ocak 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder